Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        KIM bilir ya fazla nahif olduğumdan ya da aklım büyük komplolara, yüz yıl önceden kurgulanmış tarihsel gelişmelere pek yatmadığından ABD başkentinden gelecek on yılların yol haritasını göremeden ayrıldım. Yönetim içinde Kürt meselesiyle en yakından ilgilenenlerden Barzani’nin ne denli zayıf olduğunu, bağımsız Kürdistan kurulmasının pek de gündemde olmadığını duydum. Ekonomi çökük, borç gırtlakta, Türkiye’ye bağımlılık had safhadaymış. İranlılar da bu zaaflardan güzelce yararlanıyormuş. Buna karşılık PKK-PYD’nin prestijinin arttığını teyit ettim.

        Musul düştükten sonra hâkim olduğu toprakları genişleten Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin o toprakları elinde tutmasının pek kolay olmayacağını anladım. Konuştuğum tüm Araplardan Kerkük’ün bir Arap şehri olduğu, Kürtlere yedirilmesinin söz konusu olmadığı mesajını aldım. Ninova’nın Kürt egemenliğinde olmasının Araplar tarafından kabul edilemeyeceğini öğrendim.

        Irak devletini bir arada tutmanın güçlüğünü, Şiilerin bile bu devleti bir arada tutma iradesinin bulunmadığını kavradım. Irak’taki tarafların kendileri açısından temel çıkar diye tanımladıkları hiçbir konuda uzlaşmaya eğilimli olmadıklarını dinledim. Kimi Arap uzman İD/DAIŞ artık varacağı son noktaya vardı derken, diğerleri devletleşmenin sürmekte olduğunu savundu.

        Gerçi farklı bakanlar bile DAIŞ’in başlangıçta bulduğu kabulün sürmediğini kabul ettiler. Birisinin aktardığına göre bugüne dek DAIŞ’e destek veren aşiret liderlerinden birisi “bunlara karşı gerekirse şeytanla bile işbirliği yaparım” demiş. Ama galiba şeytanla mümkün olan Şiilerle mümkün olmuyor. Tam da bu nedenle, Abadi yönetimi bir şekilde uzlaşma zeminini genişletemez ve birlikte yürümenin yollarını bulamazsa Irak’ın da Suriye’ye döneceğinden kuşkulanıyor.

        Obama yönetiminin siyaseti de ancak bu şekilde anlaşılabiliyor. Yönetim açısından asıl mesele Irak. Irak’ın bölünmemesi, iç savaşın yeniden başlamaması ABD açısından önem taşıyor gibi. Ne var ki havadan bombaları atmakla siyasi hedeflere ulaşabilmek mümkün değil. Üstelik bombardıman süresi uzadıkça ve siyaseten herhangi bir oyun planı ortaya konmadıkça, Arap ülkelerinde (ve muhtemelen Türkiye’de) öfke kabarması da artıyor.

        Bu durumda olabilecek en kötü senaryo düşünülebilir hale geliyor. Yani bugünkü fiilen üçe bölünmüş Irak yerine, tamamen dağılmış ve yalnızca toprakları değil devleti bölüşülmüş bir Irak karşımıza çıkabilir. Bu senaryoda kuşkusuz DAIŞ kalıcı sayılmalıdır. Amerikan yönetiminin derdi bu gidişi engellemek ama bunu başarabilecekleri konusunda Amerikalıların kendilerinin derin kuşkuları var. Obama dış politikasını yönetenlerin yetersizlikleri artık yönetimde görev alanlarca bile yüksek sesle söyleniyor.

        Yönetimdekilerin anlattıklarında samimiyetsiz bir taraf da var tabii. Suriye’de yüz binlerce insan ölürken seslerini çıkarmayanların, Musul düştüğünde “Biz Maliki’nin hava kuvvetleri değiliz” diyenlerin KBY söz konusu olduğunda hemen devreye girmelerinin bir siyasi anlamı olduğunu zorla kabul ediyorlar. Benzer şekilde Kobani’nin savunulmasına yaptıkları katkının siyasi anlamını da geçiştirmeye çalışıyorlar. Dahası bu yaptıklarının bölge kamuoylarında nasıl bir izlenim bıraktığının farkında değilmiş gibi davranıyorlar. Ki çok inandırıcı değil. Gerçi Kobani’nin önemini asıl artıran DAIŞ’in buraya fazlasıyla bastırması ve şehrin kimde kalacağının inanılması güç bir simgesel önem kazanmasıydı.

        Sonuçta zaten bir an önce kaçmak istediği Ortadoğu’da ABD’nin pek yön veremediği, verecek kapasiteye de sahip olmadığı şiddetli bir jeopolitik kavga var. Kürtler ve diğerlerinin kaderi de İran ile Suudi Arabistan arasındaki bu kavganın sonucuna bağlı olacak. Türkiye de bir şekilde bu kavganın bir parçası. İktidar partisinin dış politikasının tüm sakilliğine rağmen kimsenin Türkiye’yi kaybetmek istememesinin başlıca nedeni de bu.

        Diğer Yazılar