Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Wıkıleaksbelgeleri ortalığa döküldüğünde Türkiye hakkındaki en çarpıcı gözlemlerden birisi şuydu: Dönemin ABD Büyükelçisi, Türkiye’nin “Rolls Royce ihtirasına sahip ama Rover kaynaklarıyla idare eden bir ülke” olduğunu yazmıştı. Rolls Royce lüks otomobil markaların şahikalarından, Rover ise İngiliz alt orta sınıfının kullandığı bir arabaydı.

        O dönemde, yani 2000’li yılların ikinci yarısında herhalde kimse bu yargıyı kabul etmeye hazır değildi. Türkiye ekonomisi uçuyor, BRIC dörtlüsüne T harfinin eklenip eklenmeyeceği konuşuluyordu. Türkiye’nin uluslararası sistemdeki değeri tavan yapıyor, Arap isyanlarının ardından neredeyse tüm dünya Ankara’nın gözüne bakıyordu. “Türkiye modeli” laflarından geçilmiyordu. Hemen her konferansta Türk dış politikasının tercihlerinin ne olduğu soruluyor, analizi yapılıyor, bu ansızın gelen büyük toplumsal dalganın yönetilmesinde önderlik Ankara’dan bekleniyordu.

        Elhak, Türkiye de o dönemdeki özgüveniyle bu tür yaklaşımlardan müthiş keyif alıyor, tüm dünyaya caka satıyordu. Dış politikanın mimarına göre, Türkiye yalnızca bölgesel değil küresel etkisi olan bir güçtü. Tarihinin ve coğrafyasının kendisine bahşettiği gücü artık geçmişin “pısırıklığından” sıyrılarak kullanacaktı. Ortadoğu’daki dönüşümün sahibi, yönlendiricisi Türkiye olacaktı. Doğrusu hem dünya kamuoyu hem de Türkiye toplumu bu büyük iddiayı, yani Rolls Royce ihtirasını ciddiye almıştı.

        Zbgniew Brzezinski, henüz Stratejik Vizyon kitabını yazmamış, ülkeleri “sabırlı hırs” sahibi olanlar ve “ihtiyatsız kendini kandırma” eğiliminde olanlar diye iki kategoride değerlendirmemişti. Sabırsa Türkiye’de pek yoktu. Bu önemli değildi belki ama kimse de kendini kandırmada bu denli uçulacağını tahmin edememişti doğrusu.

        Özellikle Suriye krizinde 2011 Ağustos’undan beri izlenen politikayla Rover kaynaklarının yetersizliği ortaya çıkmıştı. Ankara, elindeki avantajları birbiri ardına harcamış, güç dengesini kavramamış, kendi hayallerinin peşinde, “Acaba yanlış yapıyor muyum?” diye sorgulama gereği de duymadan bataklığa dalıvermişti.

        Fırat Kalkanı ayranları iyice kabarttı. Ne var ki son günlerin gelişmeleri, Suriye’de Halep’in tamamının rejimin eline geçmesi an meselesiyken Türkiye’nin daha tutarlı ve ciddi bir politika izlemesinin, söyleminin ciddileşmesinin gerekliliğini tüm çıplaklığıyla ortaya koydu.

        Mesele yalnızca askeri imkânlardan ve beceriden ibaret de değil. Türkiye’nin dünyada fırtınalar estirdiği dönemde, ekonomisi düzgün işliyor, iç ve dış politikadaki dili de dünyaya yapıcı bir vizyon sunuyordu. İkisinin de yerinde artık yeller esiyor. Ekonomide bugünkü kadar kırılgan olundukça Türkiye’nin dış politikada iddialarını sürdürmesi de mümkün olmaz. Hele Trump döneminin nasıl bir ortam yaratacağına dikkat edilmez ve ivedilikle gerekli önlemler alınmazsa ligden düşüş ihtimali artar.

        Türkiye’ye geçtiğimiz dönemlerde müthiş destek vermiş olan Financial Times Gazetesi’nin geçen gün verdiği “Türkiye’de Yatırım Yapmak” başlıklı ekte, önemli yazılar vardı. Bunlardan birinde, Daron Acemoğlu ve Murat Üçer, ABD Başkanı seçilen Donald Trump’ın izleyeceği politikalarla dünyadaki ekonomik ortamın değişeceğine ve Türkiye gibi ülkelerin bundan olumsuz etkileneceklerine dikkat çekiyor.

        Trump, bir yandan vergi oranlarını düşürüp diğer yandan da ciddi altyapı harcaması yapacak. Bunun sonucunda da Amerikan faiz oranlarının yükselmesi gündeme gelecek, giderek ciddi iktisatçıların sözünü ettikleri dolar kıtlığı dönemi de başlayacak. Bu durumda ekonomideki tepetaklak olma durumunu kendisini avutarak geçiştirmeye çalışan Türkiye gibi ülkeler, buradan bir sille daha yiyecek.

        Acemoğlu ve Üçer’e göre, “ekonomide toparlanma zor tercihler gerektirecek; ekonomik reformlara girişmek, yürütmenin yargı ve ekonomi kurumları üzerindeki kontrolünü kırmak, AB ve ABD ile yakınlaşmayı başlatmak... Trump döneminin hırçın ve öngörülemeyen rüzgârlarına Türkiye ancak böyle karşı koyabilir”. Ve ancak böyle bölge ve dünya siyasetinde yeniden söz sahibi olma şansı yakalayabilir.

        Diğer Yazılar