Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Washington

        Donald Trump başkan seçildiğinden beri ABD başkentinin havasında uğursuz bir ağırlık olduğunu herkes söylüyordu. Aslında bunda şaşılacak bir durum da yok. Trump, burada yüzde 10’un altında oy aldı seçmenden. Her ne kadar gündelik hayat sürüyor ve insanlar işleri güçleriyle uğraşıyorlarsa da görevleri, meslekleri, ilgi alanları itibarıyla siyaset ve dış politikayla ilgilenenlerdeki şoka uğramışlık hali belli ki sürüyor. Yerleşik düzenin tüm kurumları neye uğradıklarını şaşırmış vaziyetteler.

        Bürokrasi, kendilerine güvenmeyen yeni yönetim altında neyi nasıl yapacağını bilmez vaziyette ve burnunun ucunu göstermekten korkuyor. Bilgi akışındaki normal yollar işlemiyor. Özellikle güvenlik bürokrasisi kapsamlı raporlar yerine bir sayfalık, bol grafikli özet yazılar yazmaya alışmak zorunda. Eski tüfeklerden çoğu yeni yönetimle çalışmak istemediği gibi, yönetimin önde gelen şahsiyetlerinin kim olduğunu da pek bilen yok. 70 yıllık dış politika yönelimini sorgulayarak başa gelen ve içeride sistemi dönüştürme iddiası taşıyan bir yönetimin yarattığı sorunlar bunlar.

        Böyle bir ortamda, Türkiye’deki iktidarın kendisinden çok şey beklediği, dengesiz Ulusal Güvenlik Danışmanı emekli General Michael Flynn görevinden istifa etmek zorunda bırakıldı. Flynn’in günahı/suçu aralık ayında kendisinde hiçbir yetki yokken Rus büyükelçisiyle dış politika konuşmak, ambargoların kaldırılabileceği mesajı vermek ve ardından da konuşmanın içeriği hakkında Başkan Yardımcısı Pence’i yanlış bilgilendirerek bu konuda yalan söylemesiydi. Ancak arka planda bundan daha derin birtakım gelişmeler var.

        Amerikan yerleşik güvenlik ve dış politika seçkinleri, Trump’ın kampanyası sırasında dile getirdiği pozisyonları ve siyaset tercihlerini bir bir törpülüyorlar. Seçildikten sonra onyılların geleneğini bozarak Tayvan Cumhurbaşkanı ile telefonda konuşan Trump, ülkesinin Tayvan’ı ayrı bir ülke olarak görmediğini teyit eden “tek Çin” politikasına bağlı olduğunu söyledi. Ardından da kampanyası sırasında epeyce yüklendiği Japonya’nın başbakanına (Japon adlarında soyadının başta yazıldığını bilmediğinden kendisine soyadıyla hitap etse de) müthiş ilgi gösterdi, birlikte golf oynadı. Asya’daki güvenlik ekseninin bozulmayacağı mesajını verdi.

        TÜRKİYE’Yİ DE İLGİLENDİRİYOR

        Rusya konusunda ise gerek Kongre gerekse kabinesindeki daha geleneksel şahsiyetler fazla yakın ve Moskova’nın siyasetini, yaklaşımlarını sorgulamayan tavra karşı cephe almaya başladılar. Ivan Krastev ve Stephen Holmes’in Foreign Policy Dergisi’nde yazdıkları gibi, “Kremlin Demokratların Rusya’yı, Trump’ı gözden düşürmek ve Kongre’de alaşağı etmek, Cumhuriyetçi seçkinlerinse Rusya’nın gazını almak ve Trump’ı dizginlemek için kullanmak istediğini biliyor. Rusya yönetimi sadece Trump’ın düşmesinden değil, Kongre’deki şahin Cumhuriyetçilerle arasını düzeltebilmek için Başkan’ın oportünist bir manevrayla sert bir Moskova karşıtı tavır almasından da kaygı duyuyor”. Trump’ın öngörülemezliği de belli ki Putin açısından bir sorun oluşturuyor.

        Gene Krastev ve Holmes’e göre, “Trump’ın başkanlığı Moskova’nın Çin ve İran ile ilişkilerini de karmaşıklaştırdı. Moskova. Batı ile ilişkilerinin normalleşmesini istiyor ancak bunun bedelinin, Trump’ın kafaya koyduğu anti-Çin bir koalisyonun içine girmek olmasını istemiyor”.

        Trump’ın Rusya ve özellikle İran politikası tercihleri Türkiye’yi de elbette çok yakından ilgilendiriyor. Washington’da bu konularda alınacak kararlar Ankara ile ilişkilerin hangi çerçevede yeniden kurgulanacağını da belirleyecek. İlk temaslardan edindiğim izlenim, Türkiye stratejik bir ortak olmaktan çok belirli kolaylıkları sağlayabildiği, belli politikaların uygulanmasında yararı olduğu takdirde konu bazında birlikte hareket edilebilecek bir ülke konumunda. Bu bağlamda da iç politikasındaki gelişmelerin yeni yönetim indinde pek bir önem taşıdığını söylemek zor.

        Diğer Yazılar