Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Dünya Edebiyatının gelmiş geçmiş en büyük isimlerinden biri olan William Shakespeare ile tanışma öyküm hayli ilginç.

        Sanırım 11 yaşlarındaydım, tam bir kitap kurdu olan annem bizi kitap okuyarak oyalar, kendine ayırabildiği kısıtlı zamanlarda da kendi kitaplarını okurdu.

        Bir gün annemin kitaplarını karıştırırken cildinin üzerine parlak bir kapak geçirilmiş gözüme güzel görünen kalın bir kitap buldum. Annemin kitabını okumak çok çekici geldi. Sığınağıma yani kilerimize yollandım ve okumaya başladım.

        Kitabın adını şimdi anımsayamıyorum. Ancak İngiltere kırsalında geçen bir aşk öyküsü olduğunu söyleyebilirim.

        Hala gözlerimde canlandırabildiğim olağanüstü doğa tasvirleri vardı. Noel yemeği için ava çıkan aileyi, derenin kenarından topladıkları su terelerini filan hatırlıyorum.

        En çok da Noel eğlencesi için hazırladıkları oyun ve şu replik aklımda. “... Fakat yavaş, pencereden saçılan ışık nedir? Orası gün doğusu Juliet ise güneştir.” Bu sözcükler Romeo ve Juliet’i merak etmemi sağladı.

        Anneme koştum, yaşıma uygun kitaplar okumam gerektiği konusunda uyarıldım ama bir süre sonra ilk Shakespeare kitabıma yani Romeo ve Juliet’e kavuştum.

        YENİ KARAKTER VE OLAY

        Dünyanın en çok bilinen bu aşk hikâyesini Shakespeare 1590’larda yazmış.

        Konusunu İngiliz Şair Arthur Brooke’un 1562’de yayımlanan Romeus ve Juliet’in Trajik Öyküsü adlı uzun şiirinden almış pek çok yeni karakter ve olay eklemiş, konuyu işleyişi ve üslubu onu özgün bir eser haline getirmiş.

        Yazıldığından bu yana tiyatro oyunu, opera ve bale olarak dünyanın her yerinde binlerce kez sahnelenen bu klasik, şimdilerde A. Volkan Ersoy ve G. Armağan Davran’ın librettosu ve koreografisi ile İzmir Devlet Opera ve Balesi’nde sahneleniyor.

        Öncelikle bu yeni balenin bu güne kadar izlediğim Romeo ve Juliet’ler içinde en çok sevdiklerimden biri olduğunu söylemeliyim. Kuşkusuz dans konusunda bir uzman değilim. Ancak Uluslararası İzmir Festivallerinde dünyanın en iyilerini izlemiş biri olarak söylemeliyim ki 22 Kasım gecesi sahnedeki herkes çok başarılıydı.

        Şef rahlesinde İbrahim Yazıcıyı görmek benim için bir eserin başarılı olacağının ilk işaretidir. Bugüne kadar da hiç yanılmadım. Çağla Çitkaya’nın Ahmet Şeren’in yönettiği barkovizyon görüntüleriyle desteklenen dekorunun sağladığı derinlik ve zenginlik etkileyiciydi. Gülay Korkut’un kostümlerini de sevdiğimi söylemeliyim.

        19 Ekim’de Dünya Prömiyeri yapılan eserin benim izlediğim 22 Kasım sahnelenişinde Romeo’da Ş. Boğaçhan Bozcaada, Juliet’te Asli Çilek, Mercutio’da Sertan Yetkinoğlu, Tybalt’te Dolun Doyran, Paris’de Doruk Demirdirek, Benvolio’da Çağın H. Özideş, Lady Capulet’te Yasemin Altınel, Rosaline’de Sülün Duyulur, Dadı’da Gamze Yıldırım, Lord Capulet’te Bülent Özdemir, Lady Montegue’de Göksu Kaçan, Lord Montegue’de Güçlü Kılıç, Vali’de H. Altan Kılınç ve Peder Lawrence’d da Oktay keresteci dans etti. Özellikle Aslı Çilek, Dolun Doyran ve Yasemin Altınel’in dansın yanında tiyatral yeteneklerini de başarıyla sergiledikleri eser 8, 10 ve 12 Aralık tarihlerinde de sahnelenecek.

        Sezonunu en iyi balesini kaçırmak istemiyorsanız biletlerinizi hemen alın derim.

        Diğer Yazılar