Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Ebubekir el Bağdadi, önderliğini yaptığı örgütün yani (IŞ)İD’in kurduğu hilafeti Musul’un Merkez Camii’nde iki yıl kadar önce ilan etmişti. Bağdadi, Suriye’den Irak’a uzanan bir bölgeyi kontrol altına alarak sınırları yok ettikleri için de Osmanlı’nın Arap topraklarını Britanya ve Fransa arasında paylaştıran Sykes-Picot anlaşmasını da geçersiz kıldıklarını ilan etmişti. Örgütü diğer cihatçı örgütlerden ayıran özelliği belli bir toprak parçasını yönetmeye, hükümranlığını kanıtlamaya verdiği önemdi. Kısacası, (IŞ)İD bir devlet kurma projesiydi.

        Sanıyorum Barack Obama ve kurmayları da (IŞ)İD’in terör eylemleri kadar hatta belki bundan da fazla örgütün devletleşme projesine odaklanmayı doğru buldular. Ortadoğu’yu paramparça edecekler diye konuşanların temelsiz beklentilerinin aksine, en azından şimdilik baş hedef olarak yerleşik sınırların korunmasını koydular. Bu sınırlar ve o sınırlar içinde başkentlerin hâkimiyeti giderek zayıflamasına rağmen görüntünün muhafaza edilmemesi tüm büyük güçler açısından önem taşıyordu.

        ABD’nin çok yavaş giden (IŞ)İD ile mücadelesi aslında örgüte büyük zarar verdi. Elinde tuttuğu toprakların çoğunu kaybettiği gibi, yeniden bunları kazanmasının mümkün olamayacağı bir gerileme yaşadı. Para kaynakları kurudu. Devletleşme projesinin önlenmesi, savaşçıların giderek muharebe iradesini yitirmeleri gibi gelişmeler de, ABD’nin sistematik olarak örgütü geriletecek ağır bombardımanları da Kobani kuşatmasından sonra ivme kazandı.

        Kobani’de, aslında Türkiye’nin yapmış olması gereken bir hamleyle, havadan müdahale eden ABD 2000 kadar (IŞ)İD militanını öldürdü ve örgütün 2014’teki yenilmezlik havasını, işgal ettiği topraklardaki durdurulamaz yürüyüşü efsanesini yıktı. (IŞ)İD’in öncülü Irak İslam Devleti’nin kurucusu Ebu Musab el Zarkavi döneminden beri ideolojik propagandanın merkezine yerleşen “Mahşer” savaşının yapılacağı kent olan Dabık’ta bile adamakıllı bir direniş gösteremediğinden, şehri Türkiye destekli ÖSO’ya kaptırdı. Musul’dan da çıkarılacak ve nihai hesaplaşma için Rakka’ya da çekilecektir.

        Nasıl savaşacağı, ne ölçüde direneceği tam belli değilse de bu savaşın çok kanlı, çok vahşi olmasını bekleyebiliriz. Musul sıradan bir kent değil. Arap milliyetçiliğinin kalelerinden biriydi, şimdi de Sünni direnişin odak noktalarından. (IŞ)İD’in şehre neredeyse elini kolunu sallayarak girip çok küçük bir kuvvetle zafer kazanması yalnızca Irak ordusunun kepaze performansından dolayı değildi. Şehirde ve etraftaki aşiretlerde kendisine bir destek tabanı bulabilmesindeydi.

        Bu savaşa katılan güçlerin her birinin kendine göre hesapları var. Bu nedenle hemen herkes şehrin geri alınması kolay gerçekleşse bile ardından patlayabilecek mezhep temelli şiddet dalgasından korkuyor. Daha önce girdikleri Sünni şehirlerinde korkunç bir sicil oluşturan Şii milislerin şehre girmesi bu nedenle istenmiyor. Uzun sözün kısası, Musul savaşının asıl merak edilen, iyi planlanması gereken boyutu şehrin (IŞ) İD’den alınmasından çok, daha sonra nasıl bir yönetim kurulacağı.

        Türkiye’nin bu krizde izlediği diplomasi aslında siyaset alanında söylenenlerden çok daha ihtiyatlı, gerçekçi ve sonuç alıcıydı. Başika’daki TSK güçleri tarafından eğitilen Ninova Bekçileri’nin savaşa katılması, Bağdat yönetiminin Şii milislerin kent merkezine girmeyeceğini söylemesi ve fiiliyatta Başika’daki güçlerin yerinde kalacak olması başarı hanesine yazılacak sonuçlar. Kısacası söylenenlerle yapılanlar arasındaki farkı görmek gerekir.

        İç siyaset hesapları son haftalarda Türkiye’deki yayılmacı bir damarı çok kabarttı. Bunun gerçekleşemeyeceği aşikâr olsa bile. Enverciliğin ruhu tüm toplumu kavramış gibi. Asıl yapılması gerekense diplomasiye yaslanmak ve (IŞ)İD gittikten sonra Musul’da yeni bir yapılanmanın barışçı şekilde kurulmasına katkıda bulunmaktır.

        Diğer Yazılar