Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        NATO’nun eski komutanı James Stavridis geçen gün Foreign Policy Dergisi’nin sitesine yazdığı “Uyan ve Türk kahvesinin kokusunu içine çek” başlıklı yazıyı şu sözlerle bitirmiş: “NATO’nun, enerjisini yükseltmek ve bazı angajmanlara girme kararı vermek için sert bir Türk kahvesi içmesi lazım. Zira ittifakın güney kanadında giderek kendini hissettiren açık ve güncel bir tehlike var.”

        Yazının ana mesajı NATO’nun bir şekilde, muharip birlikler göndermeden Suriye ve Irak’ın parçalanmasına giden gelişmelere müdahil olması gerektiği. Stavridis, ittifakın güney sınırlarında neler olup bittiğini detaylıca bilmesi gerektiğini söyleyerek insani ve elektronik istihbarat toplama işlemlerinin yoğunlaştırılmasını istiyor. Cihadçıların sanal ortamı büyük bir maharetle kullandıkları gerçeğinden hareketle “siber-muharebe” önlemlerinin alınması gerektiğini de savunuyor. Bunun ötesinde ise 2004-2011 arasında Irak ordusunun kurmaylarını ve komuta heyetinin bir kısmını eğiten NATO programının yeniden başlatılmasını istiyor.

        Bu eğitim programı yeniden başlatılacaksa Avrupalı üyelerin de ABD özel kuvvetleriyle birlikte Irak’ta bulunmalarını zorunlu görüyor. Zira Irak-Suriye’de Cihadçı bir devletin yerleşirlik kazanmasının öncelikle Avrupa açısından bir tehdit ve tehlike kaynağı olacağına inanıyor. Önerdiği tüm bu işlerin yapılabilmesi için gerekli karargâhın da, Amerikalı general Ben Hodges’in komutasındaki İzmir’deki NATO Kara Komutanlığı olabileceğini yazıyor.

        Son önerisi ise kendisinin de kabul ettiği gibi en tartışmaya açık olanı: NATO Özel Kuvvetleri “Irak ve Suriye’de neler olup bittiğini anlamak için Türkiye sınırından bu iki ülkeye girebilir, tarafsız bir bilgi ve istihbarat akışını sağlar ve Suriye ve Irak’a yönelik olası bir harekât için de hazırlanırlar.” Türkiye açısından önemli olan Stavridis’in tüm kurgusunun “bu işlerin doğal olarak Türk ordusunun tam desteğiyle yapılması gerektiği” üzerine inşa edilmesi. Stavridis’e göre “Türkler hem gerekli beceriye sahip hem de batı ve güney sınırlarında karşılaştıkları açık tehdidin iyice farkındalar. Washington Türklerin tam destek vereceğinden emin olmalı...Ben Türkiye’nin artan bir NATO mevcudiyetine destek vereceğine ve bahsettiğim türden çabalara destek vereceğine inanıyorum.”

        Bu yazılanlar bir zamanlar başında bulunduğu kuruma işlev tanımlamaya çalışan eski bir komutanın gönlünden geçen midir yoksa gerçekten Atlantik İttifakı üyeleri, bölge ülkeleriyle birlikte Cihadçı örgütleri baş hedef haline getirme kararını vermiş midir? Bunu zaman içinde anlarız. Ancak eğer böyle bir durum söz konusuysa Türkiye’nin dış politikasında ve güvenlik politikalarında ittifak ayarlarına dönmesini bekleyebiliriz. Bu durumda, tersine tüm işaretlere rağmen, dış politikanın yüksek bir özerklik peşinde koştuğu hatta böyle bir özerklikle uygulandığı iddialarının da iyice askıda kalacağı açıktır.

        Nitekim Suriye’de Esad rejiminin yerinde kalacağının anlaşılması, Irak’ta devletin çöküşü ve bir iç savaş ihtimalinin yükselmesi, IŞİD’in bir Sünni koalisyonu desteğiyle alan kontrol edebilmesi tüm bölge ülkeleri açısından yepyeni bir çerçeve oluştuğunu gösteriyor.

        Bu bağlamda Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile kuracağı ilişki Türkiye’nin yeni stratejik konumunun ve kimliğinin belirlenmesinde kuşkusuz önemli bir unsur olacak. Türkiye kamuoyundaki bazı ezberlerin de bozulması gerekecek. Musul’un düşmesi ile ortaya çıkan yeni gerçeklik, şimdiden Türkiye’nin stratejik ittifak parametrelerini değiştirdi.

        Ceyhan’dan tankere yüklenen Kürt petrolünün bir türlü açıkça söylenmese de İsrailli bir şirkete satılması bölgede fiilen bir Türkiye-KYB-İsrail ekseninin oluştuğuna delalet ediyor. Bunun Türk dış politikası kadar iç politikasında da ilginç yansımaları olacaktır.

        Diğer Yazılar