Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BUGÜN birbirine zıt anlam taşıyan iki “17 Aralık”ın yıldönümü. Cengiz Aktar yazmasa hatırlayamayacak olduğum ilk 17 Aralık on yıl önce Türkiye’ye AB ile müzakerelere başlamak için tarih verildiği gündü. Türkiye’nin bugünkünden çok farklı ufukları kovaladığı, gerçekten önemli, değerli ve itibarlı bir ülke olmak için gerekli enerjiyi saçtığı dönemin simge tarihiydi. Onun ruhu, kâh önemli AB üyelerinin dar görüşlülüğü ve küstahlığı, kâh Türkiye’yi yönetenlerin bu kadar fazla özgürlük, hak ve hukuktan sıkılmaları nedeniyle şimdilik uzaklara kaçtı.

        Geçen yıl 17 Aralık’taysa tüm ülke bilinen ancak boyutları tam kestirilemeyen yolsuzluklarla bağlantılı bir soruşturmayla sarsılmıştı. Öne çıkan görsel malzeme, dava dosyasındaki kuvvetli deliller aradan geçen zamanda uygulanan tüm perdelemelere, konu değiştirmelere, baskılara rağmen kamu hafızasına kazılı kaldı. Zaten yıl içinde her şeye rağmen ortaya dökülen müthiş patronaj ilişkileri, çürümenin ne denli derine nüfuz ettiğini de ayrıca gösterdi.

        Büyük skandalın seçim sonuçlarını etkileyecek ölçüde bir etki yapmaması, her türlü baskı ve yasal düzenlemeyle davaların kapanması bu belleğe kazınan görüntülerin hiçbir sonucu olmadığı anlamına gelmiyor. Nitekim tüm yıl boyunca süren o telaş, öfke ve saldırganlık aslında dosyalar kapatılsa bile kapanmadıklarının bilinmesindendi. Yaptıkları teşhir edilenlerin, bu görüntülerin kendilerini bir hayalet ya da gölge gibi takip edeceklerini derinlerde kavramalarındandı.

        Çarşı Grubu’na darbecilikten dava açacak kadar şakulü kaydırmış olmaları bu çaresizliklerinin, korkularının nişanesidir aslında, iktidarlarının değil. Şu an için, herkesi susturmak için çıkarılan onca yasadan sonra insana öyle gelmese de.

        17 Aralık ve ikizi 25 Aralık aynı zamanda özellikle 2007 yılından sonra ülkeyi birlikte yönetmiş ve eski iktidar yapılarını ezmiş iki ortağın aralarındaki büyük hesaplaşmanın bir aşamasıydı. Aslında iki ortak, eski iktidar yapıları ve kurumlarıyla mücadele ederken hukukun üstünlüğüne pek kulak asmamış, suçsuz insanların günahına girmekten çekinmemiş, siyasi muarızlarına karşı acımasız davranmışlardı.

        Bunları gönül rahatlığıyla yaparken, bir yandan toplumun bireysel haklara olan duyarsızlığına güveniyorlardı. Diğer yandan da acullükleri nedeniyle hukukun iğdiş edildiğini görmemeyi tercih eden bir okumuşlar grubunun kibrine.

        Kısacası, sadece dindarlıkları nedeniyle kendilerini ahlaklı diye sunanlar iktidar mücadelesi söz konusu olduğunda ahlaksızlığın her türüne başvurmuşlardı. Nitekim Gülen Cemaati öldürücü bir darbe vurmak üzere yola çıktığında eski ortağının tüm zaaflarını biliyor olmanın güvenini taşıyordu. Ne var ki eski ortağına yönelik büyük taarruzunda ağır şekilde püskürtüldü. Zira kendi zaafları da büyük ortağı tarafından iyi biliniyordu.

        Ne var ki, son gazeteci tutuklamalarında da ortaya çıktığı gibi organik bir örgütlenme olmasının sağladığı gücü her şeye rağmen kendisine bir dayanak sağlamaya devam ediyor. Başkalarından esirgediği bir dayanışmayı seküler ahlak gereği tavır koyan vatandaşlardan alabiliyor. Üstelik devlet içindeki meşru olmayan iktidarı çökertilirken, gelecekte bugün yapılanların hesabını sorabilmelerini mümkün kılacak dosyaları da hazırlamış oldu.

        17 Aralık’ın bu çifte yıldönümünde Türkiye geçmişe göre kurumları iyice tarumar edilmiş, yönetim kuralları keyfileşmiş, özgürlük alanları daralmış ve hukukun korumasının zayıfladığı bir ülkedir. Popülizm ya da seçilmiş otoriterlik AB çerçevesinde tanımlanmış demokrasi ve hukuk anlayışını bir kenara itmiştir. Bu çukurdan çıkmak hem zor ve meşakkatli, hem de muhtemelen acı gelişmelerden sonra mümkün olacaktır.

        Ama bu çukurdan da çıkılacaktır.

        Musevi okurların Hanuka Bayramı’nı kutlarım.

        Diğer Yazılar