Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BUGÜN 200. yaşgünü kutlanan Karl Marx bundan 135 sene önce toprağa verildiğinde cenazesine toplam 11 kişi katılmıştı. Kadim arkadaşı, fikir ve siyaset yoldaşı, birlikte Komünist Manifesto’yu yazdıkları ve tüm yaşamı boyunca Marx’ı finanse eden fabrikatör çocuğu Friedrich Engels, törende “İsmi ve çalışmaları çağlar boyunca yaşayacaktır” demişti. Cenazedeki cılız kalabalık ve Marx’ın ne denli ters, tatsız ve yalnız bir adam olduğu düşünüldüğünde bu öngörü fazla iddialı ve muhtemelen çok duygusaldı. Kapitalizmin küreselleşmesi gerektiğini öngören, Komünist Manifesto’nun yazarları, ki verdikleri devrimci mesaj bir yana, bir sistem olarak kapitalizmin dinamikleriyle ilgili çok esaslı tespitler içeriyordu, 21. yüzyılda anlamlı kalmayı becerdiler.

        Rus Devrimi’nin ardından gelen Bolşevik rejimi, diğer “sosyalist” yönetimler hep Marx’ın adına kuruldu. Daha iyi bir hayat isteyenler, sömürüye karşı çıkanlar, gelişmiş ülkelerin solcu düşünürleri için Marx bir ahir zaman peygamberiydi. Ne var ki Marx’ın düşüncelerinin hayli çarpıtılarak ve çoğu kez pratikte feci insanlık dramlarına yol açarak siyasi rejimlerin ideolojik çerçevesini oluşturması, düşmanlarının onu bu rejimlerin fikir babası olarak lanetlemesini de kolaylaştırmıştı.

        Soğuk Savaş bittiğinde, Sovyetler’in liderliğini yaptığı sosyalist sistem çöktüğünde bir ekonomik sistem olarak kapitalizmin, siyasi sistem olarak da demokrasinin alternatifi olmadığı görüşü ağırlık kazanmıştı. Üstelik kapitalizm ile sosyalizm uygulamaları arasındaki refah üretme yarışını açık arayla kapitalizm kazanmıştı. Çin Komünist Partisi bile kendi gözetiminde dünyanın bu en kalabalık ülkesini dünyadaki liberal ekonomik sisteme eklemlemişti. Çin’de reformların başladığı 1978’den bu yana geçen 40 yıl içinde gerçi müthiş eşitsiz bir gelir dağılımı ortaya çıkmıştı ama en az 800 milyon kişi de yoksulluktan kurtulmuştu. Dünya Bankası verilerine göre de 1990 yılında dünya nüfusu içinde “aşırı yoksul” kategorisindeki nüfus 1.85 milyar kişiyken 2013’te bu sayı 767 milyona düşmüştü.

        Bu durumda Marx’ın görüşlerinin, analizlerinin düşünce tarihinin çöplüğüne atılmaması için pek bir neden de yoktu. Onun öngördüğünün aksine kapitalizm refahı üretmekle kalmıyor, bunun alt sınıflara yayılmasını da sağlayabiliyordu. Bu rakamlar doğru olsa bile aradan geçen zaman içinde ve üstelik piyasa fetişizminin doruk yaptığı bir dönemde Marx’ın önemi ve eserlerinin değeri giderek daha fazla anlaşılmaya başlandı.

        Tarihte kısa bir süreyle çalışanların daha güvenceli ve müreffeh yaşamasına yol açan düzenlemelerin zayıflaması, 19. yüzyıldaki sömürü mekanizmalarının ya da benzerlerinin giderek yaygınlaşması, artan sermaye temerküzü ve 2017’de üretilen küresel servetin yüzde 82’sinin nüfusun yüzde 1’ine gitmesi gibi çarpıcı eşitsizlik verileri, Marx’ın analizlerine yönelik merakı kabarttı. 200. yaşgünü nedeniyle çeşitli yayın organlarında ciddi yazılar çıkıyor.

        Das Kapital’in yazarı Marx’ın düzenli olarak okuduğu ve “Finans aristokrasisinin Avrupalı uzantısı” diye tanımladığı Economist Dergisi’nin bu haftaki sayısında çıkan uzun bir yazı, Marx’a yönelik bu teveccühün nedenlerini anlatırken, “Marx’a yönelik ilginin sürmesindeki en başat neden, fikirlerinin bugün son dönemlerde olmadığı kadar güncel ve anlamlı sayılmasıdır” sonucuna varıyordu. Thomas Piketty’nin iktisatta son yılların en önemli ya da en azından en çok ilgi gören kitabının başlığının “21. Yüzyılda Kapital” olması bu nedenle hiç de şaşırtıcı değildi.

        1997’de “Sıradaki büyük düşünür” başlığıyla Marx’ı kapağına koyan ve New Yorker Dergisi’ne konuşan bir Wall Street yatırımcısı, şöyle demişti: “Wall Street’te vakit geçirdikçe Marx’ın haklı olduğuna daha çok kani oluyorum. Onun kapitalizme bakışının kapitalizme bakmanın en doğru yolu olduğundan kesinlikle eminim.” Hayatını okuyarak, fakirlikle ve hastalıklarla boğuşarak, en temel eseri Kapital’i bitiremeden geçiren Marx bunları duysa ne derdi, bilinmez.

        Tüm bu gelişmelere bakılınca boyun eğmeyi sefaletin göstergesi diye kabul eden, “İnsana dair hiçbir şey bana yabancı değildir” diyen, Shakespeare ve Goethe âşığı bu romantik dilli materyalist sonunda Engels’i haklı çıkardı.

        Diğer Yazılar