Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        PARİS

        TÜRKIYE hakkında da önemli çalışmalar yapan Fransız düşünce ve araştırma kuruluşu İRİS (Uluslararası İlişkiler ve Strateji Enstitüsü) dün Paris’te “Türkiye’nin Jeostratejik Rolü” başlıklı bir konferans düzenledi. Türkiye’nin Paris Büyükelçisi Hakkı Akıl’ın açılış konuşmasını yaptığı konferansa ilgi hayli yüksekti. Sabah oturumları bittikten sonra yemek molasının ardından da salon doluydu.

        Üstelik gelenler yalnızca Türklerden ibaret de değildi. Bu göstergeler Fransa kamuoyunun bir bölümünün Türkiye sorunsalına, Türkiye’nin iç ve dış politikasındaki gelişmelere yeniden merak sarmaya başladıklarını gösteriyordu. Gerçi bu kez on yıl önceki, daha doğrusu Fransa’daki anayasa oylaması ve Nicholas Sarkozy’nin Türkiye’ye yönelik düşmanca bir tavrı benimsemesinden önceki iyimser havadan pek eser yok.

        Bugün arada yaşananlar göz önünde bulundurulduğunda Fransa’da Türkiye üzerine düşünenler ilişkilerin farklı bir zemine veya mantığa oturtulması gerektiğini düşünüyorlar. Avrupa Birliği’nin Türkiye dosyasını kötü yönettiği konusunda genel bir mutabakat var. Buna karşılık, özellikle AB’nin krizinden beri, kendi işleri daha tıkırında giden Türkiye’nin, özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın birlik karşısında takındığı tavır da eleştiriliyor.

        Türkiye’ye yönelik ilginin artmasında mutlaka Fransa’nın Türkiye’den ekonomik beklentilerinin bir payı var. Ancak daha genel ve AB perspektifinden konuya bakanların nihayet anlamış göründükleri mesele konuşmacılardan birisinin formülüyle şu: “Türkiye’yi çok büyük olduğu için AB’de istemeyenlerin bir kısmı giderek aynı nedenden dolayı, yani Türkiye çok büyük olduğu için dışlanmasının yol açabileceği sıkıntıları düşünmeye başladılar”.

        AB bir türlü üstesinden gelinemeyen ve kolayca da gelinemeyecek gibi duran krizi nedeniyle bir cazibe merkezi olamıyor. En azından eskisi kadar değil. Ankara, AB üyeliğinin halen bir stratejik hedef olduğunu söylemeyi sürdürse de tavırlarıyla bu durumun farkında olduğunu belli ediyor. Ona bağlı olarak da Türk dış politikasında her zaman güçlü bir damar olan kendi başına hareket etme tavrı ön plana çıkıyor.

        Ne var ki, Türkiye’nin Ortadoğu siyasetinin mimarları farkında olsalar da olmasalar da Arap isyanları sonrası yaşananlar ülkenin kendi çevresindeki gelişmeleri etkileme kapasitesinin de ne denli sınırlı olduğunu gösterdi. Yani Türkiye herkes açısından önemli bir ülke olmakla birlikte dış politikasında dostlarıyla ya da müttefikleriyle birlikte hareket etmek zorunda. Bunu kabul ettiğiniz takdirde Türkiye’nin İslam dünyası veya Ortadoğu liderliği heveslerinden vazgeçerek etkili olmaya odaklanması gerekecek.

        Etkili olabilmenin yolu da hem kendi gücünü doğru ölçmekten hem de diplomatik imkânları yaratıcı şekilde kullanmayı becermekten geçecek. Bu bağlamda konferansa katılanların çoğu Rusya’nın Türkiye açısından Batı ittifakına bir alternatif teşkil edemeyeceği konusunu, hayli ikna edici gerekçelerle gündeme getirdiler.

        Türkiye’nin jeostratejik önemi yalnızca coğrafyasının bir sonucu da değil. Bu da artık Fransa’daki tartışmanın bir parçası haline gelmiş. Yani nasıl bir Türkiye ait olduğu coğrafi bölgelerin güvenliğine, dirliğine, ileride de refahına katkıda bulunabilir. Bu noktada Türkiye Cumhuriyeti kabuk değiştirirken toplumsal kimliğin tek bir boyutla yani İslami daha doğrusu Sünni kimlikle mi tanımlanacağı sorusu gündeme geliyor.

        Özellikle bu mezhepçi tanımlamanın dış politikada izdüşümleri de görüldüğünden Türkiye’nin kimlik meseleleri, Avrupa’nın hatta onun ötesinde yeni küresel düzenin jeostratejik sorunsallarından birisi haline de geliyor.

        Diğer Yazılar