Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BU yıl en iyi film dalında Oscar ödülüne aday gösterilen filmlerden “The Post”, 1971 yılında Vietnam Savaşı sırasında Johnson ve Nixon yönetimlerince söylenen yalanları sergileyen Pentagon belgelerinin Washington Post Gazetesi’nde yayınlanmasının hikâyesini anlatıyordu. Nixon yönetimi, ABD’nin önde gelen gazetesi New York Times’a yayın yasağı koymuş, o güne dek yerel bir gazete olarak kalmış Washington Post’un sahibesi Catherine Graham gazete hisselerinin borsaya sunulacağı anda çok riskli bir karar alarak bu haberin basılmasına izin vermişti.

        Bu olayla Washington Post bir ulusal gazete haline gelmiş, bir zamanlar iktidar sahipleriyle içli dışlı ilişkileri nedeniyle siyasi gerekçeleri haberin önüne de koyabilen Genel Yayın Yönetmeni Ben Bradlee bir basın efsanesine dönüşmüş, Post’tan aldıkları cesaretle diğer büyük şehir gazeteleri de topa girmişti. Anayasa Mahkemesi konuyu basın özgürlüğü çerçevesinde değerlendirmiş, gazeteleri korumuş, Amerikan demokrasisi ve basın özgürlüğü ciddi bir sınavdan başarıyla geçmişti. Kindar Başkan Nixon, Washington Post’a savaş açmış, ancak bu gazete Watergate skandalını da ortaya çıkaran yayın organı olmuş ve Amerikan tarihinin akışını değiştirmişti.

        Filmin anlattığı hikâye başlı başına heyecan vericiydi gerçi ama bir sinema eseri olarak da “The Post” keyifle izlenen bir yapımdı. Filmi izlediğim Beyrut’ta Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın cuma hutbesindeki tehditlerine rağmen 12 sinema, filmi gösterime sokmuştu. Arkadaşlarımdan sonradan aldığım bilgiye göre de epeyce izleyici bulmuştu. 80 milyonluk Türkiye’de filmin izleyici sayısı, medya sektöründe film hakkında kabaran tavsiyelere rağmen 66 binde kalmıştı. Bunun sebeplerini de belki birisi merak edip araştıracaktır.

        Washington Post kazandığı bu prestiji uzun süre korudu. Ülkenin en önemli ve güvenilir gazetecileri burada çalıştı. Gazete Irak Savaşı’na gidilirken, “liberal müdahalecilik” adına savaşı destekleyen bir yayın çizgisindeydi. Giderek basını etkisi altına alan tiraj ve reklam kaybetme felaketinden payına düşeni aldı. 2013 yılında Amazon’un sahibi Jef Bezos’a satılınca yeniden şahlandı, müthiş bir gazetecilik sergilemeye başladı. Gazetenin yönetimine de Martin Baron geçmişti.

        CEVAP ARAYAN SORULAR

        Baron 2001’de Boston kentinin gazetesi Globe’da Katolik kilisesindeki oğlan çocuklarına yönelik cinsel istismar salgınını anlatan uzun ve sarsıcı hikâyeyi gazetenin Spotlight ekinde yayınlama kararını vermiş kişiydi. Türkiye’deki vakıflarda, okullarda ve benzeri yerlerdeki çocukların cinsel istismarı hadiselerinin gizlenmesi, üzerine gidilememesi gibi Boston’da da yalnızca kilise değil, Katolik camiasının tüm ileri gelenleri bu haberin yapılmasına karşı çıkmış, örtbas alışkanlığının devamını istemişlerdi. Oscar ödüllü bir filme de konu olan bu yayın bir gazetecilik başarısı olarak tarihe geçmiş, Katolik Kilisesi’nin bu karanlık tarafı ifşa edilince binlerce tacize uğramış kişi sırlarını ortaya dökmüşler, kilisede de bir temizlik başlamıştı.

        Martin Baron geçen hafta Reuters ajansının her yıl düzenlediği bir törende konuşmacı olarak Oxford Üniversitesi’ndeydi. Haber yapma, verebilme, etik değerler, gerçekle gerçek olmayan arasındaki bağın giderek kopması gibi Türkiye medyasını da çok yakından ilgilendiren konulara değindiği konuşması bazı sorularla başlıyordu. “Gerçek sonrası” ya da Trump dönemi gazeteciliği bu sorulara cevap aramak ve bunların yansıttığı gerçekle başa çıkmak zorundaydı.

        Sorular şunlardı: “Başkan’ın söylediklerinin yanlış/yalan olduğunu gösterdiğimizde kamuoyunun çoğunluğu neden yalnızca omuzlarını silkti? Yanlış olduğunu belgeleriyle gösterdiğimiz şeylerin doğruluğuna bunca insan nasıl inandı? Bir gecede kurulan internet siteleri manyakça komplo teorilerini ve yalan yanlış haberleri başarıyla yayarken nasıl olup da bundan zarar görmek bir yana izleyici sayılarını artırdılar?”

        Bu soruların cevabının bir kısmı medyanın kendisinin seçkinler dünyasının daha fazla parçası haline gelmesi ve genel kamuoyunun kaygılarına, sıkıntılarına duyarsız kalmasıyla açıklanabilirdi. Ancak bunların ötesinde yarın ele alacağım yaşadığımız dönemin özelliklerine bağlı bir dizi mesele de vardı.

        Diğer Yazılar