Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Barack Obama görevi devraldığında selefinin politikaları nedeniyle gücü ve etkisi azalmış bir ABD buldu. 2008 ekonomik krizi ABD ve genel olarak Batı’nın, tek başlarına dünyanın ekonomik gidişatı üzerinde söz sahibi olamayacaklarını göstermesi bu güç kaybının bir boyutuydu. 2008 aynı zamanda Çin’in dünyanın ikinci büyük ekonomik gücü olduğunun tescil edildiği yıldı. Sadece bu olgu bile “tek kutuplu” dünya döneminin sonunu vurguluyordu.

        ABD’nin dünya sistemine mutlak şekilde hâkim gözüktüğü dönemi bitiren stratejik hamleyse Irak savaşıydı. Irak’a, Ortadoğu üzerinden Amerikan hegemonyasını yeniden inşa etmek hevesiyle saldırıldı. ABD bu savaşı kendi kurduğu kurumları hiçe sayarak, yerleşik kuralları çiğneyerek yapınca hem yerleşik sistemin hem de kendi gücünün meşruiyetini zayıflattı. Kendi açısından daha kötüsü, bir boyutuyla Tahran’ı adam etme hedefi taşıyan bu savaşın sonunda İran bölgenin en güçlü ülkesi haline geldi.

        Bush, Obama’ya ekonomik bir enkaz devrederken dış politikada nispeten onarılmış bir miras bıraktı. İran’da rejim değişikliği veya nükleer santralların bombalanması aslında gündemden kalkmıştı. Irak’ta Sünni güçlerle işbirliği yapılarak bugünkü IŞİD’in öncülü IİD (Irak’taki İslam Devleti) çökertilmişti. “Demokrasi ihracı” projesi büyük ölçüde rafa kaldırılmıştı. Obama bu parametreler içinde önceliği İran ile ilişkileri geliştirmeye, İslam dünyasıyla barışık bir görüntü vermeye ve Rusya ile ilişkilerde yeni bir baş- langıca verdi. Seçilmeden önce de Amerikalılara verdiği söz Afganistan ve Irak’tan çıkmaktı.

        Sekiz yılın sonunda, Filistin-İsrail barı- şında bir yere varılamadı. Arap isyanları sırasında Obama kimseye yaranamadı. Baş- kaldıranlara destek verdiğinde muhafazakâr Arap devletlerinin tepkisiyle karşılaştı. Mübarek gibi müttefikleri aslanların önüne attığı için kınandı. Mısır’da, Suudi Arabistan’ın desteklediği darbeye karşı çıkmadı, Suriye’de ise tutarsızlıklarla dolu bir politika izleyerek üzerine ağır bir vebal aldı. Afganistan ve Irak’tan çıkamadı.

        Bunlara karşılık Endonezya gibi yükselen bir Müslüman ülkeyle ilişkileri derinleştirdi. Hindistan-ABD ilişkilerini merkezi bir konuma getirdi. Çin’in yükselişini kontrol altına alabilmek için Asya açılımını gündeme getirdi. Bu açılımın en önemli ayağı olan ve Çin dışındaki 11 Asya ülkesiyle ABD arasında bir serbest ticaret bölgesi yaratan Pasifikötesi Ortaklık (Transpacific Partnership-TPP) anlaşmasını imzaladı. Trump görevdeki ilk işinin bu anlaşmadan çıkmak olacağını söyledi ki, ABD açısından yeni bir sözüne güvenilmezlik sorunu yaratacaktır.

        Obama’nın Ortadoğu’daki başarısız bulunan politikaları ve Rusya’ya meydanı boş bırakması çok eleştirildi. ABD’nin prestijini düşürdüğü güç ve etkisini azalttığı suçlamalarıyla karşı karşıya kaldı. Obama açısından Rusya geleceğin değil geçmişin, yalnızca bölgesel ağırlık taşıyan bir gücüydü ve öncelikli bir konu sayılmamalıydı.

        Obama’nın kayda geçecek en önemli başarılarıysa İran ile BM Güvenlik Konseyi üyeleri ve Almanya’nın imzaladığı nükleer anlaşma, Küba ile diplomatik ilişkilerin yeniden tesisiyle ABD’nin inatla sürdürdüğü bir yanlışlığı düzeltmesi ve Paris’te imzalanan iklim değişikliği anlaşması oldu.

        Ancak belki de Amerikan dış politikasına ve dünya düzenine en önemli katkısı ABD’nin kapasitesinin sınırlarını kabul etmesi ve her meseleye silahlı kuvvetlerle müdahil olmaktan vazgeçmesiydi. Önümüzdeki dönemin en önemli özelliği dünya sisteminde güç ve sorumlulukların dağılmışlığı. Yeni düzen, ABD diğerlerinden güçlü kalacaksa da, hem çok kutuplu hem de ademi merkeziyetçi olacak. Bu düzenin kuralları, parametreleri ve davranış formülleri de henüz belli değil.

        Obama’nın dış politika sicilinin tam değerlendirmesi için bir süre sabretmek ve onun döneminde başlayan yeniden mevzilenmenin şeklinin şemalinin tam olarak ortaya çıkmasını beklemek gerekecek.

        Diğer Yazılar