Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        YENI Cumhuriyet’i inşa edecek olanların Türkiye’nin dünyadaki yeri konusunda bir hayli iddialı hedefleri var. Genel olarak bu hedefleri temellendirmek için maddi güç kapasitesinden çok medeniyet kavramına yaslanan bir söylem benimseniyor. Ne var ki maddi temelleri iyi hazırlanmamış bu türden heveslerin ve hedeflerin sonuçta büyük hayal kırıklıklarına yol açtığını da tarih insanlığa birkaç kez öğretti.

        Kısaca söylemek gerekirse, yatırım için gerekli kaynakları kendisi biriktiremediği yani yeterince tasarruf yapmadığı için dış dünyadan kaynak aktarılmasına ihtiyaç duyan bir ülkede yaşıyoruz. Üstelik bu kaynakların geleceğin ekonomisini inşa edecek, bu ekonomide çalışacakları küresel rekabete hazırlayacak şekilde kullanıldığını söylemek mümkün değil. Bu iktidar zamanında göklere çıkarılan büyüme hızları bile dünya ortalamalarının çok üstünde olmadı. Türkiye kendisini dünya ekonomik zincirinde vazgeçilmez bir halka haline getirecek niteliksel sıçramayı yapmış değil.

        Türkiye’nin 200 Yıllık İktisadi Tarihi adlı kitabında Profesör Şevket Pamuk, durumu şu şekilde özetliyor: “(son 200 yılda) iktisadi büyüme hızı her dönemde dünya ve gelişen ülkelerin ortalamalarına yakın kaldı. Büyüme hızlarındaki süreklilik, değişen iktisat politikalarına karşın başka konularda süreklilikler olduğunu, kurumlardaki sürekliliklerin büyüme hızlarındaki sürekliliğin en önemli nedenlerinden biri olabileceğini düşündürüyor... Var olan kurumlar bir yandan iktisadi gelişme yaratırken, öte yandan da daha fazla iktisadi gelişmenin önünde engel oluşturuyorlar.”

        Bugünün dünyasında kurumların yarattığı engellerin ötesinde Türkiye’nin bir de hukuk devleti olamama sorunu var. Türkiye konumundaki bir ülke açısından hukuk devleti eksikliği, hukukun üstünlüğü mefhumunun zayıflığı ve aslında önemsenmemesi geleceğin ipotek altına alınması sonucunu verecektir. Yeni Cumhuriyet’in Türkiye’yi güçlü ve önde gelen bir ülke yapmasını arzu edenlerin, buna mutlak surette inananların ortaya din, medeniyet, ortak veya şanlı tarih, coğrafyanın eşsizliğinden daha farklı bazı unsurlar koymaları gerekecektir.

        Ekonomisi değer üretemeyen, dünya ekonomisinde önem taşıyan ürünleri tasarlayamayan, dünya ölçeğinde şirket çıkaramayan bir ülke büyüse bile kalkınamaz. Büyük güç olamaz. Orta gelirli ekonomi, orta veya düşük oktanlı demokrasiden, küresel ligde oynayabilecek bir stratejik oyuncu çıkmaz. Bu durumda Türkiye’nin ekonomi politikalarının niteliğiyle dış politika tercihlerini bir kez daha ve dikkatlice gözden geçirmesi gerekecektir.

        Arap isyanlarının ardından karşı devrim Mısır’da başarılı oldu. Suriye’deki mücadele bir büyük jeopolitik hesaplaşmanın uzantısı haline gelerek dayanılması güç bir insanlık dramı yarattı. Bu jeopolitik mücadele amansız bir mezhep savaşını körükleyerek sürdürülüyor. ABD’nin Irak işgalinin ardından devletin çökmesi, Suriye’de merkezin kontrolünün zayıflaması bu kanlı gidişatı kolaylaştırdı. Doğan boşlukta İslam Devleti olgusu ortaya çıktı.

        Bu yeni durum Türkiye’nin bölgede, kendisinin merkezde bulunacağı bir ekonomik alan yaratma hayallerini yıktı. İstikrarsızlığın çapı, dünya ekonomisindeki durgunlukla birlikte gelişmiş piyasalardan, AB çerçevesinden vazgeçmenin çıkar yol olmadığını gösterdi.

        Bu tespiti paylaşan Ayşe Buğra, “Türkiye modeli” hakkındaki yazısını şu şekilde bitiriyor: “(Eski TÜSİAD Başkanı) Ümit Boyner bir keresinde Türkiye’nin ya küçük Çin ya büyük Finlandiya olmak tercihlerine sahip olduğunu söylemişti. Kastettiği yalnızca iktisat siyasetleri değildi.”

        Yeni Cumhuriyet’i kuracak kadronun iktisat politikası tercihleri, ideolojik dayatmacılığı ve dış politikadaki hayalciliği sürer, toplum da buna boyun eğerse aslında tercih belli demektir.

        Diğer Yazılar