Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “Ölüm hazırlığı botta başlıyor. Kravatları, saatleri, kalemleri, cüzdanları zabıt tutarak imzalıyorlar. Mendiller içine koyup zabıtlarla beraber kaldırıyorlar. Hepsi bu hazırlığın manasını seziyorlar. Fakat buna rağmen Hasan (Polatkan) müstesna neşelerini kaybetmiyorlar. Fatin (Rüştü Zorlu) infazın hemen o gece yapılacağını söylüyor…”

        “İki günden beri korkunç bir depresyon içindeyim. Bütün hayatım boyunca yapmadığım şeyler oluyor. Açıkça herkesin yanında ağlıyorum. (…) Asılanlar hele Adnan gözümün önünden gitmiyor…”

        Bu satırlar Samet Ağaoğlu’nun tuttuğu günlüklerden. Bir bloknota tutulan o günlükler, Yapı Kredi Yayınları tarafından kitap haline getirildi.

        Gülay Sarıçoban’ın hazırladığı “Samet Ağaoğlu - Yassıada, Kayseri ve Toptaşı Cezaevi Günlükleri” siyasi tarihimizin son derece önemli bir dönemine ışık tutuyor. Günlükler, başbakan yardımcılığı, bakanlık, milletvekilliği yapmış bir kişinin, dört yıl boyunca, beş ayrı cezaevinde, kendisinin ve arkadaşlarının verdiği yaşam mücadelesini, sıkıntılarını, acılarını, cezaevi koşullarını gözler önüne seriyor.

        Samet Ağaoğlu’nun günlükleri bir bloknota yazılı, toplam 13 defterden oluşuyor. 15 Kasım 1960 tarihinde başlıyor ve 30 Haziran 1964’te sona eriyor. Bunların dışında Ağaoğlu’nun Yassıada’dayken tuttuğu günlüklerin bir kısmına ise el konulmuş ve talep etmesine rağmen iadesi mümkün olmamış…

        Bu günlüklerin yazılı bulunduğu defterlerin sayfa sayıları 7 ile 149 arasında değişiyor. Ağaoğlu, bir defter hariç diğerlerinde sayfaların ön yapraklarını kullanmış, arka sayfalarını boş bırakmış. Her deftere sayfa numarası vermiş ve not düştüğü günün tarihini ve çoğunlukla da zamanını belirtmiş.

        Sabahın çok erken saatlerinde yazılan, hürriyete duyulan özlem, hayaller, rüyalar, arkadaşlıklar, yemekhaneye gelip gidişler, havalandırmaya çıkışlar, cezaevi dışında ve içinde gerçekleşen olaylar, bunların kendileri üzerindeki etkisini aktaran o günlüklerden bazı bölümler…

        Samet Ağaoğlu - Yassıada, Kayseri ve Toptaşı Cezaevi Günlükleri / Kitabı hazırlayan: Gülay Sarıçoban / Yapı Kredi Yayınları / 375 Sayfa, 32 TL

        21.04.1961

        Menderes bugün de aciz

        Öğleden sonra istimlakler davası başladı. Şahitlerin yarısı bile dinlenmeden mahkeme bitmiş. Yarın belki iddianame söylenecek. Dün reis Menderes’in avukatına çok sert davranmış, avukatın “Savunma hakkımızı kullanamıyoruz” demesine karşı “Öyle ise çekip gidersiniz” demiş. Bugün de mahkemede yalnız Burhan Apaydın varmış. (…) Menderes her davada olduğu gibi bugün de aciz. “Evet, İstanbul’un İmam gibi bir işin şerefi de, kusuru da bana ait” diye bağıramıyordu. (Kemal) Aygün’e, Dilaver’e (Argun) , kendisine “şerefini alıyor da mesuliyetini de alsın” diye hücum ettiriyor.

        22.04.1961

        Fatin Rüştü’nün tuvalet sırrı!

        Bugün gazetelerde tebliğ var. Vatan Cephesi davası 27 Nisan Perşembe başlıyor. Haydi hayırlısı Allah’tan. (…) Küba’da Fidel Castro vaziyete hakim oldu. Bu belki de Kennedy için

        Bir mağlubiyet sayılacak!

        (…) Bugün odalara fitil sıkmak için bizi gazinoya indirdiler. (Tevfik) İleri7nin neşesi yerinde idi. Mahpusluk psikolojisinin doğurduğu muaşeret laubaliliklerinden öyle misaller içinde yaşıyoruz ki! Tevfik anlattı güldük, ben anlattım güldük. Polatkan, Zorlu anlattı yine güldük. Demek her odada aynı şeyler oluyor: Mesela Erdelhun Paşa her yemekten sonra 40 adım dolaşıyor, iki adımda bir de gaz bırakıyormuş. Tevfik’in büyük merakı, şimdi alt koridorda bulunan Mahmut Güçbilmez’in , bu kadar sık bık tuvalette ne yaptığı. “Her zaman orada” diyor, “Her tarafından da ayrı ses çıkıyor.” Öteden beri merakımı çeken, bir türlü çözemediğim bir halin sebebini de bugün öğrendim: Fatin Rüştü, sabahları elini yüzünü yıkadıktan sonra tuvalete gidiyor. Meğer ağzını daha temiz elle yıkamak içinmiş! Evet, insanlar, evlerinde karılarından bile sakladıkları bir kısım yaşam geleneklerini, hapishane veya şartlar içinde açığa dökmekten çekinmez oluyorlar. Bu, herkesten önce, kendi kendisi ile yüz göz olması insanın!

        24.04.1961

        Menderes zalim olamaz

        İstibdat ve biz! Şu Adnan Menderes zalim olacak öyle mi! Şu soruşturmaya istiyorlar denildiği zaman yüzleri bembeyaz kesilen, dizlerinin bağı çözülen zavallı vekil taslaklarının diktatörlük yapacakları? Gazeteler 26 Mayıs akşamına kadar bize sövüyorlardı. Meclis’te kürsü ihtilal edebiyatının en pervasız numaralarını veriyordu. Bu mu istibdat manzarası!

        19.08.1961

        Yassıada mezarı!

        Yusuf Ziya (Ortaç) Yassıada’yı uzaktan bir mezar kümbetine benzetmiş son yazısında. Bu benzeyişte gizli zalimce arzunun yanında bir gerçek de var: Yassıada hiç değilse bir devrin mezarıdır! Yalnız taşının üstünde ne zaman, ne yazılacat, bunu da ancak Allah ve tarih biliyor!

        20.09.1961

        Bayar fazla konuşuyor

        Acaba “İmralı Hatıraları”na başlarken buradaki arkadaşları şöyle bir kısaca anlatsam nasıl olur diye düşünüyorum. Mesela Bayar, Koraltan, mesela Kalafat, İleri ve diğerleri tıpkı benim gibi koğuşlarda yeni yüzler olarak belirecekler. (…) Burada günlük hayatımız içinde beni çok düşündüren bir müşahedem var. Bayır’ın korkusuz intibak kabiliyeti.Adam sanki yıllardan beri hapishanede yaşıyormuş gibi şartlara hemen uydu. Eski Bayar’la belli başlı farkı biraz fazla konuşması. Bunun sebebi de açık. Tam altı ay Yassıada’da bir odada tek başına kaldı, pek az konuştu. Şimdi insanlar arasındadır. Konuşmak hakkına sahip. Aç kalmış adamın yemeğe saldırışı gibi o da konuşabilme heyecanı ile herkesle her konuya karışıyor.

        22.09.1961

        Bayar ağlıyordu

        Karmakarışık düşünceler arasında hayallerle dolu bir gece daha. Fatin (Rüştü Zorlu), Hasan (Polatkan), ve Adnan gözümün önünde sallanıp durdular. Artık isimlerini söyleyebiliyorum. Hayattaki son günlerinin hikayesini yazacağım bu sabah. Yahut hayır, henüz erken, hafızamda kupkuru bir hikaye oluncaya kadar beklemeliyim.

        Dün evlerden ilk mektup ve telgraflar geldi. Bu, hepimiz için büyük, ağlatan heyecan sebebi oldu. Bayar’ın da ağladığını gördüm. Metin olun dedim, cevap verdi: “Zaafıımdan değil, şefkatten.”

        (…)

        15 Eylül Cuma gününü üstünden tam bir hafta geçti. O sabah Yassıada’da sessiz bir kıyamet başlamıştı. Saat yedide Adnan’ın hastalandığını, sonra da kendini öldürmek için damarlarını kestiğini söylediler. Saat sekizde koğuşları dışarı çıkardılar. Alıştığımız grupları bozarak yenilerini kurdular.

        (…) Mahkeme salonuna deniz tarafındaki kapıdan giriliyordu. Divanın arkasında dört subay esas vaziyette duruyordu. Bütün bir salon kırmızı renge boyanmıştı. Başkatip okumaya başladı:”43 numarada kayıtlı Samet Ağaoğlu, anayasayı ihlal suçundan Türk Ceza Kanunu’nun 146. maddesi ile ölüm yerine müebbet hapsine..” Önümdeki avukatların yüzlerinde garip bir sevinç ışığı parladı. (…) Artık müebbet hapse mahkum edilmiş bir insandım.

        25.09.1961

        Aklını oynatma ihtimali

        Dün revire indirdiler. Bu hücrenin nasıl bir mezar olduğunu daha açık gösterdi. (…) Hücre ise insanda sevgiyi ve kalbi öldürür. Bunun içindir ki bu sistem hatalıdır. Cemiyetin kin ve intikam, yani hayvan tarafının ifadesidir.

        (…) Atıf’ın (Benderlioğlu) anlattığı bazı şeyler var. Anlaşılıyor ki Adnan Bey’in intiharı biriktirdiği uyku ilaçları olmuştur. Yetişip kurtarmışlar. Bu arada iki defa Ethem’le (Menderes) görüşmüş. Ethem; Atıf ve diğerlerine “Biraz çocuk gibi, ‘eve gidelim’ diyor” demiş, Yani aklını oynatma ihtimali.

        15.10.1961

        Muhteşem hayaller

        Rahatsız bir gece geçirdim, midem ağrıdı, başım döndü, sık sık uyandım, yattım. Biraz önce Tezer’e mektup yazarken aklıma geldi. Revire “Hayaletler Koğuşu” ismini takmalı. Başta Bayar olmak üzere burada hepimizin hayalleri dolaşıyor. Bunlara da “Muhteşem Hayaller” diyebilirim.

        26.09.1961 Salı, sabah 4,5

        Bu akşam hüküm infaz edilir

        Birkaç saat kabuslarla dolu olarak uyandım. Uyandığım zaman kapkaranlık bir kuyu dibinde hissettim kendimi. Sonra ağlamak istedim. Benim gibi revirde yatan Muhlis Erdener’i uyandırdım. Bu ihtiyar ve hasta adama böylece insafsızlık ederek onu da karanlık düşüncelere sürükleyebilecek sözler söyleyerek ağladım.

        (…) İmralı’da önce birinci botu boşalttılar. Ambarın küçük, yuvarlak penceresinden Celal Bayar’ın, Koraltan’ın, Zorlu ve Polatkan ve Kalafat’ın çıktıklarını gördüm. Hepsi bizim gibi kelepçeli idi ve fazla olarak kravatları da yoktu. Ben sıcaktan kendilerinin çözdüğünü sandım. Halbuki asılma hazırlığı imiş. Ayrıca cüzdanlarını, saatlerini, kalemlerini de almışlar, ayrı ayrı bohçalara koymuşlar. Sonradan öğrendim ki onlar da neşe ile İmralı’ya kadar gelmişler. Yalnız Polatkan düşünceliymiş. Fatin’in (Rüştü Zorlu) de kravatları çözülüp eşyaları alınınca “Hükmü bu akşam infaz ederler muhakkak” demiş.

        (…)

        Zorlu ölüme cesaretle yürüdü

        Sabahleyin çok erken uyandım. Pencereden bakarken ambulanslardan birini küçük evlerden birinin önünde gördüm. Bir aralık bir sarıklı, şoför yerine bindi, arkadaşları çağırdım. Ambulans hareket ederken imamı onlar da gördüler. İdamlar olduğu anlaşılmıştı. Hepsi mi, bir kısmı mı? Bilmediğimiz işte yalnız bu idi. (…) Öğleden sonra öğrendik, Zorlu ölüme cesaretle yürümüştür. Cellada “Ben bilirim işimi” demiş. Orada bulunanlara belki de hakaret dolu sözler söylemiş, sonra da iskemleyi kendisi tekmelemiş. Polatkan bitkin halde imiş. İki kolundan tutarak adeta sürüklemişler. O gün öğleden sonra affedilenleri de yanımıza getirdiler. Ağlayarak kucaklaştık. Bazı söylentiler:

        - İmralı’da 7 mezar kazılmıştı

        - 10 sehpa kurulmuştu,

        - 4 imam getirilmişti

        29.09.1961 Cuma

        Hayatlarını kahramanca bitirdiler

        (…) Gece Akis’te idamlara ait yazıları okudum. Bir kısmı yanlış. Mesela Adnan’ın gece asıldığını yazıyor. Halbuki gündüz 13.30’da bu işi yaptılar. Zaten ‘Hayat’taki resim gündüz olduğunu gösteriyor. Fatin’in (Rüştü Zorlu) cesaret ve metaneti ne büyük. Bu adam hayatını her bakımdan kahramanca bitirdi. Adnan Bey de metin, sakin ve vakur olarak.

        YENİ ÇIKAN KİTAPLAR

        Kurucu İktidar, Osman Can, Alfa Yayınları / 328 sf, 18 TL

        Anayasa Mahkemesi eski raportörü Doç. Dr. Osman Can’ın yeni kitabı Kurucu İktidar Alfa Yayınları’ndan çıktı. Osman Can bu kitabında, Türkiye’de 1921 ile 1924 anayasalarından beslenen iki gelenek olduğuna dikkat çekerken bu iki anayasa arasındaki ayrımı gözler önüne seriyor.

        KÜN, Sezgin Kaymaz, İletişim Yayınları, 479 sayfa, 26,00 TL

        Sezgin Kaymaz, kendine özgü üslûbu ve hâlesiyle, yine eğlenceli ve ürpertili bir hikâye anlatıyor. Anlattığı hikâyenin heyecanıyla anlatışın neşesi yine birbirini coşturuyor.

        ‘Sıradan’ denen insanların ‘sıradan’ denen hallerinin ve dillerinin usta yazarı, Angara’nın kıyısına, rengâhenk bir Konya dekoru kuruyor ayrıca - Eski Konya. Eski taşra yaşantısı… Sezgin Kaymaz’ın gizemine, mizahına, olay örgüsüne, anlatıcılığına tutulanlar kadar, ‘yerliliğine’ de tutulanlar yok mu? Kün, her zevke yetişiyor, her şeyi olduruyor!

        Mostari - Bir Köprü Bekçisinin Günlüğü, Gündüz Vassaf, Yapı Kredi Yayınları, 367 sf, 24 TL

        Vassaf, kitabında, Mostar’da geçirdiği ayları ve bir türlü ayrılamadığı, her gün başında beklediği Mostar Köprüsü’nü anlatıyor. Anı olarak yazmaya başladığı notların bir köprü bekçisinin nöbet defterine dönüştüğünü söyleyen Vassaf, “Bazen yüzlerce turist arasında, bazen gece saatlerinde tek başıma Köprü’yü bekledim. Ben Köprü’yü sahiplendim, o beni zapt etti. Bana neler yaşattıysa ben de dünyamı, duygularımı, düşünce ve hezeyanlarımı onunla paylaştım. Taa ki bir gün beni azat edene kadar.” Ve... Tam da Köprü yolculuğu bitmek üzereyken savaşın çıkmaz sokağından bir sesleniş... Mostar Manifestosu!

        Diğer Yazılar