Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bundan 24 yıl önce, şimdilerde German Marshall Fund (GMF) adlı kuruluşun Brüksel temsilcisi olan Ian Lesser “Türkiye: Köprü mü engel mi?” (Turkey: Bridge or barrier?) başlıklı bir yazı yazmıştı. Lesser’in yazısı o günlerde açıkça pek de sorulmayan soruları gündeme getiriyordu. Türkiye’deki toplumsal kimlik meselesinin Soğuk Savaş sonrasında daha ön plana çıkacağını düşünse de “Türkiye’nin temel Batılı yöneliminin neredeyse kesinlikle yerinde kalacağını” savunmuştu. Buna karşılık Avrupa ile sorunları ön plana çıkarıp ABD ile Türkiye’nin ikili ilişkilerinin buna da bağlı olarak daha yakınlaşacağını öngörmüştü.

        Yıllar içinde bu öngörülerin bir kısmı doğru bir kısmı eksik ya da yanlış çıktı. Ancak Lesser’in tanımladığı ve dikkat çektiği pek çok mesele de yerinde kaldı. Özellikle son yıllarda Ortadoğu’da yaşanan çalkantılar sonuncu jeopolitik ve askeri güç yeniden ön plana çıkınca. Lesser’in önemli bir tespiti Türkiye’nin Soğuk Savaş sonrasında giderek Avrupa’dan daha çok Ortadoğu güvenlik denklemi içinde önem taşıyacağıydı. Neredeyse çeyrek yüzyıllık değerlendirmede bir saptama ise ilerleyen yıllarda geçerliğini yitirdi.

        Lesser, “Solda veya dinci ve milliyetçi sağdaki Anti-Batı politikaları savunan gruplar fazla mesafe kat edemedi. Siyasi ve ekonomik seçkinler ve ordu, Batı’ya yönelik, Atatürkçü felsefeye derinden bağlı” diye yazmıştı. Arada geçen zamanda Türkiye’de rejimin ana niteliklerinin sorgulandığı, sistem değişikliğinin eşiğine gelindiği ve Batıcı programın reddedilmese bile ağır taarruz altında bulunduğu bir noktaya gelindi.

        Hayli ironik olarak 24 yıl önceki tespitlerin güvenlikle ilgili bölümleri halen geçerliliklerini koruyorlar. Özellikle son 6 yıla damgasını vuran kimlik odaklı ve ideolojik dış politika anlayışının ülkenin yapısal gerçekleri karşısında nasıl un ufak olduğu görüldükçe. Her ne kadar içeride kullanılan dil, müttefiklerle ilişkilerde benimsenen üslup Batı karşıtlığına prim veriyor ve damarlardaki kanı kaynatıyorsa da dış politika oflaya puflaya eski ayarlara büyük ölçüde dönüyor. Yapısal unsurlar ağırlığını koyuyor.

        Tabii bu yapısal unsurlardan birisi de Türkiye’nin dış politikasında müttefikleriyle kurduğu ilişkilerde iç politikasındaki, ittifak değerlerinden uzak uygulamaların pek lafının edilmemesidir. Nitekim, geçen haftalarda Türkiye’ye gelerek yetkililerle de konuşan Ian Lesser önceki gün GMF için yazdığı önemli ve hayli isabetli “Turkey’s travails, Transatlantic Consequences: Reflections on a recent visit” başlıklı değerlendirmesini şu cümlelerle bitiriyor:

        “Türkiye’nin mahallesindeki çatışma ve rekabet muhtemelen geçici olmayacağı gibi hayli uzun da sürebilir. Bu da Ankara ve transatlantik ortaklarını konvansiyonel tehditler kadar, göçten terörizme bir dizi yapısal ve uzun dönemli sorunla karşı karşıya bırakacak. Bu durumda, Türkiye uzun sürecek derin bir güvensizlik döneminden geçecektir. Türkiye-Batı ilişkileri de geçmiş dönemlerin güvenlik ağırlıklı ve genelde hayli rahatsız edici alışkanlıklarına dönecektir. Yani, çok az sıcaklık içeren, risklerle dolu, stratejik bir mantık ortaklığı”.

        Son 5-6 yılda gerçeklerle bağı büyük ölçüde koparma pahasına sürdürülen ve Türkiye’nin bugünkü güç ve etki potansiyelini aşan hedeflere odaklanan dış politikada artık bir soğukkanlı gözden geçirme dönemi başlamalı. Kadir Has Üniversitesi’nin yayınladığı “Türk Dış Politikası Kamuoyu Algıları Araştırması” da aslında bu zorunluluğa işaret ediyor. Bir yıl içinde IŞİD’in aslında ciddi bir tehdit olduğunu düşünenlerin yüzde 65.4’ten 89’a çıkması bu bağlamda önemli bir gösterge.

        Araştırmada AB üyeliğini isteyenlerin geçen seneki yüzde 42.4’ten bu yıl yüzde 62’ye çıkmasıysa içeride kopan tüm fırtınalara rağmen yüzde 90’ı bilgisini TV’den edinen bir kamuoyunun bile özlediği siyasal düzenin Batı normlarında olduğunu gösteriyor. Küçümsenecek bir veri sayılmaz.

        Diğer Yazılar