Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Suriye’de Rusya ile ABD’nin kotardığı meşhur ateşkes üzerine onca yazı yazılması doğrusu bana çok şaşırtıcı gelmişti. Bu anlaşmanın ancak bayramda şiddetten, bombardımandan, açlıktan bezmiş insanlara bir mola sunmaktan başka bir işlevi olmayacağı belliydi. Kana susamış Esad rejimi “ateşkes”i başından itibaren ciddiye almadığından, en iyi bildiği işi; yani insanları kitlesel olarak katledecek bombardımanları sürdürmekten geri durmamıştı. Bundan da önemlisi Suriye’de savaşan taraflar henüz savaşa doymuş değil.

        El Kaide buradaki faciadan ziyadesiyle nemalanıyor. Diğer grupların da şu an için mücadeleyi bırakmaya niyeti yok. Bölgesel güçler henüz ne havlu atma ne de birbirileriyle uzlaşma noktasına gelmiş değiller. Yani genelde sanılanın aksine Rusya ve ABD’nin kendi başlarına ve yerel/bölgesel unsurları dikkate almadan bu sorunu çözmeleri, sonuca ulaştırmaları, kanımca mümkün değil. Bu savaşın bir galibinin olması da mümkün değil. Büyük devletlerin eğer bir katkısı olacaksa bunu ancak diplomatik süreci sonuç alıcı hale getirerek becerebilirler, ki o hedeften henüz uzak olunduğunu sanıyorum.

        ABD’nin yanlışlıkla ya da değil, Suriye askerlerine saldırması, Rusya’nın BM’ye ait bir yardım konvoyunu bombalaması, bu “ateşkes” maskaralığının boyutları hakkında insana fikir veriyordu. Şunu kabul etmek gerekiyor; Obama yönetiminin “Ben görevi devredene kadar, askerim Suriye’de ölmesin. Ama ben gene de âlem alışverişte görsün babından, Dışişleri Bakanı’m John Kerry’yi Sergey Lavrov’la görüştürmeye devam edeyim” şeklinde özetlenebilecek siyaseti, ocak ayında yeni başkan işbaşına gelene dek değişmez. Böyle bir tavrın da herhangi bir çözümde ağırlık taşıması söz konusu değildir.

        Mitat Çelikpala’nın çok yerinde tespitiyle; Suriye üzerinden hayli ucuz maliyetle kendisini bölgesel gelişmelerde asli söz sahibi, bir dünya gücü olarak ortaya koymuş Rusya, bu savaşın bitmemesinden ciddi rahatsızlık duyacak değildir. Savaşın asıl yükünü çekenler, çilekeş Suriyeliler ve onların komşusu olan ülkelerdir. Elbette bunlardan biri de Türkiye.

        Ankara’nın bugüne dek Suriye’ye yönelik dış politika diye uygulayageldiklerine bakıldığında, Türkiye’nin bu krizi gerçekçi bir şekilde değerlendirdiği sonucuna varmak kolay değil. Uzun zaman Esad rejiminin gitmesine odaklanılmıştı. O hedefe yönelik olarak cihatçı gruplara müthiş yatırım yapıldı, güney komşumuzu kavuran mezhepçiliğin zehirinin ve şiddetinin Türkiye’ye yöneleceği hesaplanmadı. Yalnızca iktidarın ideolojik unsurları değil, dışişleri bürokrasisinde bile savaş bitince cihatçı grupların kolayca halledileceğine inanmak tercih edildi. Bunun aksini söyleyenler dikkate alınmadı.

        Esad’ın gidici olmadığı anlaşılınca ve içeride PKK ile savaş yeniden başlayıp, Suriye’nin içinde PYD/YPG güçleri ABD yardımıyla palazlandıkça bu örgütler asli hedef haline geldi. IŞİD ile mücadele bile en sonunda PYD’nin önünü kesmek başka şekilde mümkün olmayacağından ciddiye bindi ve TSK destekli ÖSO Cerablus’u aldı. Ses edilmiyor ama bu kolay safhada bile 6 tank vuruldu. Dün de Kilis’e yine füzeler yağdı.

        Bundan sonrasında Türkiye’nin son derece dikkatli olması ve askeri/siyasi hedeflerinin ne olduğunu “fütuhat” çılgınlığına kapılmadan tartışması gerekir. Gerçekten de Türkiye’nin “çıkış planı” nedir? Hangi sonuca varıldığında operasyonun başarıya ulaşacağına karar verilecektir? Girmeyeceği açıklandı ama piyade Suriye’ye girecek olursa orada yaşanması kaçınılmaz çatışmalarda şehit olanların hesabını kim verecektir ve bu ölümlerin gerekçesi ne olacaktır? Alandaki güçlerle çatışma ihtimaline karşı gerekli önlemler alınmış mıdır? El Bab’a girilirse burası nasıl elde tutulacaktır?

        ABD’nin, NATO’daki müttefiki Türkiye’nin bir ulusal güvenlik tehdidi olarak gördüğü PYD’ye doğrudan silah vermeyi tartışması (ya da bunu sürdüreceğini söylemesi) elbette rahatsız edicidir. Böyle bir tercih Türk-Amerikan ilişkilerindeki gerginliği artıracaktır. Suriye krizi kısa sürede bitmeyeceğine, ilişkilerin koparılması da tarafların işine gelmediğine göre tarafların bu meseleyi müzakere etmeleri ve bir ortak paydada buluşmaları gerekecektir.

        Diğer Yazılar