Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        HEMEN her dönemde Türkiye’nin ortak sorunu hep adalet, daha doğrusu adalet eksikliği oluyor. Ne var ki toplumun farklı kesimlerinin adalet ya da adaletsizlikten anladıkları da anlaşılan çok farklı. Burada adaletin gücünden ya da yargının gücünden çok belli ki gücün adaleti veya gücün yargısı ön plana çıkıyor. Böylesi bir zihinsel ortamda, hesap sormadan çok devran değiştikçe intikam almanın ve hukuken değil siyaseten cezalandırmanın tercih edilmesi de siyasi ortamın Aydın Menderes’in dediği gibi “hiçbir uzlaşma modeli” üretememesine yol açmıştır.

        Altan Öymen’in anı/tarih yazımı kitaplarının şimdilik sonuncusu olan “Umutlar ve İdamlar” 27 Mayıs darbesine giden yolda neler yaşandığını anlatırken, bir yandan aslında kaçırılan fırsatların da bir muhasebesini yapıyor sayılabilir. 27 Mayıs darbesine giden günlerde bir yandan İsmet İnönü’nün, diğer yandan Demokrat Parti Meclis Grubu’nun aklı başında ileri gelenlerinin uyarıları dikkate alınsaydı işlerin pekâlâ farklı bir mecrada gelişebileceğini düşünmemek zor. Eğer bu gerçekleşseydi Türkiye’deki sivil yönetim anlayışıyla demokratik rejimin belki de daha sağlıklı, darbesiz bir istikbali olabileceğini de tasavvur edebiliriz.

        27 Mayıs darbesine giden günlerdeki pek çok önemli ve olumsuz gelişmenin belki de en başta geleni, DP’nin Meclis’te bir tahkikat komisyonu kurma kararıdır. İnönü o günlerde yaptığı konuşmalardan daha sonraya kalan önemli sözlerinden birini, bu teklif geldiğinde, 1956’da hâkim ve savcıları emekliye ayırma yetkisinin Adalet Bakanı’na verilmesine yol açan kanuna atıfta bulunarak söylemiştir: “Ne yaparsanız yapın... Hâkime budur budur diyorsunuz. Nihayet adam, 1 saat sonra emekliye ayrılacağını bildiği halde, nihayet bir gün geliyor ‘Yapamam’ diyor.” Ne hazindir ki darbe, özel hayatında son derece yumuşak ve uzlaşmacı olan ama siyasette öfkesine pek çok kez yenilen Başbakan Menderes’in nihayet bu konuda DP grubunun önde gelen akil üyelerinin uyarılarını benimseyerek 26 Mayıs’ta tahkikat komisyonunun görevinin bittiğini söylemesine rağmen gerçekleşmiştir.

        Demokrat Parti yönetiminin son dönemlerinde vicdanları rahatsız eden adaletsizlik, darbe yönetiminin tutuklanan DP milletvekilleri ve iktidara yakın şahsiyetlere reva gördüğü muamele ve özellikle de Yassıada mahkemelerinin sergilediği hukuksuzluk nedeniyle, darbe rejiminin de meşruiyetine gölge düşürür. Açıklanan idam kararlarının infaz edilmesi ülke siyasetinde ve toplumsal bilinçte belki de hâlâ kapanmayan bir yarılmaya sebep olur. Kurucu Meclis’ten çıkan Anayasa metninin “Hayır” propagandası yasaklanmadan gerçekleşen referandum oylamasındaki sonuçları da (yüzde 61.7 “Evet”, yüzde 38.3 “Hayır”) aslında bu yarılmanın bir göstergesidir.

        Öymen’in naklettiği “Hayır” yanlısı söylemlerden birisi çok hoş: “Referandum sözüne karşı ‘Hayır’ oyu istenmesi daha kolaydı. O kelimeyi birçok kimse ilk defa işitiyordu... Telaffuz edilmesi bile kolay değildi. Hatta o kelimeye dayanarak ‘O iş gâvur işidir. Referandum diye bir papaz varmış. ‘Evet’ çıkarsa buralara gelecekmiş. Memleketi o idare edecekmiş’ diyenler vardı.”

        27 Mayıs’ın ektiği en zararlı tohum, 1961 Eylül’ünde alınan idam kararlarının infazıdır. Aydın Menderes, annesi Berin Hanım’la birlikte ziyaretine gittikleri İsmet İnönü hakkında “Yüzünde derin bir teessür gördüm. Göz pınarları doluydu diyebilirim” tanıklığında bulunmuştur. Acı içindeki anne ve oğluna “Çıldırmış vaziyetteler. Söz dinlemiyorlar. Her şeyi yapmaya çalıştım” der.

        İnönü, Milli Birlik Komitesi Başkanı Orgeneral Cemal Gürsel’e karar verilmeden okunması ricasıyla gönderdiği ve okunmayan mektubunda şöyle yazmıştır: “...ordu adına Milli Birlik Komitesi’nin idam kararının tasdikine icbar edilmesi haksız ve kanunsuzdur... Ordu tesiriyle bir infaz muamelesi millette orduya karşı deva bulmaz bir kırgınlık yaratacaktır. Siyasi suçlardan dolayı ölüm cezası, bugün yeryüzünde hemen hiçbir medeni ülkede kalmamış gibidir.”

        Gürsel’in dahi karşı çıkmasına rağmen MBK, ordu içindeki, daha sonra başka darbe teşebbüslerinde de bulunacak Silahlı Kuvvetler Birliği adlı bir cuntanın baskısıyla idamları onayladı.

        O günkü hoyratlıkla idamları infaz edilen ve siyaset ya da demokrasi şehidi olan Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan sonunda devlet töreniyle kendileri için yapılan Anıt Mezar’a defnedildi.

        O infazlarla ilgili Öymen’in sorusuyla bitireyim: “Niçin öyle oldu? Hangi akla hizmet edildi de öyle oldu?”

        Diğer Yazılar