Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İkinci Dünya Savaşı’nın sonuçları aslında Soğuk Savaş’ın bitmesiyle değiştirilmişti. Bugün yaşadığımız karmaşadaysa hem Birinci Dünya Savaşı’nın hem de Soğuk Savaş’ın sonuçları tartışmaya hatta fiilen revizyona açılıyor. Birinci Dünya Savaşı’nın sonuçları hemen 1989’un akabinde Yugoslavya kriziyle birlikte sorgulanmaya başlamıştı. Dağılan Yugoslavya o savaşın batırdığı çok uluslu, çok dinli, Osmanlı ve AvusturyaMacaristan imparatorluklarının eski topraklarından çıkarılmış bir siyasi varlıktı. Kanlı dağılması, Avrupa’nın en karışık nüfuslu ülkesinin sonunu getirirken, ardıl ülkelerde toplumlar etnik-ulusal tektipleşmeye gitti. Bu trajediden yaklaşık 15 yıl sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun Ortadoğu’daki topraklarında da benzer bir yıkım ve yeniden yapılanma başladı. ABD Irak savaşıyla, Osmanlı sonrası Ortadoğu siyasi coğrafyasını tanımlayan, İngiltere ile Fransa arasında varılmış Sykes-Picot Anlaşması’na dayalı yapının sonunu hazırladı.

        Irak’taki mutlak Sünni hâkimiyetini yıkarak, Sünni Arapların Sünni olmayan Araplar ve Arap olmayanlar (Kürtler) üzerindeki mutlak hâkimiyetine dayalı statükoyu yerle bir etti. Irak’ta mezheplerin karışık yaşayabildiği yer bırakmayan feci mezhep savaşları, şimdi de Suriye’de tekrarlanıyor. Bu durumda Ortadoğu’da da toplumların çok mezhepli heterojen yapısı tahrip edildi. Irak’ta, bu ülkenin Arapların elindeki topraklarını Hıristiyanlardan “temizleyen”, Şii ve Sünnileri de birbirinden ayıran dinamik Suriye’de tekrarlanıyor. Birinci Dünya Savaşı’nda beklentileri karşılanmayan Kürtler de, Kürdistan coğrafyasında 95 yıl önceki kısıtlardan kurtuldular. ABD’nin Irak fiyaskosu bölgede asıl hasmı olarak gördüğü İran’ın elini güçlendirdi. Amerikan dış politika seçkinlerinin çoğunun içinde hep harlayan, İsrailli şahinlerin de körüklediği “İran’a saldıralım” ateşi Obama yönetimi ve Amerikan Ordusu’nun isteksizliği nedeniyle önemli bir stratejik açılımın önünü açtı.

        İki ülkenin, Tahran’ın nükleer programı konusunda süren müzakereleri olumlu sonuçlanırsa, 35 yıllık düşmanlığın ardından Körfez bölgesinde yeniden işbirliği yapma imkânlarını arayacaklar. ABD’nin Ortadoğu bölgesine yönelik ilgisinde gözle görülür bir azalma da yaşandı. Bir yandan bölge güçleri, Arap isyanlarının ardından ABD’ye rağmen kendi bildikleri gibi hareket ediyor. Diğer yandan Amerikan Dışişleri Bakanı Kerry’nin çabalarına rağmen Birinci Dünya savaşının sonuçlarından olan Filistin-İsrail sorununda anlaşmaya varmak mümkün olmadı. Orada da yeni bir şiddet dalgasına gidiliyor. Tüm bu gelişmelerin ortasında derinleşen Suriye krizi ABD’nin ve genel olarak Batı’nın etkisizliğinin çarpıcı bir örneğini oluşturdu.

        Bu durumda Rusya ve Çin, İran’ın büyük fedakârlıklar pahasına ayakta tuttuğu Esad rejimini diplomatik açıdan kollayarak Batı’nın bölgedeki etkisini iyice kırdılar. Ne var ki bu iki gücün de belalı bölgeye yeni düzen getirebilme kapasiteleri yok. Aslında gücü hayli kırılgan olan Rusya bir yandan Avrupa ile arasındaki Soğuk Savaş sonrası siyasi dengeyi fütursuzca yıkarken, diğer yandan kendi etki alanı içinde gördüğü Maşrek’te bölgesel güç şeklinde varlığını ve iradesini ortaya koydu. Bugünkü tabloda ABD’nin Rusya’yı geri püskürtmesi zor. Türkiye kuzeyinde ve güneyinde Soğuk Savaş sonrası statükonun, güneyinde Birinci Dünya Savaşı sonrası düzeninin yıkıldığı ortamda dış politika üretmek zorunda. 21. yüzyılın başında eline geçirmiş olduğu büyük fırsatı mirasyedi gibi harcadıktan, kapasitesini ciddi şekilde düşürdükten sonra. Dahası iç politika gelişmeleri nedeniyle gücünün bir kısmını borçlu olduğu Batı ittifakıyla, ya da en azından Avrupa ile şiddetlenen bir siyasi çatışmaya ve ayrışmaya gidiyor. Hıristiyan okurların Paskalya Bayramı’nı kutlarım.

        Diğer Yazılar