Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Anketlerin bir kısmına ve kamuoyu araştırmacılarına göre Cumhurbaşkanlığı seçimi, toplumun gündeminde merkezi bir yere oturmuyor. Halbuki kampanyalara bakıldığında toplumun/seçmenin önüne konan birbirinden çok farklı vizyonlar ve Cumhurbaşkanlığı makamıyla ilgili anlayış var. Bu seçim belli ki Türkiye’nin siyasi geleceği açısından olumlu veya olumsuz son derece önemli sonuçlara gebe.

        Dün Şişli Kent Kültür Merkezi’nde “Yeni Yaşam Çağrısı” başlıklı gelecek vizyonunu açıklayan HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın da seçimi bu şekilde değerlendirdiğini düşündüm. Demirtaş, her bakımdan kendisi de özgürleşmiş, benliğini bulmuş, bundan kaynaklanan özgüveni dilinin kıvraklığına yansıyan bir siyasetçi olarak konuştu dün.

        Onun Cumhurbaşkanlığı adaylığı aslında HDP’nin gerçekten bir Türkiye partisi haline gelmesinin ilk zemin yoklaması şeklinde değerlendirilebilir. Asli hedef kitlesini sulandırma pahasına Demirtaş’ın söylemi, ve okuduğu bildirge, Batı ülkelerinde “gökkuşağı koalisyonu” tabir edilen türden bir siyasi hedef kitleyi tanımlıyordu. Tüm azınlıkların haklarına ve özellikle başta şiddet olmak üzere kadınların sorunlarına çok vurgu yaptı. Bu bakımdan siyaseten özgürlükçü ve sol kesimlere de hitap eden bir gündem listesiyle, kucaklayıcı, Türkiye meselelerine sahip çıkan bir dizi mesaj verdi.

        Kampanyanın bu niteliği nedeniyle mesajla mesajın içeriği arasında biraz mesafe de vardı. Şöyle ki Demirtaş’ın sunduğu vizyonun gerçekleşmesinde Cumhurbaşkanlığı makamına da büyük iş düşüyor. Bu durumda, eğer seçilirse Demirtaş’ın pasif ya da yalnızca protokol gerekleriyle, atama yetkileriyle yetinemeyeceği de anlaşılıyor.

        “En iyi hükümet en az hükmedendir şiarına inanıyor, devletin küçüldüğü, yurttaşın ve demokrasinin büyüdüğü bir sistemi hedefliyoruz. Devleti korumak ve devlete hizmet üzerine kurgulanmış, kutsallaştırılmış hantal yapıyı araçsal, işlevsel ve hizmetkâr bir devlet sistemine dönüştürmeyi öneriyoruz” dediğinde bunu gerçekleştirmek için hayli gayret sarf edilmesi lazım geldiği aşikâr. Makamın aktivizmi konusunda Erdoğan’a İhsanoğlu’ndan daha yakın. Ne var ki bu makamda nelerin yapılacağı, kimlerin kucaklanacağı konularında ve üslupta büyük fark var. Demirtaş’a göre “Çankaya kalıcı barış açısından stratejik önem taşıyor”.

        Demirtaş ile İhsanoğlu’nun birleştikleri yer ise her ikisinin de bu kampanyayı insanı ferahlatan bir yürek hafifliğiyle götürmeleri. Dünkü konuşmasının başında ve bittikten sonra sorulara verdiği cevaplarda Demirtaş, hem zekâsının kıvraklığını hem de espri gücünü sergiledi. Bu bakımdan Erdoğan’ın sürekli kavgaya davet eden tarzının bu ikilide bir yankısı olmayacak. Seçmenin bunu takdir edecek hali ya da niyeti var mı onu seçimden sonra anlayacağız. Demirtaş, son zamanda sık gündeme gelen bir meseleye de değindi. Türkiye’nin doğusunda özgürlük ve haklar genişlerken Batı’da demokrasi zincire mi vurulacaktı? Demirtaş’a göre, “Kürt sorununun çözümü Türkiye’nin demokratikleşmesiyle eşzamanlı yürüyecek bir süreçtir. Sorun çözüldükçe Türkiye demokratikleşecek, Türkiye demokratikleştikçe çözüm hız kazanacaktır. Bunu sağlayacak irade, yıllardır barış mücadelesini yürüten bizlerde, Türkiye’nin demokrasi güçlerinde vardır”.

        Demirtaş, ikinci turdaki tercihleri hakkındaki sorulara, “Kim olursa olsun, Tayyip olmasın sloganını antidemokratik buluyorum” diye cevap verdi. Ne var ki, eğer Cumhurbaşkanı seçilirse “Recep Tayyip Erdoğan’a Allah yardım etsin, demokrasiye alışacak, çoğulculuğa alışacak, toplantılarda ‘Kalk gidiyoruz’ diyemeyecek” diye de konuştu. Ben, “Biz ağaca baktığımızda odun veya kereste değil, huzur ve barış görüyoruz” mealindeki sözlerini ve “Birlikte dans edelim Türkiye” çağrısını özellikle beğendim.

        Diğer Yazılar