Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BAŞKAN Obama, İran ile imzalanan çerçeve nükleer anlaşma hakkında New York Times Gazetesi’nin yazarı Thomas Friedman’a hayli uzun bir mülakat verdi. Genişçe bir özetini dün bu sayfalarda okuduğunuz söyleşide Obama, Başkanlığının başından beri kafasına koyduğu İran ile buzları eritme politikasının temel gerekçelerini açıklıyordu. Bunun da ötesinde bir Amerikan Başkanı’ndan beklenmeyecek bir açıklıkla 21. yüzyılda 19. yüzyılın veya Soğuk Savaş dönemi siyasetlerinin, zihniyetinin geçerli olamayacağını da vurguluyordu.

        Anlaşma açıklanır açıklanmaz Cumhuriyetçi Parti’den ve sağcı kesimden gelen tepkilere bakıldığında Obama’nın işinin ne denli güç olduğu daha da iyi anlaşılıyor. Bush döneminde dünyaya askeri güçle ayar vermeye çalışanların ülkelerinin başına açtıkları onca beladan sonra bile tövbekâr olmak bir yana daha fazla savaş istemeleri gerçekten ürkütücü. Bunun yanı sıra İsrail hükümetinin tepkilerinin Amerikan iç politikasındaki yansımaları nedeniyle de güçlükler yaşanacak. Bu durumda haziran sonuna kadar nefesleri keserek beklemek ve detayların işlenmesini izlemek gerekecek.

        Hem toplum hem de uzmanlar düzeyinde gelen tepkilere bakıldığında Obama’nın ve Dışişleri Bakanı Kerry’nin aslında ne denli müthiş bir iş başardıkları anlaşılıyor. Benzer şekilde İran’daki Ruhani-Zarif ekibi de zarif çalımlarla, ülkelerinin dünya ile bağlantısının yeniden kurulmasının yeminli düşmanlarına karşı bir zafer elde etmiş gibiler. Tabii bu durum İran’ın aslında çok temel bazı konularda bugüne dek görülmemiş geri adımlar attığı gerçeğini de değiştirmiyor.

        Amerikan kamuoyunun yüzde 59’u anlaşma karşılığı ambargonun kalkmasını destekliyor. Müzakerelere en kuşkuyla bakan ve çerçeve anlaşmada sorun gören uzmanlar bile aslında eldeki malzemenin iyi olduğunu söylüyorlar. İran cenahında ise bu anlaşmayla İran’ın meşru çıkarlarının uluslararası alanda tanındığı söylemi hâkim.

        Amerikan basınında yazan ve çoğu da devlet ve diplomasi tecrübesi olan isimler nükleer anlaşmadan yola çıkarak ABD-İran yakınlaşmasının an meselesi olduğunu söyleyenlere çatıyorlar. Böyle bir yakınlaşmanın özellikle kısa vadede gerçekleşmeyeceğini savunup, ABD’nin bu anlaşmanın ardından geleneksel müttefikleriyle ilişkilerini tahkim etmesi gerektiğini savunuyorlar.

        Buna karşılık dünya kamuoyunda bu anlaşmayla Obama yönetiminin ABD dış politikası açısından tarihi bir adım attığı ve Washington-Tahran ekseninin yeniden kurulacağına dair sarsılmaz bir inanç var. Kanımca şüphecilerin öne sürdükleri gerekçelere kulak verilse de tarihin akışı ikinci yaklaşımı daha güçlü kılıyor.

        Eğer durum böyleyse Türkiye’nin yeni şartlara göre, siyasetini kurgulaması gerekir. Bunun yolu da herhalde bazılarının önerdiği gibi İran’ı yalnızca Şiilikten ibaret görüp, dengelenmesi için Sünni bloklara katılmak değildir.

        Cumhurbaşkanı Erdoğan böyle bir anda Tahran’a gitti. İran hakkında çok yakın zamanda dile getirdiği son derece ağır değerlendirmelere ve bunlara İran siyasetinden gelen sert tepkilere rağmen Cumhurbaşkanı Ruhani tarafından sıcak bir şekilde karşılandı. Dini lider Ali Hamaney ile de görüştü. İran basını genelde ılımlı bir dil benimsedi. Demek ki Tahran ilişkileri germek ya da hır çıkarmak istemedi. Öngörülen tüm ikili anlaşmalar imzalandı ancak belli ki özellikle doğalgaz fiyatı konusunda bir mutabakata da varılamadı.

        Her iki ülkenin Suriye, Irak ve Yemen konularında birbirine zıt konumlarda oldukları malum. Ankara, İran’ın Ortadoğu’da, bazen de kendi aleyhine artan etkisinden rahatsız. Buna karşılık yüz yıllardır olduğu gibi iki komşunun rekabet ederken işbirliği yapmaları da gerekiyor. Türkiye’ye düşen Tahran ile ortak paydaların neler olduğuna bakmak, Batı ittifakı üyesi olduğunu hatırlayarak hareket etmek ve Yemen’de vücut bulan Sünni-Arap blokunun dışında kalarak siyaset üretmektir.

        Diğer Yazılar