Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Volkanik kayalarla çevrili koyun kıyısında kurulmuş çardak restoranda akşam servisi tüm hızıyla sürerken kendime neredeyse denizin içinde, minderlerle döşeli küçük locayı uygun buluyorum.

        Hemen karşımda tüm heybetiyle Midilli Adası ışıklar içinde parıldıyor.

        Yüzümü tatlı esintiye verip locama yerleşiyorum.

        Oturur oturmaz Kemal ve Erkan koşup geliyorlar.

        Hemen servis açılıyor ve kocaman bir tepsinin içinde yemeğim geliyor.

        Tesis yarım pansiyon çalışıyor.

        Yani akşam yemeği tabldot usulü veriliyor. Menüde etli fırında patates, zeytinyağlı taze fasulye ve kocaman bir salata var.

        Çocuklar, katıksız yenecek lezzetteki köy ekmeğini masama bırakırken “balığınız pişiyor” diyor.

        Bol kepçe tabaklara bakıp, (yemeklerin tadına baktıktan sonra çok pişman olacağım) ani bir kararla “o zaman patates yemeğini götürün, hepsini birden yemem mümkün değil” diyorum.

        “Yoldan geldiniz, yersiniz” diyorlar ama kararımdan dönmüyorum.

        Ve sonra ilk lokmayla birlikte yemeği göndermekle yaptığım hatanın büyüklüğünü anlıyorum.

        Yörenin lezzetli zeytinyağı ile pişmiş dalından yeni kopmuş taze fasulyenin domatesinden soğanına kadar her şeyi tam kıvamında.

        Her lokma ağzınızda doyulmaz bir lezzet bırakıyor.

        Yemek o kadar güzel ki ekmek yemek aklıma bile gelmiyor.

        Ardından tam da sevdiğim gibi ızgara çipuram geliyor. Derisi kıtır içi yumuşacık. Yanında haşlanmış patates, soğan, limon ve roka var.

        Balıkla birlikte dünya tatlısı kedicikler de ziyaretime geliyor.

        BÜYÜKLER ÇOK USLU

        İkiz tekir minnaklar bana Ice ve Gümüş’ü hatırlatıyor. Büyükler çok uslu. Çağırmazsanız asla masaya yaklaşmıyorlar ama haşarı ikizlerin henüz terbiyeden haberleri yok.

        Sırnaşmıyorlar ama karşımdaki sandalyeye çıkıp öyle bir bakıyorlar ki elimden balığımı paylaşmaktan başka bir şey gelmiyor.

        Bir süre sonra Kemal duruma müdahale ediyor ve “onları besliyoruz. Merak etmeyin. Siz balığınızı yiyin” diyor.

        Sonraki günler ikiz minnaklar her akşam yemeğinde sadece kulaklarını ve gözlerini görebileceğimiz şekilde karşımızdaki sandalyede oturup masada bize eşlik ediyor.

        Yerel yemeklerin büyük ustası Ünzile Hanım’ın özenle hazırladığı kahvaltı, öğle ve akşam yemekleri tatilimizi cennete çeviriyor. Temiz havası, bol oksijeni ve akvaryum duruluğundaki denizi ile Sivrice Koyu neredeyse her an bizi büyülüyor.

        Yıldızlı gökyüzü, gece karanlığını yaran balıkçı motorlarının tatlı patırtısı, uzaktan yankılanan koyun çıngırakları, havayı saran taze kekik kokusu güzel anılar hanemize yazılıyor.

        Dönüş günü, yıllar önce Kaz Dağlarında bir Sarı Kız ziyaretinde yerden bir taş aldığımı gören çok sevgili dost Alibey Kudar’ın “O taşı alırsan, seni hep buraya çağırır” uyarısını hatırlıyorum. Ve İzmir’e cebimde sahilden aldığım minik bir taşla dönüyorum.

        Diğer Yazılar