Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Ne zaman yolculuğu çıksa insan yalnızca bedenini götürmez gideceği yere. O yolculuk aynı zamanda içsel bir yolculuğun da başlangıcıdır. Bir otobüsün içinde yol alırken, ön ya da arka koltuktaki birileri ağlarken, bir başkası kitabına gömülmüş, bir çocuk nefesiyle cama yaptığı buğuya resimler çizerken sen kim bilir kafanda hangi yolculuğa çıkarsın? Ta ki, el freninin o gırç! sesiyle muavinin “sayın yolcular” diye başlayan “yarım saatlik mola” anonsuna kadar…

        Bu otobüsün firması Kırmızı Kedi Yayınevi. Muavini ise Haydar Ergülen. Tekerleklerin kalem olup kağıt üzerinde ilerlediği, şoförlerin gereksiz sollama yapmadığı bir yolculuk. İçindeki yolcular mı? Nalan Barbarosoğlu’ndan Ahmet Telli’ye, Cezmi Ersöz’den Ahmet Büke’ye tam 20 kişi…

        “Cümleten İyi Yolculuklar” Haydar Ergülen’in muavinliğinde yola çıkan yazarların, yol hikayeleriyle derlenen adı üstünde bir yol kitabı. “Muavin” benzetmesi elbette benim değil, Haydar Ergülen’in bu kitap için kaleme aldığı sunuş yazısından… “Muavininiz konuşuyor” ile başlayıp, “Saygıdeğer yolcularımız” diye devam eden Ergülen, otobüs şirketini Kırmızı Kedi Yayınevi olarak tanıtıp kitabı bakın nasıl özetliyor:

        “’Yolculuklar ve Kentler’” dizisi başlatıyor. Bu dizinin ilk ürünü olarak da önsözünü okumakta olduğunuz Cümleten İyi Yolculuklar kitabını sefere çıkarıyor. Bu dizimiz hazırlanmakta olan Tren Kitabı, Uçak Kitabı ve Vapur Kitabı ile siz sayın yolcularımızın karada olduğu gibi miço ya da tayfa olarak sizlerle birlikte olmayı ümit ediyorum.”

        “Yolculuklar ve Kentler” dizisi için, roman, öykü ve deneme kitaplarıyla tanınan edebiyatçı, yazar, şair ve gazetecilerin yazılarından oluşan kitap, eskiden yeniye yaptıkları yolculuklar, o yolculukları ve ulaştıkları kentleri anlatan yazılar, öykü, anı, deneme ya da hiç çıkılmamış hayali yolculuklarından oluştu.

        Haydar Ergülen, neden kendine “muavin” rolü biçtiğine de yine o kendine has üslubuyla anlattı:

        “(…) İnsan her zaman yazıya aklında bir düşünceyle oturmuyor, bana sorarsanız hemen hiçbir zaman, fakat yazarken bir kavram beliriyor. Yazı kağıtta, yani yolda diyecektim yağ gibi kayıyor, havaya giriyor, gereksiz sollama yapan da yok, mesafeler yani satırlar hızla akıp geçiyor. O kavramı, daha doğrusu tanımı buldum galiba: Muavin. Otobüs muavini. Eh, mevzu da otobüs olduğuna göre bu kitaba bir muavin gerekirdi, öyle değil mi? O benim işte. Hem benden de öyle ‘Kaptan’, ‘Kaptan Şoför’ filan olmaz, fakat muavin olur. Neden olmasın? Yerlerinizi almış olduğunuz otobüs kitabı yola çıkarken derin düşünceye dalmıştım. ‘Şimdi bu kitabın kapağında ne sıfatla görüneyim?’ diye. Editör, hazırlayan, derleyen… Deyince devamı da sökün ediyor zaten: toplayan, hazırlayan, derleyen… Yok yok en güzeli muavin. Hem bana da pek yakıştı sanki. İçim de ısında bu delibozuk, gömleği biraz bol gelse de, uçacak gibi dursa da o beyaz gömlek, olsun ‘Rüzgar Muavin’ derler bana, daha iyi olur.

        Şoför konuşması yasak olduğu için susup direksiyon sallarken, yolcular yerini almışken, hadi bakalım yolculuk başlıyor. Bakalım yazarlarımız yol boyunca nasıl bir ruh halinde yol boyunca, kimi neyi, nereleri gördü. Başlıyoruz. Cümleten iyi yolculuklar!

        Cümleten İyi Yolculuklar (Yolculuklar ve Kentler – 1), Kolektif / Kırmızı Kedi Yayınevi, 280 sf, 19 TL

        Cezmi Ersöz

        BIRAK BİRAZ DAHA UYUSUN

        (…) Sonra bindiğin otobüs, gecenin bir saatinde mola verir. Otobüsün mola verdiği yerin hemen yakınında sislere gömülmüş bir onman vardır. Bin an ormana doğru koşmak, içinde kaybolmak istersin. Ama yapamazsın… Otobüs, yolcularını geri toplarken, o sislere gömülmüş ormanda kalır düşlerin. Bir an kalbin çok acır. Bundan böyle hayatındaki her şeyin aynı olacağını düşünürsün. Kaçtığın ve yine geri döndüğün yollarda düşlerini bıraka bıraka yaşayacağını… Çünkü nereye gidersen git, elbet bir gün dönersin. Gittiğin yerde seni kimse tanıyamaz; döndüğün yerde de ya eksik sevilmişsindir ya da yanlış… Bırak biraz daha uyusun içindeki yabancı. Şehre daha çok var. Bırak biraz daha uyusun…

        Habib Bektaş

        YOLCULUK KOPUŞ DEMEKTİR

        (…) Otobüs kopuş demekti toprağından; bir defa söktü mü sizi kökünüzden, geri dönüşü çok zordu. Otobüs gider gelirdi ama insan öyle değil, gittiği yerlere kök salıp orada hayat buluyor. Ve bir zaman geliyor ki, artık geride bıraktıklarınız yeni hayatınız için zorunlu bir durak oluyor. Oysa otobüsler halen gelip geçiyorlar hayatlarımızdan…

        Jaklin Çelik

        YOLDA ÖLÜMÜ İZLEMEK

        (…)

        Gece on ikiden sonra konuşmalar azalıyor, kadın seslerinin bastırdığı çocuk sesleri de her an geceyi bölecek huzursuz bir uykuya teslim. Yan tarafta oturan kızın sürekli sola devrilen kafası, oyuncak bebekleri andırıyor. Kulağındaki kulaklık ve yayılan ses uyumasını sağlayan bir morfin; o da sızmış, sarhoş bir oyuncak bebek. Önündeki ekranda bir haber kanalı akıyor. Altyazıda konuşmacılardan cımbızlanmış başlıklar ara ara değişip duruyor. Son dakika haberlerinde ölüm kol geziyor. Suriye… Doğu… Güneydoğu… Irak… Oysa ne önemi var ki yer isimlerinin? Ölenler neden öldüklerimizden ziyade nerede öldükleriyle beynimize kazınıyorlar. Yanımdakine bakıyorum, bir şey algılayacak hali yok şu sıra. Klimadan gelen soğuk hava içimi titretiyor. Buzdan bir huzursuzluk sinir sistemimim üzerinde dolanıp duruyor. Kafamı camdaki karanlığa dayayıp uyumaya çalışıyorum.

        Refik Durbaş

        İLK KEZ GİDİLEN ŞEHİRLER HÜZÜNLÜDÜR

        İlk kez gidilen bir şehirde akşamlar nasıl geçer? Geçer mi acaba? Gri bir hüzün kolları arasına almıştır bütün sokakları… Renkler, arınmıştır yalnızlığın bedeninden… Dumanın küfünden balkona çıkılmaz. Akşamın sığınağı pencerelerdir: Pencereden bakarsın. Çocuklar, seslerinin çıngırağını ara sokaklara dağıtarak evlerine çekilmektedir. Bir adam, koltuğunun altında bir somun kokusuyla döner köşeyi… Bir kadın, sabahtan kalan güneş kokulu çamaşırları toplamaktadır balkonda… Sen, bir başka zamanda, bir başka şehirde geçen çocukluğunu düşünürsün…

        Gonca Özmen

        BENİ BÜYÜTEN YOLCULUK

        Yolda olma halini oldukça önemserim. İnsanın bir yolunun olması önemlidir. Değişim oradan kök salar. Yenilik oradan boy verir. Hem Gülten Akın’ın da dediği gibi “En güzeli, yol yürüyüş öğretir.” Bize bizi gösterir. Bize yeniyi sunar. Kafka da “Çünkü dünya ancak bir yoldan yaratabilir bizi” demiştir. Değil mi ki yaratıcılığı besler yol! Değil mi ki söz bile yol alıyor boşlukta! Duruyor olsam da yol halim sürer çok zaman. Karl Jaspers, “Felsefe yolda olmaktır” demiş ya, aslında yaşamak için de söylenebilir bu söz. Evet yaşamak da yolda olmaktır. Tren istasyonlarında, otogarlarda, limanlarda, havaalanlarında aniden çarpışmaz mıyız yaşamakla?

        (…) Aklımdan hiç çıkmayan bir yolculuk. Beni büyüten bir yolculuk. O yolculukta uzağı, ayrılığı, gurbeti, burkulmayı, yutkunmayı, özlemi derinden anladım. Gecenin ne kadar uzun ve yolların gecelerden de uzun olduğunu… Kendime yol bildiğim şeylerden öteye gitmeyi… Birilerini ardımda bırakmanın ağrısını… Bir başına kalmış olmanın tedirginliğini… O kopuşu, o yitiği… Bir yaprağın kaybettiği rengini aramaya çıkması gibi…

        (…) Işıklar söndürülünce içeriye dolan ve otobüsü saran dışarının karanlığından, yolun bulanık aydınlığından içimdeki karanlığa bakıyordum. Düşlerime, umutlarıma karışan korku ve kaygılarıma… Uykum da yolunu yitirmişti karanlıkta. Yanımdan evler, ağaçlar, tarlalar, ovalar geçiyordu. Duran gövdeme karşın, gecenin çamuruna bata çıka ilerliyordu aklım. Bir anda geriye dönüyor, ardımda kalanları düşünüyordum. (…) Gecede gidiyor oluş kendi içine

        Çekiyor insanı. Kendi karanlığına götürüyor…

        Yalnızca dışarıdaki virajlardan bir yanı uçurum olan yollardan, ışıklı tünellerden, alt – üst geçitlerden geçmiyordu otobüs. İçimdeki virajları da dönüyor, sesimdeki tünellerden, yaşamımdaki köprülerden de geçiyordu. Hem yolların çatallandığı kavşaklarda, yaşamın dört yol ağızlarında şaşırıp kalan benim gibi kararsızlık da yaşamıyordu şoför…

        Ahmet Telli

        POLİS OTOSUNDA GÖZALTI YOLCULUĞU

        Kapının zili çaldığında tanyeri ağarmak üzereydi. Uyandım. Yanlış mı duydum diye düşünüyordum ki, kapının zili bir kez daha çaldı. Uyku sersemliğiyle, bu münasebetsiz konuğun kim olabileceğini düşünerek kapıyı açtım:

        !!!

        Sayısını tam olarak kestiremediğim altı, yedi, belki daha çok kişinin silahları üzerime çevrilmişti. Rüya yahut kabus gördüğümü sanıyordum. 1981’in ilk günüydü. Yılbaşı geceleri nasıl geçiyorsa bizimki de öyle geçmişti işte.

        (…)

        Sessiz olmamı istedi deri ceketli. Evde kaç kişi olduğumuzu sordu. Diğerleri zaten evin içine dalmıştı. Karım uyandı. Durumu kavramıştı. Aylardır çoğu insanın başına gelen, bizim de başımıza gelmiş, polis evimizi basmıştı.

        Bütün çekmeceler, gardırop, kitaplık tek tek inceleniyordu. (…) Elleri boş dönmek istemiyorlar demek ki. Kitaplıktan epey kitap indirdiler.

        (…)Tanyeri ağarmak üzereydi. Bir iki saat süren aramadan sonra durumu telsizle bir yerlere bildirmişlerdi. Telsiz konuşmalarından “malum şahıs” olduğumu böylece öğrenmiş oldum. İçlerinden biri yanıma sokuldu ve kulağıma eğilerek, “kalın giyin” dedi. Bu sözle, o ana kadar, aramada bir şey bulamadılar, bırakıp giderler umudu da bitmiş oldu bende. Yünlü giysiler getirdi karım. (…) “Çocuklara iyi bak, uzun sürmez herhalde” dedim veda ederken. (…)

        Minibüse binerken gözlerim bağlandı. Belli ki emniyete götürülüyordum. Birkaç aydır, darbeden beri emniyete götürülenlerin başlarına neler geldiğini duyuyorduk. Uygulanan vahşet, gaddarlık, insanın kanını donduruyordu. Hareket ettik. On veya on beş dakika sonra durduk. Tahmin ettiğim gibiydi. Geldik işte diye düşündüm. Ama indirmiyorlar. Bir süre sonra yeniden hareket ettik. (…) Durmadan gidiyoruz. Sağımızdan solumuzdan hızla geçen araba seslerinden şehirlerarası yolda olduğumuzu anlıyorum. Yolculuk bitmiyor, gidiyor, gidiyoruz. Zamanı unuttum, kaç saat oldu yola çıkalı bilmiyorum. Dışarıda kar mı yağıyor, güneş mi açtı; hangi yoldayız, nereye gidiyoruz? Yolculuklara çıkmayı ne kadar severdim oysa. (…) Yolculuk denir miydi bilmiyorum ama on yedi gün içimde sürdürdüğüm yolculuğu ömrümün unutulmazı sayıyorum.

        Yeni çıkan kitaplar

        Nobel ödüllü büyük fizikçi Richard Feynman (1918-1988) aykırı serüvenleri ile tanınıyor. Alfa Yayınları’ndan çıkan Eminim Şaka Yapıyorsunuz BAY Feynman adlı kitapta kendisi, taklit edilemeyen sesiyle, Einstein ile Bohr arasındaki atom fiziğine ilişkin fikir alışverişini; Yunanlı Nick’le kumar konusundaki konuşmalarını; çok iyi saklandığı sanılan nükleer sırların bulunduğu kasaları açışını; bongo davuluyla bir baleye eşlik edişini; çıplak bir bayan boğa güreşçisi resmi yapışını; kuantum fiziğinin gizemlerinden barda kızlara içki ısmarlamanın kurallarını keşfedişine kadar bir çok hayrete düşürücü olayı anlatıyor. Kısacası burada tüm farklı parlaklığıyla Feynman’ın hayatını, -üstün bir zeka, sınırsız bir merak ve pervasızlığın patlayıcı bir karışımını- bulacaksınız. Zamanımızın en ünlü bilim kitaplarından biri olan bu enerji, anekdot ve hayat dolu eser, sizde de fizikçi olma arzusu yaratabilir.

        Yahudilik’de Kadın, Prof. Dr. Liliana Vana / NKM Yayınevi, 168 sf, 15 TL

        Kitap, Yahudilik'de kadınla ilgili yaklaşımların yanlışlığını ve Yahudi din hukukçularının, Yahudi Şeriatına ters düşen görüşlerini sergileyen üç makaleden oluşuyor. Birinci makalede, Yahudi Şeriatı yasaklamadığı halde, Yahudi Şeriat uzmanlarının, kadınların yönetim işlerinde çalışmalarını yasakladıkları, açıklanıyor. İkinci makalede, Yahudi Şeriatına göre kadınların dini görevlerde bulunmalarında bir sakınca olmadığı halde, erkeklerin onur ve şereflerinin yükseltilmesi adına, Yahudi hukukçularının, Yahudi kadınlarının onurlarını zedeledikleri ve dini görevlerden uzaklaştırıldıkları, belirtiliyor. Üçüncü makalede, Helenistik ve Roma dönemindeki nişanlanma ve evlenme âdetleri anlatılıp bu konuda yapılan işlemlerde, Yahudi Şeriatının dışına çıkıldığına vurgu yapılıyor.

        Berrin, sıra dışı bir kadın olsa da görünen yüzü sıradan… Erkeklerden nefret ediyor ama babası yaşında bir adama âşık. Feminen ruhunu ise sürekli baskılıyor. Çocukluğundan getirdiği tüm yaşanmışlıklar ruhsal yapısına negatiflik katmış. Öte yandan geçmişin izleri, yaşam mücadelesindeki iç çekişmeleri okunmaya değer. 36 numara bir kadın ayakkabısı ile 43 numara bir erkek ayakkabısının yanyanalığından hareketle, “tecavüzde misilleme olabilir mi?” sorusuna cevaben gizemli bir hikâye türetmiş yazar. Kitabın ön kapağında Türkan Şoray’ın şu yorumu yer alıyor: “Bir kadının her şartta yaşama tutunma çabası, iç dünyasındaki çalkantılar, beni çok etkiledi. Bir süre bu etkiden kurtulamadım. Derinliği olan bir kitap, kutlarım.”

        Diğer Yazılar