Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Ümran Avcı ile Edebiyat Söyleşileri'nin bu haftaki konuğu "Yalos" kitabının yazarı Semra Aktunç

        Mudanya ve Çamlıca Kız Lisesi'nde yıllarca felsefe öğretmenliği yapan Semra Aktunç'un üçüncü öykü kitabı "Yalos" okurla buluştu. 2011 yılında kaybettiğimiz şair ve yazar Hulki Aktunç'la 40 yıl hayat arkadaşlığı yapan Aktunç ile edebiyatı ve Hulki Aktunç'u konuştuk. Semra Aktunç, "Öykü yazmakta amacım insanların yüreğine dokunmak. Neşeyle ya da hüzünle..." diyor.

        - "Leylak Ağacına Mektup" öykünüzde, anlatıcı Bursa'yı "Soylu bir hatuna", "Yaşlı akrabalarını huzurevine teslim etmeyen, onurlu, kişilikli bir kadına" benzetiyor... İstanbul nasıl bir kadın?

        İstanbul hafifmeşrep bir kadın Bursa'ya göre. Çünkü hiçbir şey umurunda değil. Soylu bir takım akrabalarını ‘aman esirgeyeyim, koruyayım' diyen bir tavrı yok. Tam tersi daha yıkıcı daha berbat ediyor her şeyi. Ama Bursa'da bu vefayı gördüm. 1972'de Mudanya'da ilk öğretmenliğimi yaptım. İstanbul çocuğuyum ve oraya Çalıkuşu havasıyla gitmiştim. Feride halindeydim. Korkuyordum. Bir baktım Mudanya İstanbul'dan modern. Ben kız lisesi mezunuyum, orada kızlar erkekler yan yana okuyorlar. El ele ders dinliyor çocuklar. Bir hoşuma gitti. Birden bire Feride'ye ‘güle güle' dedim. Bursalılar hem tarihe, hem birbirlerine vafalılar. Başka bir tarzları var. Aşağıda yaşayanlar Uludağ'da yaşayanlara "dağlılar" derlermiş, yukarıdakiler de aşağıdakiler için "tılsımcılar" derlermiş. Büyüye filan meraklılar diye. Birbirlerini çok koruyorlar. O yüzden öyle bir hatuna benzettim.

        - Sait Faik'in "Tüneldeki Çocuk" öyküsü için "İlkokul, lise hatta üniversite kitaplarında yer almalı, Tünel'deki metroya binen herkes hatırlamalı onu" diyorsunuz...

        Kesinlikle 100 temel esere alınmalı. Hatta ilk ona girmeli. Çünkü çok önemli. Biz kaybolup gidiyoruz ama bunlar İstanbul'un kârları, artıları. Sait Faik İstanbul'un artık. Sait Faik'in İstanbul'u artık yok belki. Tamam o da gitti ama İstanbul'un Sait Faik'i var. Kulaklarımla işittim bir gün, okumuş olduğu her halinden belli olan bir adam, Tünel için ‘yeraltı tranvaysı' demişti ve ben çok üzülmüştüm. Bir terslik var gibi geldi ve hikayeme aldım.

        -Kaç yıl evli kaldınız Hulki Bey ile?

        Tam kırk yıl. 1971 – 2011...

        - Belki de hayatınızın en derin kederidir kaybı?

        Çoook. En kötüsünü anlatıyım size. Yedi yıl hastalıkla uğraştık. Tabi kanser, çaresi yok. Kaybından hemen sonra beni apar topar Ayvalık'a götürdüler. Sabah denize gidip sırtüstü yatıyordum. Denizle ve suyla kendimi iyileştirebildim. O da hep öyle isterdi; ‘Sakın kendini bırakma. Yazılarına devam et' derdi. Bir sene sonra Genco Erkal'ın Bertolt Brecht oyununa gittim. Hep el ele dolaşırdık Hulki'yle.Oyunu izlerken öyle başka bir havaya girmişim ki, Hulki yanımda zannettim ve boşluğa elimi uzattım. O olay gömüldüğü günkünden daha fazla acı verdi bana. Herkes bana baktı bu kadın ne yapıyor diye. O çok feci bir şey. Öldüğünü değil de, uzak bir yere gittiğini düşünüyorum. Çok derin bir arkadaşlık vardı aramızda.

        -Kitapta da "Keder de bir süre sonra sevince dönmek istiyor" demişsiniz...

        Onu kendimde yaşadım da yaşadım da o yüzden yazdım. Keder de sanki sıkılmaya, ‘yeter artık!' demeye başlar gibi oluyor. ‘Bir şey yap, yerine bir şey koy' diyor. Bu nedenle benim öykülerle uğraşmam çok önemli. Şimdi mesela dördüncü kitabın öykülerini yazmaya başladım.

        Acıya öykülerle mi tutundunuz?

        Evet öyle, öyküyle karşı koydum. Yokluğuna pek alışamıyorum hala ama o boşluk duygusuna öykü yazarak idare edebiliyorum. Eğer benim öykü yazmakta bir amacım varsa insanların yüreğine bir dokunmaktır. Neşeyle ya da hüzünle.

        - Öykülerde sanki hep Hulki Bey'in anısı geziniyor, okur bunu hissedebiliyor.

        Hep yanımda gibi zaten. Bazen sokakta, yanımdaymış gibi konuşuyor, dertleşiyorum. Deli değilim ama (gülüyor)... Konuşmak istiyorum onunla, hoşuma gidiyor.

        - Hulki Bey'in edebi yönünüze etkisi nasıldı?

        Çok eleştirirdi. Bu çok büyük bir katkı. Biz zaman zaman birlikte Kemal Tahir'i ziyarete giderdik. Kemal Tahir bir şey yazana en önce şunu sorarım derdi: ‘Sen Türk edebiyatında ne eksik gördün ki bu işe kalkıştın?' Bu soruyla karşı karşıya kalmak çok ağır, feci bir şey. Ben o sırada yazmıyordum. Çok özel bir insandı Kemal Tahir. Çok babacan, çok şeker bir insandı. Bakışları çok deliciydi. Hulki hep ‘Meydan-ı hamiyete çıkmak, bir şey yazıyor olmak çok ciddi bir sorumluluktur' derdi. Benim hayatta tanıdığım üç edip var; Salah Birsel, Enis Batur ve Hulki Aktunç. Bunlar birer ediptiler. Mesela Onat Kutlar bile Hulki'nin yazdıklarını böyle gıptayla izlerdi. O dönemler Sinematek'te buluşurduk. Çok güzel bir ortamdı. Biz 1971'de evlenmeye karar verdiğimiz zaman Onat çok sevinmiş, oradakilere ilan etmişti. Sonra bir kafede buluştuk başka bir gün. Orada Onat da vardı. "Yakın zamanda hep birlikte kebapçıya gidelim" diye sözleştik o gün. Meğer o gün onu son görüşümmüş. Çok acı verdi. Uzun süre Cafe Marmara'ya gidemedim.

        - Çok kayıp verdi sizin kuşak...

        Çok fazla. Onat öldü, Tomris öldü, Turgut öldü, Ara Güler'in karısı Suna öldü. Füsun Altıok öldü. Salah Bey gitti. Feci bir şey. Onları çok arıyorum. Her biri başka bir hazine gibiydi. Bizim çocuklar bile "Biz Selim İleri, Enis Batur, Salah Birsel ile onlarla büyüdük, farklıyız" diyorlar. Çok büyük bir şanstı. Bizim nikah şahitlerimizden biri Selim İleri'ydi mesela.

        - O zamanlar edebiyat dünyasında dostluklar daha mı iyiydi?

        Kesinlikle. Bakın bu çok önemli, ben şimdikilere bakıyorum, tabi ki bayıldığım gençler var. Şimdilerde de çok cinsler tabi ki var. Murat Yalçın'ı çok beğeniyorum, Gaye Boralıoğlu'na bayılıyorum. Şöyle bir fark vardı; şimdilerde herkes ‘ben önemliyim, benim yazdıklarım önemli' diyor. Biz, ‘Bunu Tomris yazmalı. Bu öyle bir öykü ki Selim İleri'nin kaleminden çıkmalı' derdik. Ben Selim İleri'nin "Cumartesi Yalnızlığı"nı okulda satıyordum. Broşürlerini dağıtıyordum. Her yapıt bize bir sevinç kaynağı olurdu. Şimdi bakıyorum, müthiş bir iddia, müthiş dikkatli konuşmalar... Ufacık bir eleştirin yandınız. Tepki gösteriyorlar ve bunu hiç anlamıyorum.

        - Hulki Bey'in bir de Argo sözlüğü vardı. Edebiyatta argonun dozu ne olmalı?

        Edebiyatta ‘aynı klozete şey yapmak' gibi cümlelerin o metni zenginleştireceğine kesinlikle inanmıyorum. Hatta çok bayağılaştırıyor. İtici geliyor. Ama argo başka. Şifreli bir şey. Başka bir anlaşma biçimi. Argo Sözlüğü'nün ortaya çıkması için Hulki on yılını verdi. Çok emek sarf etti. Bittiği gün evimizde bayram havası esti. O argo sözlüğü yazılırken çok keyif aldık, çok eğlendik. Bazı geceler uykudan uyanırdık. Bazı kelimeleri aramak için Hulki her türlü macerayı yapardı.

        - Hâlâ öykülere son noktayı koyunca ‘Acaba Hulki beğenir miydi?' diyor musunuz?

        Hulki sanırım ufak bir kıskançlık yaşıyordu. Çünkü bana diyordu ki ‘Gerçekten bunu iki saate mi yazdın? "Öyle deme" diyordum. Çünkü ben öykülerimi önce film gibi görüyorum zaten. Ondan sonra oturup yazıyorum. Bir dil çalışması gerekiyor sadece. "Hayır olamaz" derdi. Okurdu, "Burada bir omurga var ama eti eksik. Daha çok et koymalısın" derdi. Ya da bazen, "Burada da çok et var ama omurga pek sağlam değil" derdi. Onun ilk okuyucusu bendim, benim ilk okuyucum oydu. Benim bazı öykülerim de ağlamıştır. Ve bana bir gün, "Günlükte ve öyküde beni geçtin" demişti. Şimdi öykülere son noktayı koyduğumda, "Bak Hulki, bir öykü daha bitirdim. Omurgası da yerinde, bence eti de yerinde. Öpüyorum seni" diyorum sesli sesli.

        Diğer Yazılar