Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BUGÜN yapılacak Adalet ve Kalkınma Partisi Kongresi’nden sonra Türkiye yeni bir sistem ve belki rejim yapılanmasına doğru daha hızla yol almaya başlayacak. Siyasal muhalefetin hali ve vizyonsuzluğu, iktidar partisine ve onun giderek “Şef”leşen liderine bu yolda önemli bir engel teşkil edemeyeceğini gösteriyor.

        Toplumsal muhalefetinse örgütsüzlük, projesizlik, hedef eksikliği ve mücadele azmi zaafı var. Kendine bir siyasal çıkış hattı bulamadığından çaresizlik yaşıyor. Buna baskıcılık ve gaddarlık kapasitesi gayet iyi bilinen devletten duyulan korku eklenince toplumsal hoşnutsuzluk siyasi iradeye dönüşemiyor. 18 günlük direnişleriyle övünen Geziciler, bir seçimde gönüllü gözlemci olmaya bile yanaşmayacak şekilde kozalarına çekiliyorlar.

        Gayet eşitsiz bu siyasi ortamda iktidar partisinin, siyaseten popülist, ideolojik olarak İslamcı, iktisaden patronaja dayalı projesini hayata geçirmesi, ideolojinin içeriği dışında dünyadaki gelişmelerden kopuk değil. Günümüz, liberal projenin irtifa kaybettiği bir dönem. Kapitalizmin derin krizi, demokrasilerin bu krizi aşmaktaki yetersizlikleri çoğulcu olmayan rejimlerin kalkınma işini daha iyi becerdikleri görüntüsü buna sebep. Türkiye’de yaşananlar başka ülkelerde de neredeyse aynen hayata geçebiliyor.

        AB üyesi olduğu halde Macaristan’da Başbakan Viktor Orban ülkesinin rejimini büyük bir hızla demokrasiden uzaklaştırıyor. Yakınlarda yaptığı bir konuşmada otoriter rejimlerin daha güçlü ekonomik performansı olduğundan dem vuran Orban bu bağlamda Türkiye, Rusya, Çin, Singapur gibi ülkeleri kendine yakın gördüğünü vurguladı. Gayet açık bir şekilde siyasi liberalizmle bağını kopardığını, hesap verme denge ve denetim mekanizmaları gibi işlerle uğraşamayacağını kayda geçirdi.

        Aynı Orban ülkesinde medya özgürlüğünü ciddi şekilde kısıtlayıp, denge-denetim mekanizmalarını iğdiş ederken ekonomide de partisine yakın oligarkları ön plana çıkardı. Kazandığı son seçimleri AGİT “serbest ancak adil değil” diye değerlendirmişti.

        “Avrasya’nın Reagancı Devrimleri” (Eurasia’s Reagan Revolutions) başlıklı yazısında Hindistanlı düşünür Pankaj Mishra 1980’de ABD Başkanı seçilen Ronald Reagan’ı ülkesindeki büyük huzursuzluğu gideren siyasetçi olarak konumluyor. Reagan Evanjelist Hıristiyanlara ve Amerikan gücünü canlandırmak isteyen yeni muhafazakârlara yaslanarak Amerikan toplumuna “Amerika’da yeniden şafak söküyor” vaadini sundu. Başarısının temelinde bir şeylere inanma ve tutunma ihtiyacı olan insanların bu vaade inanması yatıyordu.

        Demokrasileri hızla eriyen ülkelerde öne çıkan liderlerin ortak özelliklerini de Mishra Reagan’a benzeterek şöyle özetliyor: “Durağan bir dönemin ardından toplumlarında taze enerjiye ve muktedir olmaya duyulan büyük açlığı gideriyorlar... Modi, ekonomik zorluklar ve siyasetin çürümüşlüğü nedeniyle zedelenen Hindistan Yüzyılı fantezisini canlandırdı. Erdoğan Türklere uzun süren bir tecrit edilmişlik, karışıklık ve temsili olmayan hükümetler döneminin ardından ekonomide canlı uluslararası sistemde etkili bir ülke vaat etti. Putin de kendi destekçilerini hor görüldüğüne inanan ve ürkek bir halkta buldu..”

        Çin ekonomisi derin bir kriz yaşamadan liberal kapitalist ülkeler de krizi aşmayı becermeden liberal siyaset kendini kolayca yenileyemeyecek. Demokrasilerin giderek otoriterleşen popülist liderlere teslim olması akımı gücünü yitirmeyecek. Dolayısıyla bu ülkeleri uzun soluklu bir sağa kayma dönemi bekliyor.

        Gene de bu çarkların döndürülmesi için bir ekonomik zemin bulunması da gerekiyor.

        Özellikle Türkiye örneğinde bu boyuta iyice bakmak, hem bugünkü iktidarın maddi temellerini anlamak hem de geleceği çözümlemek ve mücadele edecek zemini oluşturmak açısından şart görünüyor.

        Diğer Yazılar