Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Belli bir yaştaki Türkiye vatandaşları, sabahın köründe uyanıp Muhammed Ali’nin Joe Fraser ile ya da George Foreman ile yaptığı boks maçlarını radyodan özel yayında dinlediklerini mutlaka hatırlar. Bu maçlara Müslüman dünyanın ilgisi başkaydı elbette. Zira yaşarken efsane haline gelmiş, Vietnam Savaşı’na asker olarak gitmeyi reddederek, savaş karşıtlığından ödün vermediği için haksız yere 3 yıl ağır sıklet boks şampiyonu unvanı elinden alınmış bu boksörün şahsında Müslüman dünyası, modern çağlardaki ilk kahramanına kavuşmuştu. Gerçi Ali aslında küresel ve evrensel bir kahramandı.

        Muhammed Ali’ye doğduğu zaman verilen isim, 19. yüzyılın kölelik karşıtı şahsiyetlerinden Cassius idi. O dönemin sapına kadar ırkçı Kentucky’sinde orta sınıf bir ailenin oğluydu. 12 yaşında çalınan kırmızı bisikletinin intikamını alabilmek için boksa başlamış, okuldaki dipsiz başarısızlığını spordaki başarısı ve hazırcevaplığıyla kapatmıştı. Cassius Clay, 1960 Roma Olimpiyatları’nda altın madalyayı aldıktan sonra profesyonelliğe geçmiş, başlangıçtaki başarısızlıklarının ardından hızla yükselerek dönemin şampiyonu, hayli gaddar bir boksör olarak bilinen Sonny Liston’un karşısına geçmeye hak kazanmıştı.

        Liston maçında üzerine bahis yaptıracak bahisçi bulunamamış, 7’ye 1 Liston favori gösterilmişti. 22 yaşındaki Clay’in tarzı boks spikerlerinin ve yazarlarının hiç hoşuna gitmemiş, ringdeki kıvraklığı ve hızı yadırganmış, çok kısa sürede Liston’un onu öldüreceği varsayılmıştı. Sonradan meşhur edeceği söylemiyle “kelebek gibi uçan ve arı gibi sokan” genç boksör, ayıya benzettiği Liston’u 8 raundda teknik nakavtla yenmiş, yere düşen rakibinin başında “En büyük benim, ben dünyanın kralıyım” diye bağırmıştı.

        Ağır sıklet boks şampiyonu olduktan hemen sonra dinini değiştirmiş, kendisine rehber aldığı Malcolm X’in izinden “İslam Milleti” örgütüne girmişti. Daha sonraları örgütün lideri Elija Muhammed ile arası açılacak ancak Müslüman kalacaktı. Clay’in Müslümanlığı kabul ederek Muhammed Ali olması, o günün şartlarında, beyaz ve ırkçı Amerika’ya başkaldırısının belki de en güçlü simgesel adımıydı.

        Başarıya ulaşmış siyahi sporcuların hiç yeltenmedikleri bir işi yapıp siyaset hakkındaki görüşlerini açıklayacak, o dönem ABD’yi kasıp kavuran “medeni haklar” hareketine destek verecekti. Bu hareketin başındaki Martin Luther King, Müslüman olma kararından sonra kendisine tebrik telefonu açan tek siyahi lider olacaktı.

        Ali, Vietnam’da savaşmak üzere askere çağrıldığında, savaşa gitmeyi reddetti. “Benim Vietkong ile bir sorunum yok” demiş, “Vicdanım onlara ateş etmeme izin vermez. Bana hiçbir zaman ‘Zenci’ demediler, beni linç etmediler, üzerime köpekleri salmadılar” diye eklemişti. Kendisine onca hayran olan Müslüman dünyada bunların çeyreğini söylese, ya hapse atılır ya da linç edilirdi, o başka.

        Başkan Obama, ölümünün ardından “Zor zamanda tutumunu değiştirmedi, başkaları susarken konuştu” diye anacaktı Ali’yi. Hem boksör hem de kamusal bir şahsiyet olarak Ali’nin tarzından rahatsız olanlara da şu sözlerini hatırlatacaktı: “Ben Amerika’yım. Ben tanımadığınız tarafınızım. Ama alışın; siyah, kendine güvenen, ukala; kendi adım sizinki değil; kendi dinim sizinki değil; kendi hedeflerim, benimkiler. Bana alışın.”

        3 yıl boyunca unvanı elinden alındıktan sonra yüksek mahkeme kararıyla yeniden ringlere döndüğünde dönemin şampiyonu Fraser ile yaptığı 3 maçtan birincisi, tüm dünyanın nefesini kesecekti. Maçın fotoğraflarını Frank Sinatra çekmiş, Norman Mailer de yazacağı bir kitap için notlar tutmuştu. Ali, kendisine Vietnam Savaşı’ndaki tutumu nedeniyle destek veren, zor zamanlarında da para gönderen Fraser’e ağır hakaretler etmiş, vahşi maç Fraser’in zaferiyle sonuçlanmıştı. Sonraki 2 maçı Ali almış, ancak boks hayatını çok uzattığından ileride konuşmasını engelleyecek, tüm vücudunu titretecek beyin hasarına kendini açmıştı.

        Muhammed Ali, yalnızca müthiş bir boksör değil, 20. yüzyılın en renkli ve en önemli şahsiyetlerinden biriydi. Cesurdu, ilkeliydi ve inançlıydı. Yaşayan bir efsaneydi. İlkesi uğruna her şeyi tepebilen bir insan olarak, tüm dünyada ölümüne kadar saygı gördü. Bu saygıyı hak etmek için de hep gayret etti. Kapısını çalan herkese de yardım ettiği biliniyor. Kısaca, şişkin egosunun iddia ettiği kadar büyük bir adamdı ve öyle de tanınıyordu.

        Bir gün, daha henüz gençken, kanserden ölen bir çocuğu ziyaret ettiğinde, çocuğa kendisinin Sonny Liston’u, onun da kanseri yeneceğini söyler. “Hayır” der çocuk. “Ben Tanrı’ya gidiyorum ve onu gördüğümde seni tanıdığımı söyleyeceğim.”

        Diğer Yazılar