Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        SONUNDA Amerikalı şahinler ve tüm dünya, elbirliğiyle Başkan Obama’yı Ortadoğu’da sonunun nasıl geleceği belli olmayan IŞİD’i yok etme amaçlı bir müdahaleyi ilan etmek zorunda bıraktı. Ancak Obama’nın bu noktaya zorla getirildiği hatırlandığında, konuşmanın nelerin olmayacağına ne denli vurgu yaptığına bakıldığında Bush dönemindekilere benzer bir eylem beklememek gerekiyor.

        Obama, konuşmasında uzun zamandır çeşitli vesilelerle dile getirdiği bir noktanın altını da tekrar çizdi: “Bu sadece bizim savaşımız değil. Amerikan gücü belirgin bir fark yaratabilir ama onların yapması gerekeni Iraklıların yerine biz yapamayız. Arap ortaklarımızın yerine onların bölgelerini biz güvenlik altına alamayız.”

        Kısacası kerhen girişilen bu işte ABD yükü tek başına üzerine almayacak. Bu mesaj kadar önemli olan, Batı’da bazı çevrelerin dile getirdiği Suriye’deki IŞİD varlığına karşı Esad yönetimiyle işbirliği yapma konusunda kesinlikle böylesi bir yola girmeyeceğini söylemesiydi.

        İşin bundan sonrasındaysa, her ne kadar Cidde’de bir zirve yapıldıysa da kanımca çok fazla bir şey beklememek gerekiyor. Yani ABD, sonuçta kendi kendini yiyip bitirmekte olan bu bölgenin sorunlarını silah gücüyle çözemez. Irak işgali nedeniyle bugün varılmış olan noktada bir sorumluluk sahibi olduğuna kuşku yok. Suriye’de yaşanan büyük faciada da, zamanında uçuşa kapalı bölge ilan edip muhaliflere örgütlenebilecek imkân sağlanmamasını ABD ve Batı’nın hata/günah hanesine yazabiliriz. O duyarsızlığın sonucu ise IŞİD ve diğer Cihatçı örgütlenmelerin palazlanması oldu.

        Obama’nın tahminine göre de IŞID’in yok edilmesi en az 3 yıl süreceğe benziyor. Daha da uzun sürmesi ihtimali kuvvetle muhtemel. Zira beğenseniz de beğenmeseniz de Arap isyanlarının gösterdiği üzere Ortadoğu’daki tefessüh etmiş olan bölgesel düzene karşı bir alternatif öneriyor IŞİD. Önerdiği düzen feci bir düzen. Ne var ki alıcısı var.

        IŞİD karşısında ABD ile birlikte hareket etmesi beklenen ülkeler kendi meşruiyet zayıflıkları nedeniyle, daha doğrusu kendi iktidar anlayışları nedeniyle daha iyi bir düzen vaadinde dahi bulunamıyor. Sonuçta tüm yönetimler İslami bir söylem içinde kalıyor. Arap isyanlarında büyük bir cesaretle meydanlara çıkıp vatandaşlık, saygı, onur ve katılım isteyen insanlar ve toplumlar açısından bunun ne kadar yetersiz kaldığı ortada.

        Bu tablo karşısında dışarıdan herhangi bir gücün bölgeye dirlik ve düzen getiremeyeceği zaten anlaşılıyor. Kaldı ki Suriye üzerinden verilen bir bölgesel hâkimiyet mücadelesi de var ortada. Bu mücadele İran ile Suudi Arabistan arasında. Bu iki ülke İslam Devleti’nin yarattığı tehdit karşısından ortak bir payda bulup bir uzlaşmaya varamadıkları takdirde bölgedeki şiddet ve vahşet de dinmeyecek demektir.

        Türkiye’nin bu oyunda bölgesel gelişmelere damga vuracak bir oyuncu olduğunu söylemekse imkânsız. Musul’da yapılan bir değerlendirme hatasıyla, konsolosluk personelinin bu terör örgütünün eline geçmesi ve 3 aydır da sorunun çözülmemesi Türkiye’nin elini kolunu bağlıyor. Üstelik sıkıntısı bununla da kalmıyor. Suriye’deki rejimi devirmek için sahadaki tüm Cihatçı örgütlere verilen desteğin bir doğal sonucu, ülke içinde de bunlara yönelik derin bir sempati alanı bulunuyor. Yani bugünkü hükümet IŞİD’in bir tehdit olduğunu görse de ona karşı kolaylıkla açıktan mücadele edemez. O nedenle ABD’nin askeri operasyonlarda destek talebine olumlu cevap veremiyor.

        Geçenlerde bir Batılı diplomatın söylediği gibi Türkiye’nin işlevi insani yardım ve lojistikle sınırlı kalıyor. Bu kendi başına kötü bir durum sayılmayabilir. Ancak bu kadarıyla da bölgesel güç, hele hele düzen kurucu ülke olunamıyor. Kamuoyu da galiba bunu giderek daha derinden seziyor. İzlenen politikaların Türkiye’yi bir açmaza sürüklediğini görüyor ki yıllardır ilk kez araştırmalarda AB ve NATO’nun cazibesi artıyor.

        Diğer Yazılar