Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bir arkadaşımdan aldım bu iletiyi. Ne yazık ki kimin kaleme aldığını bilmiyorum. Çoğumuzun bilmediğini sandığım, ama okuyan herkesin etkileneceğini düşündüğüm bu aşk ve direniş öyküsünü sizlerle paylaşmak istiyorum...

        Dedesi Bağdat kadısı, babası padişah tarafından atanan Heyet-i Ayan Azası idi.

        Çamlıca’da, uşaklı, bahçıvanlı, muhteşem bir köşkte yaşayan, oturmasını kalkmasını, yabancı dilleri bilen, yakışıklı bir delikanlıydı. Yüksek tahsil için İskoçya’ya gönderildi. Londra’da bir partide onu gördü. Güzeller güzeli İngiliz genç kadın, etrafına ışık saçıyordu. Vuruldu, âşık oldu. Hisleri karşılıksız değildi. Birlikte ata bindiler, yemek yediler, muhabbeti ilerlettiler.

        Her şey rüya gibiydi ama uyanması da vardı... Tahsilini tamamlamıştı, yurda dönmesi gerekiyordu. Kalsa, olmaz, bıraksa hiç olmaz. Pat diye;

        “Benimle evlenip Türkiye’ye gelir misin” diye sordu!

        Genç kadın sevinç çığlığı attı, coşkuyla boynuna atlayıverdi. Ama birden hüzünlendi, boynu büküldü;

        “Hayatta en çok istediğim şey bu ama maalesef imkânsız, Jack var” dedi.

        “Jack da kim yahu?”

        TİYATROCU AİLE

        Genç kadının ailesi tiyatrocuydu, oradan oraya turneyle dolaşan kumpanyaları vardı. Genç kızı 15 yaşında evlendirmişlerdi. Koca, bu evliliğin ardından askere gitmiş bir daha da dönmemişti.

        İşte Jack, bu genç kadının 16 yaşında bir dul olarak doğurduğu çocuktu.

        Delikanlı dinledi, dinledi... Sonra sıkı sıkıya sarıldı sevgilisine “O zaman üçümüz gideriz” dedi.

        İşgal yıllarıydı, herkes herkese şüpheyle bakıp, memleketi satanları mimlerken onlar faytona binip, köşke geldiler.

        Delikanlının ailesi; “Nereden buldun bu gavuru!” diye tepki gösterdi.

        Memleket İngiliz süngüsü altında inim inim inlerken, İngiliz gelin olacak iş değildi.

        Aşklarına sığınıp, göğüs gerdiler. Sevdiği adam uğruna, kara çarşafa bile girdi İngiliz gelin, Müslüman oldu, Nadide adını aldı.

        Nüfus memuru doğum yerinin Londra olduğunu görünce kızdı! “Londra Mondra olmaz, olsa olsa Bandırma’dır” dedi ve kaydını öyle yaptı.

        Memleket kurtuldu, cumhuriyet kuruldu. Hariciye’ye giren delikanlı, Lozan’da İsmet İnönü’nün özel kalem müdürlüğünü yaptı.

        Ama o sırada bir kanun çıktı.

        ‘Hariciyecilerin eşi yabancı olamaz’ diye.

        İnönü, pek beğendiği delikanlıya kıyamadı, “boşan, birlikte yaşa, mesleğine devam et” dedi. Delikanlı, bu teklifi hakaret olarak kabul etti.

        Bastı istifayı ayrıldı. Ivır zıvır işler yaparak, evini geçindirmeye çalıştı. Önce eldeki avuçtaki bitti, sonra gümüşler satıldı, ardından köşk gitti...

        GECEKONDUYA DÜŞÜŞ

        Kiraya çıktılar. Tükene tükene, gecekonduya kadar düştüler. Bir eli yağda bir eli balda doğup büyüyen delikanlı kahrından alkole dadanmıştı. Çalışamaz hale geliyor, daha çok sefalete sürükleniyorlardı. Hayatlarında eksilmeyen tek kavram, mutluluktu. Mutluydular.

        İngiliz kadın, adı gibi, hakikaten Nadide’ydi

        Bir gün... İngiltere Elçiliği’nden görevliler geldi;

        “Çocuklarını al, İngiltere’ye dön, eğitimlerini üstlenelim, sosyal güvencen olsun dediler Nadide’ye... Kapıdan kovdu!

        “Eşim Türk, çocuklarım Türk, burada babalarının yanında yaşayacaklar, ben de onların yanında öleceğim!” dedi

        İki millet, iki devlet, iki din arasında perişan olmuşlardı ama aşkları sapasağlamdı.

        Delikanlı, delikanlı gibi yaşadı, öldü. Nadide zatürreden vefat etti, hayatının en çetin günlerini yaşadığı İstanbul’da, kızının evinde...

        Her anne gibi o da, en çok kızına güvenir ama en çok küçük oğlunu severdi.

        Bu koca yürekli kadının çocuklarının kim olduğunu bilmiyorsunuzdur:

        Yıldız Kenter ve Müşfik Kenter...

        Diğer Yazılar