Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Berlin

        Almanya'nın giderek Avrupa’nın merkezine oturduğunun göstergelerinden birisi de başkentinde düzenlenen toplantıların sayısında ve niteliğindeki yükselme. Avrupa’nın siyasi ve stratejik/ekonomik geleceğini tartışmak isteyenlerin görüşlerini Almanya’nın görkemli ve cıvıl cıvıl başkentinde dile getirmeleri gerekiyor artık.

        İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra siyaseten arka planda kalmayı seçen Almanya’nın giderek Avrupa’nın geleceğinin yönünü tayin etmede sorumluluk alması kaçınılmaz hale geliyor. Ne var ki, AB’nin rotasını tayin etmek de, o rotaya sadık kalınacağından emin olmak da zor.

        İngiltere’nin ve dünyanın en önemli uluslararası ilişkiler kurumlarından olan Chatham House’un Berlin’de ikincisi düzenlenen ve bu yıl “Avrupa’nın Stratejik Tercihleri” başlığı altında toplanan konferansı, hem güncel sorunları hem de geleceğin meselelerini mercek altına alıyor.

        Günün en can alıcı konusu kuşkusuz mülteci krizi ve Avrupa’nın buna yönelik günü kurtarma dışında bir politikası yok. Çaresizliğin en önemli nedeni mülteci akışının hızı ve yoğunluğu. Örneğin Almanya’nın Bavyera Eyaleti’ne her gün 6-7 bin mülteci geldiği söyleniyor. Nüfusu yaşlanan Almanya ve genelde Avrupa açısından genç nüfusun gelmesi kendi başına kötü bir gelişme değil. Ama kendi başına iyi bir gelişme de sayılmıyor.

        Gelenlerin çoğunun tahmin edilenden daha az nitelikli olması, dil bilmemeleri ve en önemlisi mülteci akınının, yüksek rakamlar nedeniyle yönetilmesindeki zorluk sıkıntı yaratıyor. Yaklaşık 600 bin kişilik işgücü açığı olduğu söylenen bölgelerinde bile Almanların mültecileri işgücüne katmaları, onlara istihdam sağlamaları bu koşullarda mümkün değilmiş.

        NATO’nun bir güvenlik krizi de sayılan bu konuda herhangi bir hazırlık yapmadığını, henüz masasının üzerine bu dosyayı koymadığını ise genel sekreterin stratejik analiz danışmanlarından birisi söyledi. NATO, meselenin kaynağında çözülmesinden yana. Yani Suriye krizinin bir şekilde kontrol altına alınmasını istiyor. Meseleyi böyle koyunca da Türkiye’nin rolü AB ülkeleri açısından büyük önem taşıyor. Ankara’nın nasıl bir siyaset izleyeceği, işbirliği koşullarının neler olacağı merak ediliyor.

        Suriye krizinin çözülmesi Rusya ile ilişkilerin yeni bir çerçeveye oturtulmasını gerektiriyor. O konuda ise Ukrayna krizi sonrasındaki politika belli ki gözden geçiriliyor. Bir yandan caydırıcılık açısından askeri tedbirlerin ve hazırlıkların artırılması istenirken diğer yandan ambargo rejiminin esnetilmesinden bahsediliyor. Tabii bu konuda AB üyesi ülkeler arasında bir görüş birliği yok. O nedenle de stratejiyi şekillendirmek ve buna uygun siyasetleri devreye sokmak güç.

        Önemli tartışma konularından birisi Avrupa’nın küresel sistemde stratejik rol üstlenip üstlenemeyeceği. Kapasitesi, savunma harcamalarındaki düzey, nüfus yapısı göz önünde bulundurulduğunda Avrupa’nın kendi alanı dışında etkili olabilmesi pek söz konusu değil.

        Çin en az Rusya kadar hatta giderek ondan daha dikkatli izleniyor. ABD’nin Ortadoğu’dan giderek uzaklaşacağı beklendiğinden, Çin’in Suriye krizine müdahalesi, Doğu Akdeniz’de veya Kuzey Kutbu’nda tatbikatlar yapması, Orta Asya’da, Afganistan’da birden hareketlenmesi tedirginlik yaratıyor. Buna karşılık Volkswagen’in üretimdeki yeniliklerinin yüzde 25’i Çin’den geliyormuş. Airbus’ın sivil ürünlerinde en büyük pazarı Çin. Çin’den Avrupa’ya gelen iş insanı ve turist sayısı Avrupa’dan gidenleri geçmiş.

        Avrupa kendisini 21. yüzyılın ikinci çeyreğine hazırlamak istiyor. Ancak öncelikle birliğini sarsan sorunları, dayanışma ve işbirliği içinde aşabilmeyi becermesi ve yeniden stratejik düşünce ve siyaset üretebilmesi gerekiyor. Bu açılardan da Türkiye ve AB’nin ilişkilerini yeniden gözden geçirmeleri ve birbirlerinin eksikliklerini gidermeleri önemli bir stratejik hedef olarak belirginleşiyor.

        Diğer Yazılar