Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        YARIN Srebrenitzsa katliamının yirminci yıldönümü. Eşlerinden, annelerinden ayrılmaya zorlanıp, sonra açık alanlara götürülerek infaz edilen 8000’e yakın erkek ve delikanlının öldürülmesiyle Bosna’daki insanın içini paralayan, milliyetçi fantezilerin körüklediği, acımasız ve eşitsiz savaşı bitirecek gerekçe çıkmıştı. Yaşanan dehşet karşısında NATO nihayet harekete geçmiş, haklarında inanılmaz efsaneler üretilen Sırp askerlerinin iddia edildiği kadar savaşçı olmadıkları anlaşılmıştı.

        O zamanlar sezdiğimiz bir şeyi de şimdi artık belgeleriyle biliyoruz tabii. Bir barışa gidilebilmesi için Doğu Bosna’daki Srebrenitsa, Gorazde ve Zepa’nın düşmesi Bosna Sırplarıyla Sırbistan’ın birleşmesi sağlanmalıydı. Normalde müzakereyle varılacak bu sonuç, şehir düşünce fiilen gercekleşti. Ancak Mladiç’in ordusunun vahşeti olaya uluslararası sistemin kötü işleyişi yanında, insani/ ahlaki bir boyut ekledi.

        İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa topraklarındaki bu en büyük katliam Birleşmiş Milletler’in korunaklı bölge ilan ettiği bir yerde, BM’ye bağlı Hollandalı askerlerin gözleri önünde gerçekleşmişti. Katliamın sorumlusu ve şimdilerde uluslararası mahkemede soykırım suçlamasıyla yargılanan Ratko Mladiç’in, posbıyık Hollandalı generalle katliam sürerken kadeh kaldırdığı fotoğraf bir kâbus gibi uluslararası vicdanın üzerine çökmüştü.

        Aslında tüm Bosna savaşı Avrupa’nın gözleri önünde, kâh beceriksizlik, kâh anlamsız “stratejik” kaygıların beslediği bir samimiyetsizlik, kah da dinsel dışlama nedeniyle bir utanç vakası olarak bilinçlere kazınmıştı. Yaklaşık üç buçuk yıl süren savaşta yüzde kırkı sivil olmak üzere yüz bin kişi ölmüştü. Batı kamuoyunda kurbanların yüzde altmışını oluşturan Boşnaklara yönelik yaygın bir sempati şekillenmişti. Gerçi aynı dönemde Ruanda’da üç aylık bir sürede sekiz yüz bin kişi katliama uğramıştı ve dünyada bu ölçüde yankı uyandırmamıştı. Kanımca Bosna’nın gördüğü ilgi, Batılı aydınların yöneticilerine karşı isyanının sebebi yalnızca sayılar değildi.

        Bosna’ya yönelik ilgi yalnızca Avrupa’da olmasından, dönemin BM Genel Sekreteri Butros Gali’nin iddia ettiği gibi ölenlerin “beyaz”lığından ya da medyanın orayı görünür kılmasından değildi. Tüm bu unsurların etkisi vardıysa bile önemli bir neden, o zamanlar üzerine pek titrenen çoğulcu birlikte yaşamanın Bosna’nın özünü yansıtmasıydı. Savaş öncesinde Saraybosna, nüfusunun dağılımı ve kaynaşmışlığı açısından Avrupa’nın en kozmopolit şehriydi. Savaşta, insanlar kadar bu medeniyet tahayyülü de katledilmişti.

        Yirmi yıl sonra savaş başka bir düzeyde hâlâ sürüyor. 1000’in üzerinde maktulün kimlikleri hâlâ tespit edilememiş. Anneleri, eşleri onları gömemiyorlar. Yirmi yıldır kocasını, oğlunu bulabilmek ve sonra da usulünce gömebilmek için her yeri arşınlayan kadınların dramı yürek burkuyor.

        Bu yıldönümü nedeniyle Britanya’nın BM Güvenlik Konseyi’ne sunduğu bir karar taslağında, yaşanan felaketten bir “soykırım suçu” diye bahsedildiği için Rusya tarafından vetolandı. Bosna’daki Sırp liderliği de sistemli şekilde soykırımın yaşandığını inkâr ediyor. Bellekleri sıfırlama çabası üzerinden savaşın yeni cephesi oluşuyor. Şükür ki bu soykırımın inkârı kolay değil. Yirmi yıldır hemen her şey belgelendi, tanıklıklar kayda geçirildi. Srebrenitsa bu nedenle “unutturulamayacak”.

        Bosna savaşı sürerken Türkiye’de kamuoyu savaşın gidişatını her gece Şerif Turgut’tan dinlemişti. Öykü Sulukioğlu’nun TRT’deki “kadın savaş muhabirleri” dizisinde yeni nesillere tanıttığı Turgut, yıldönümü için yarın Srebrenitsa’da olacak. Son sözü ona bırakıyorum:

        “Dünyanın her neresine gidersem gideyim içimde hep bir boşluk, hep bir eksiklik oluyor. Buraya gelince içimdeki o eksik kayboluyor, ruhum bütünleşiyor ama tuhaf da bir hüzün çöküyor. Öyle ki her duvarın, sokaklardaki oyukların taşıdığı hikâyeleri sanki yeniden yaşıyorum.”

        Diğer Yazılar