Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Beyoğlu’nda eski bir hapishaneden bozma Narmanlı Yurdu ve rutubetli bir odada en güzel eserlerini yazan Ahmet Hamdi Tanpınar... Nazlı Eray yeni romanında, “sükût suikastı”na uğradığını söyleyen Tanpınar’ın izini sürüyor, onun yalnızlık ve parasızlık kokan odasına giriyor, günlüklerinin gizlediklerini keşfediyor... Nazlı Eray ile Aydaki Adam: Tanpınar adlı romanını konuştuk...

        - Aydaki Adam adlı romanınızda geleceğe dair bir öngörüde bulunuyor ve insan beyninin, ruhunun yüklendiği CD’ler hayal ediyorsunuz. Böyle CD’ler icat edilse, kimin hayatını izlemek isterdiniz?

        Her şeyiyle izlemek belki sıkıcı olurdu. İkinci bir hayat yükü gibi yani. Ama birtakım hayatlardan parçalar izlemek isterdim doğrusu. Tanpınar, Fernando Pessoa, Brigitte Bardot, Leonardo da Vinci, Howard Hughes, annem; daha onlarca hayattan bölümler. Yaşadığım şu ana kadar kendi hayatımı bölüm bölüm izlemek ilginç olurdu; derin bir psikanaliz, bir içe bakış, bir hayat yorumu olurdu belki. Hindistan’a gidip tefekküre dalmak gibi. Yapılan hatalar, yaşanan güzellikler, mutluluklar, acılar ekranda izlenebilse insan buna dayanabilir mi, onu da merak ediyorum tabii. Korkutucu tabii. Belki de dayanamazdık. Hayatın en büyük sürprizi bu işte. Yaşıyorsun ama yaşadıklarını sonradan izlesen ne hissedeceğini bilemezsin.

        - “Aydaki Adam”; Ahmet Hamdi Tanpınar’a bir saygı duruşu, onu görmezden gelenlere, vefasızlara bir eleştiri aynı zamanda... Nasıl bir ruh haliyle yazıldı?

        Tanpınar’ın günlükleri beni çok etkiledi, kitabı bir yıl yanımda dolaştırdım. Bir şeye sıkıldığımda herhangi bir sayfayı açıp oradaki bölümleri okuyor, o dünyaya gidiyordum. Vesveseli, karamsar, ekşimiş, umutsuz ve çok titiz bir ruhmuş. Görmezlikten gelinmiş, bir can dostu yokmuş... Her an ölebileceğini düşünüyomuş. Beni en çok bu etkiledi... Öyle bir adam işte. Eski Türkçe notlar tutmuş. O notları okurken içine girdiğim dünya bana tuhaf bir yere misafirliğe gitmişim duygusu veriyordu. Satırların arasındaki bu duygu ve düşünce selinde kendi ruhumla paralellikler de buldum. Bir hülya adamı olması, bir geç kalmışlık duygusu taşıması... 60 yaşında ilk şiir kitabını çıkarmış. Böyle şeyler. Birden onu yazmak geldi içimden. Onun dünyasına gidip duracağıma onu kendi dünyama sokmak... Tanpınar’ı kendi ruhumun labirentlerinde dolaştırmak. İşte böyle çıktı kitap.

        - İnsan olarak Tanpınar’ı nasıl anlatırsınız?

        Çok yalnız. Yer yer çok umutsuz. Fakat Paris’e gitmekten bir türlü vazgeçmiyor. İlk kez 52 yaşında zar zor gittiğindeyse artık Paris için çok yaşlı olduğunu fark ediyor. Dramatik bir şey. Kaldığı ucuz otel odasında beli tutuluyor, ayaklarındaki nasırlar onu rahatsız ediyor, fakat gene de şehrin ayrıntılarını günlüğüne not etmeyi sürdürüyor. Çok evhamlı biri, iki günde bir Cerrahpaşa’da, Haseki’de... Karaciğerini kontrol ettiriyor, bronşiti var, çok sigara içiyor, uyuyamıyor... Bir yandan da o romanlar... Çağının çok ilerisinde. Ama hep beş parasız. Kumar da oynuyor. Tabii yoğun bir hüznü var, yaşaması gereken hayatı yaşayamıyor. Hem dedikoducu hem alıngan. Bence çok renkli bir insan.

        “SEVDİĞİ HİÇBİR KADINA ULAŞAMADI”

        - Ve hayatındaki iki kadın. Neden kavuşamadı bu kadınlara?

        Kavuşamadı, çünkü o bir “ıssız adam”. Güzel kadın seviyor ama güzel kadını elinde tutacak parası pulu, tecrübesi yok. Onların yanında taşralı gibi. Hülyalara dalıyor, erguvanlar arasında kayboluyor. Sonunda da kadınları başkalarına kaptırıyor. Belki de korkuyordu güzel kadınlardan.

        - Tanpınar’ın dile getirdiği “sükût suikastı” bir yazar için en ağırı olmalı?

        Evet, bence de öyle. Yazıyor, yaratıyor ve bütün bunlar sessizlikle karşılanıyor. Şişeye koyup denize atsa, daha iyi.

        Cemiyet hayatımızın 3 tehlikeli kadını

        Kitapta, bir dönem cemiyet hayatında çok konuşulan üç çarpıcı sima da var. Nazlı Eray şöyle anlatıyor: “Nur Sabuncu, genç bir tiyatrocu ama sonu trajik, genç yaşta ölüyor. Üç yıl evli kaldığı Şakir Eczacıbaşı’nın hayatından fırtına gibi geçiyor. Güzelliğiyle erkekleri çok cezbetmiş. Operet kralı Muhlis Sabahattin’in kızı Melek Kobra da öyle. Eroin kullanıyor. Ferdi Tayfur’la evlenmiş, şekerci Haci Bekir’i kendine âşık etmiş. Bir de çirkin ama karizmatik Adalet Cimcoz var; dedikodu sütunu ‘Fitne Fücur’un yazarı.”

        Diğer Yazılar