Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        NE güzeldi bir zamanlar, Ortadoğu’da kuş uçsa dünyanın gözleri Türkiye’nin üzerine dönüyordu. Ülke içinde olduğu kadar ülke dışında da “Komşularla sıfır sorun” sloganı büyüleyici bir etki yapıyordu. Tabii bu etkinin arkasındaki asıl önemli unsur Türkiye’nin, bu belalı bölgede yapıcı katkıları olabileceğine duyulan güvendi. Sonuçta burası kapitalist, laik, demokratik, NATO üyesi, AB üyeliği peşinde koşan Müslüman nüfuslu bir ülkeydi. Üstelik İslamcı hareketin içinden gelen bir parti tarafından büyük bir demokratikleştirme iddiasıyla yönetiliyordu.

        ABD’nin Irak’ta fiyaskoyla sonuçlanmış olması bu bölgede Türkiye’nin yaptıklarının önemini de artırıyordu. Burada da güvenilen en önemli özellik Türk dış politikasının mezhepçiliğe uzak, laik ve soğukkanlı, hegemonya peşinde koşmayan geleneğiydi. Türkiye’nin müttefikleri yeni açılan bölgesel oyun alanında Ankara’nın çıkarlarını kabulleniyor, Batı ittifakındaki ilişkileri ile bölgedeki yeni arayışları arasında bir sentez yakalayabileceğine inanıyordu.

        Kuşkusuz Türk dış politikasına verilen bu destekte ABD’nin Irak işgali sonrasında bölgedeki asıl hasmı olan İran’ı Körfez’in en güçlü ülkesi haline getirmiş olmasının da payı vardı. Washington, Tahran’ı bölgede hayal bile edemeyeceği bir hegemonya eşiğine taşımıştı. Etkili bir askeri güç olduğuna da inanılan Türkiye’den beklenen İran’ı dengelemesiydi.

        Nitekim Türkiye bir yandan Tahran ile güçlü ilişkiler kurmaya çalışırken, gerek Lübnan’da gerekse Suriye’de İran’ı dengeleme yönünde epeyce yatırım yaptı. Lübnan başkanlık seçimlerinde bile Katar ile birlikte bir rol oynayabildi. HAMAS’a gösterilen ilgi ve verilen karşılıksız destek de bir boyutuyla bu örgütü Tahran yörüngesinden çıkarma hedefi güdüyordu. Biraz da bu nedenle aradaki sürtüşmelere rağmen Bush yönetimi Türkiye’deki hükümetle ilişkilerini bozmadı.

        Başkan Obama’nın iktidara gelmesiyle birlikte, şimdi daha net görülebildiği üzere, Washington Tahran’a yönelik olarak farklı bir güzergâha girdi. Obama savaş tamtamlarının şiddetle çalındığı 2009 Washington’unda İran ile bir mutabakat arama iradesiyle geldi. Bu mutabakatı ararken önce Tahran’a ABD’nin gücünü gösterecek adımları da attı.

        İnce ince örülen bir ilişkiler ağıyla İran’ın nükleer programı karşısında güçlü bir uluslararası koalisyon oluşturdu. 2010 Haziran’ında tüm güçlü ülkeleri Tahran’a yönelik katı bir ambargo uygulamaya ikna etti. Bunun şartlarını daha sonra ağırlaştırdı. 5 yıldır da bu koalisyonu bir arada tutmayı başardı.

        Obama İran’a yönelik bu projeyi daha hayata geçirmeye başlamadan Türkiye’yi de Amerikan politikası içinde imtiyazlı bir konuma yerleştirdi. 2009 Nisan’ında ilk ikili devlet ziyaretini Türkiye’ye yaptı. Amerikan düşmanlığı had safhaya varmış Türk kamuoyuna olumlu mesajlar verdi. İki ülke arasındaki ilişkileri “model ortaklık” dediği stratejik boyutun yanı sıra değerleri de ön plana çıkaran bir çerçeveye oturttu.

        Obama yönetimine yakın Center for American Progress’in yeni çıkan ABD-Türkiye Ortaklığı başlıklı raporunda (https:// www.americanprogress.org/issues/security/ report/2015/03/12/108448/the-u-sturkey- partnership-one-step-forward-threesteps- back/) bu ziyaretten Obama’nın üç beklentisi olduğu tespiti yapılıyor: Türkiye’nin ‘güçlü, dinamik, laik bir demokrasi’ oluşu ve hukukun üstünlüğüne saygısı; Türkiye’nin NATO üyeliği ve AB üyeliği hedefinin sürmesi; Türkiye’nin Ortadoğu ve genelde İslam coğrafyasında bir modellik etmesi ve ABD’nin buralardaki kötülemiş imajını düzeltmesine yardımcı olması. Rapora göre sonraki 5 yıl içinde Obama bu gerekçelerle Türkiye’ye ve hükümetine olağanüstü bir siyasi yatırım yaptı.

        Bu yatırımın sonuç vermediğini savunan rapora göre bundan sonra yapılması gereken Türkiye’ye yönelik bir “zararsız ilgisizlik” (benign neglect) politikası uygulamaktır. Zira.....

        Diğer Yazılar