Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Çiçeği burnunda Amerika Başkanı’nın kişiliği, tarzı ve kendisinden dış politikada neler beklenebileceğiyle ilgili herhangi bir tereddüt ya da iyimserlik vardıysa yemin konuşmasıyla uçup gitmiştir.

        Trump dönemi Amerikan dış politikasıyla ilgili belirsizlik, yalnızca deneyim ve açıkça kamuoyuyla paylaşılmış bir dünya görüşü eksikliğinden kaynaklanmıyor. Trump’un kendisi 1980’li yılların ortalarından itibaren görüşlerini kamuoyuyla paylaşmıştı.

        Cumhuriyetçiler tarafından aziz mertebesinde sayılan, Soğuk Savaş’ı bitirdiği için de ABD’nin önde gelen başkanları arasında gösterilen Ronald Reagan, döneminde 3 önemli gazetede ilan olarak yayınlanan mektubundaki fikirlere halen sahip.

        O mektuptaki Trump ile yemin töreninde konuşan arasında fark yok. Yani ABD’nin dünya jandarmalığı, müttefiklerini koruması, ticarette serbestlikten yana olmasını yanlış buluyor. “Dünya, sahibi olmadığımız gemileri koruduğumuz, ihtiyacımız olmayan ve bize yardımcı olmayacak müttefiklere giden petrolü taşıdığımız için Amerikalı politikacılara gülüyor... Amerikan ekonomisini, kendi özgürlüklerini koruyacak parası olanları savunmak için yaptığı harcamalardan kurtararak büyümesini sağlayalım.”

        Müttefiklere bakışında, serbest ticaretin Amerikan işçisine zarar verdiği inancında 30 yıldır bir değişiklik yok. Onun şahsında, Walter Russell Mead’in Foreign Affairs Dergisi’ndeki son yazısında vurguladığı gibi, “Amerikan halkı 70 yıldır ilk kez İkinci Dünya Savaşı sonrası dış politikasının merkezinde olan siyasetleri, fikirleri ve kurumları küçümseyen bir başkan seçti”.Üstelik bu başkanın okumakla, bilgilenmekle, bir işin ya da meselenin detaylarına vakıf olmakla uğraşmak gibi dertleri yok. Bu nedenle AB’nin ya da NATO’nun ABD açısından önemi konusunda kolayca atıp tutabiliyor.

        Soğuk Savaş’tan bu yana Amerikan dış politikasına yön veren doktrin, ülkenin gücünün liberal bir ekonomik ve siyasal düzenin muhafazasında kullanılması gerektiğini savunuyordu. Bu yaklaşımın çeşitli versiyonları farklı zamanlarda öne çıktı. Ama sonuçta yeni muhafazakârların askeri güce dayalı emperyalizmi, liberallerin insan hakları odaklı girişimleri, hatta daha katı ulusal güvenlik anlayışına sahip realistlerin önerileri, hepsi ABD açısından küresel bir perspektiften yanaydı.

        Trump ve onu seçen kitle ile Amerikan seçkinlerinin bir bölümü, uluslararası kurumları öne çıkaran, küresel ya da kozmopolit bir bakışı yansıtan yaklaşıma bayrak açtı. Yemin konuşmasına da damgasını vuran, dışlayıcı Amerikan milliyetçisi öz ön plana çıktı. İçe dönük Amerikan milliyetçiliği, güvenmediği, Amerikan halkının çıkarlarını dünya ölçeğindeki çıkarlara feda ettiğini düşündüğü seçkinlerin bakışını reddetti. Şans eseri de olsa iktidarı ele geçirdi.

        Bu durumda “Yeni başkan hep savunageldiği gibi ABD’yi dünyadan tecrit etmeye çalışacak mı?” sorusu herkesi meşgul ediyor. Kimilerine göre ABD Başkanı’nın dünya görüşü, Amerikan devletinin “siyasi gerçekçiliğe bağlı hesaplarını, jeopolitik anlayışı” ve “dış politika/ güvenlik seçkinlerinin Amerikan çıkarlarını tanımlayışı” karşısında geri çekilecektir.

        Her durumda yeni bir dengenin kurulması, farklı bir stratejik anlayışın şekillenmesi gerekecektir. Trump’ın korumacılık ve İslamcı terörle kıyasıya mücadele dışında bir dış politika hedefi sunmaması da aslında yeni perspektifin henüz şekillenmediğinin bir işareti sayılabilir.

        Tabir-i caizse “Kervan yolda düzülecek” gibidir. Mead’e göre asıl mesele, “liberal dünya düzeninin yapısının tamamlanması değil, (bu) düzenin erimesini durduracak formülün bulunması ve küresel sistemi daha sağlam temeller üzerine kalıcı şekilde oturtmaktır... Bunu yaparken de kozmopolit elitler kadar etraflarındaki yıkıcı değişimden ürken ve ona tepki gösteren toplumların taleplerine de kulak vermek gerekecektir”.

        Diğer Yazılar