Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BU yıl bildiğiniz gibi Birinci Dünya Savaşı’nın başlayışının yüzüncü, İkinci Dünya Savaşı’nın başlayışının yetmiş beşinci, Soğuk Savaş’ın sona ermesinin de yirmi beşinci yıldönümü. Aralarından en çok ilgi çekeni Birinci Dünya Savaşı. Bu savaşın nasıl çıktığına dair yüzlerce kitap ve makale yayınlanıyor. Bunun bir nedeni, pek çok yorumcunun içinden geçtiğimiz karmaşık ve düzenin çivileri çıkmış dönemi 1914 öncesine benzetmesi. Ukrayna krizinin ya da bir benzerinin Balkan krizi gibi, genel bir savaşa yol açacağından çekinmesi.

        Birinci Dünya Savaşı’yla birlikte 19. yüzyılda kurulmuş olan Avrupa medeniyeti çökmüştü. Avrupa devletleri ve toplumları ağır bedeller ödemiş, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorlukları da dağılmıştı. İkinci Dünya Savaşı, Birinci’nin bitmeyen hesapları nedeniyle aslında aynı savaşın ikinci perdesi olarak yaşandı. Avrupa kıtası o savaşta kendisini tüketti, inanılmaz vahşetlere tanıklık etti ve küresel bir güç olma iddiasından da vazgeçti. Bu sonuçlar Avrupa Birliği’ne giden yolu açtı. Avrupa kıtası Soğuk Savaş bittikten sonra AB’nin çizdiği çerçeve içinde bütünleşmeye gitti.

        Soğuk Savaş’ın bitmesi tarihte ender görülen bir duruma da yol açmış ve ABD tek kutuplu bir dünyanın tartışılmaz hâkimi oluvermişti. Geriye dönüp bakıldığında ABD bu imkânı daha önceki dönemlerin uluslararası ilişkiler mantığından farklı bir düzen kurmak için değerlendiremedi. Bush döneminin saldırgan, dayatmacı politikaları yalnızca başarısızlığa uğramakla kalmadı. ABD’nin gücünü, dünya liderliğinin meşruiyet temelini ve bu ülkenin prestijini ciddi şekilde sarstı. 2008 krizi hem ABD’nin hem de genel olarak Batı’nın dünyaya şekil verme iddialarına son bir ağır darbe indirdi.

        Obama yönetimi devraldığı bu ağır mirası temizlemek için uğraştı. İçeride ekonomiyi yoluna sokmaya çalışırken dış politikada da ülkenin kısıtlı imkânlarına uygun hedefler belirleyip ağırlığını bundan sonraki dönemin yükselen kıtası Asya’daki güç dengesine ve Çin’in dengelenmesine verdi.

        Tarihçi Walter Russell Mead’in yazdığı gibi Obama’ya göre ABD “kendisine ihtiyacı olmayan Avrupa’dan ve kendisini istemeyen Ortadoğu’dan uzaklaşabilir, kendisini hem isteyen hem de ihtiyacı olan Asya’ya dönebilirdi. (Ukrayna krizinden sonra) Beyaz Saray daha zorlu ancak daha kalıcı bir gerçeklikle karşı karşıya: ABD dünyaya dönmek zorunda.”

        Gerçekten de ABD’nin etkisizliği/kararsızlığı/sonunu hesaplamadan adımlar atması, hesabı bitmemiş pek çok meselenin bulunduğu bir dünyada ciddi istikrarsızlığa yol açıyor. Obama yönetiminin kısmen kendi isteksizliği, kısmen de Amerikan kamuoyunun “dünyayı bırak memlekete bak” tavrı, kısmen de beceriksizliği nedeniyle yarattığı boşlukta yeni bir dünya şekillenmeye başlıyor. Bu dünyada pek çok yükselen güç var. Bunların hiçbiri kendi yakın çevrelerinin ötesinde etkili olma kapasitesine sahip değil. Ama kendi yakın çevrelerinde küresel güçlerin istediğinin olmasını engelleyecek marifeti gösterebiliyorlar.

        Rusya’yı yeniden güç oyunlarının merkezine oturtma iradesini daha 2007’de açıklamış olan Vladimir Putin bu ortamda Ukrayna/Kırım hamlelerini yaptı. Ülkesinin çıkarlarına aykırı diye değerlendirdiği AB ve ABD’nin Ukrayna politikasını kırdı. Postmodern AB ve laf kalabalığı dışında herhangi bir şeye bulaşmak istemeyen ABD’ye karşı 19. yüzyılın tipik kaba güce dayalı yöntemiyle hamlesini yaptı.

        Bu şekilde Soğuk Savaş sonrasında kurulmuş olan düzeni, güç dağılımını hiçe saydığını gösterdi. Gürcistan’ın işgalinden bugüne olanlara bakıldığında Doğu Avrupa, Kafkasya ve Orta Asya’da Sovyetler sonrası düzen yıkılıyor. Buna göre de eski Alman Dışişleri Bakanı Joschka Fischer’in yazdığı gibi, “Liderleri farkında olsa da olmasa da, AB artık Rusya ile Soğuk Savaş sonrasındaki genişleme siyaseti bağlamında doğrudan çatışma halinde.”

        Diğer Yazılar