Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        3 Mayıs, Dünya Basın Özgürlüğü Günü idi.

        Rahat olun.

        Dünden itibaren artık dünya basın özgürlüğü günü değil!

        Hem Kamil, dünya bir yana sen bir yana!

        ***

        Müsaadenizle “basın özgürlüğü”nü dünya tarafından değil, insanın “iç dünyası” cihetinden yazayım.

        Denmedik söz, yenmedik nane, çiğnenmedik özgürlük kalmadı nasılsa.

        ***

        Basın özgürlüğü sadece yasaların, yasakların, cezaların, baskıların, tehditlerin getirdiği kısıtlamalar, sansürler, özgürlük ihlalleri meselesi değil.

        Öyle olsa, onlar kalktı mı, özgürlük diye bir dert de kalmazdı Özgür!

        Oysa misal senin adın Özgür olsun; ama adını Özgür koymakla özgür olunmuyor.

        Öyle sadece devletin, amirin, filancanın baskıları yüzünden özgür olmamakla da kalınmıyor.

        Bir önemli sorun ve soru şu:

        Diyelim özgürsün hakikaten.

        Ne yapıyorsun, ne yapardın, ne yapacaksın?

        Ne yapmazdın, yapamazdın, yapmayacaksın zaten?

        ***

        Batı’nın “demokratik” denen toplumlarında, “basın özgürlüğü”nü ırkçılığa, nefret diline, bunun incelerine yapıştıranlar yahut en iyi ihtimalde, dünyanın ve ülkelerinin mağdurlarını, mazlumlarını, haksızlıklarını görmeden (çünkü bakmadan), güçlülerin emrine sokanlar yok mu?

        Az mı çok mu?

        Yani özgürlük; sadece yasaklara, tahdit ve tehditlere maruz kalma meselesi değil…

        Gönüllü olarak kalbinin, vicdanının, aklının, elinin, dilinin ne yapıp yapmadığı Gönül!

        Esas damardan sorun, güçlülerin, muktedirlerin, iktidarların, iktidarın cezalandırdıkları değil; ödüllendirdikleri.

        Çünkü onlar “özgür biçimde” kul-köle olmaya karar veriyor.

        İnsanlık tarihinin en iğrenç tercihlerinden biridir bu Spartaküs!

        Özgür biçimde” derken, kendini sakın özgür sanma Özer!

        Çünkü ruhun zincirlenmiş.

        Bir türlü kanat çırpamıyor; ille tokadın, tekmenin bir parçası olması gerekiyor.

        Çünkü kanaatin kıt değilse de, karneyle.

        Çünkü vicdanın elbet vardır da, seçmece.

        Çünkü kalbin yok demiyorum, ama kesmece!

        Çünkü affedersin, .oka batmış ne varsa, hep ona değmiş buna değmemiş diye yemek zorundasın!

        ***

        Oysa o güzel aklınla, ben neden bu haldeyim sorusunu sormakla başlayabilirdin.

        Özgürlüğün ilk adımı zaten böyle bir soru.

        Pekiyi hemen her şeye itiraz edip başkaldırma, acele etme, tamam.

        Ama önce şu haline bir itirazın olsun.

        Paşanın maşası, iktidarın kâtibi, sermayenin yazarkasası, bir buyuranın, buyurganın kuyruğu filan olmak hakikaten sefil işler, süfli şeyler.

        Esas özgürlük meselesi o.

        Çünkü inanç özgürlüğünün de, basın özgürlüğünün de temeli, vicdan özgürlüğü.

        Esas mesele, esirken ne yapamadığın değil; kendini rehin verip ve bunu kabullenip neler yapıp yapmadığın.

        İnsanoğlunun binlerce yıllık ayağa kalkma, başını dikleştirme çabasına kendince ihanetin Hüsamettin!

        ***

        Kendisi, nasıl diyorlar, hem “zenci” hem de “şöhretli” olan Morgan Freeman mesela, Baltimore’de sadece polisin değil, medyanın tutumu üzerine, “F.ck the media” diyerek şunu söylüyor:

        İnsanlar sadece konuşmak, dertlerini anlatmak istedikleri zaman ortada yoktunuz. Dinlemediniz bile. Oysa haber basitti. Bir genç, siyah bir genç öldürülmüştü ve kimse ceza almamıştı. Sesini duyuramayanlar ayaklanana kadar yoktunuz. Ancak ayaklandıklarında üşüştünüz, olayın sebebini bırakıp pornografik bir yakıp yıkma yayınına geçtiniz.”

        (Belki daha iyi anlamak için, Dallas’ta medyanın “anti-İslam” diye tanımladığı konferansa saldıranların öldürülüşüne, oradaki medya diline de bakabilirsin. Sonra dön, “Vandallar” diye yapıştığın iktidar diline de aynı zaviyeden bir bak! Uzaktaki ABD’de sıkı muhalif kesilip burada iktidar gülü, devlet bülbülü oluşun nasıl bir dıngıllık, ona da bak!)

        ***

        Neyse gülüm, uzatmayayım.

        Tehdit, baskı, sansür vesaire… Hepsi tarihsel şeyler.

        Tarihsel olan, geçicidir.

        Ömrümüz yeter yetmez, o ayrı. Geçicidir.

        Fakat bu gönüllü kölelik, yanaşmalık, ilişmelik, iliştirilmişlik, kişiliksizleştirilmişlik meselesi tarihselden ziyade ruhsaldır.

        İçine işler.

        Ruhuna kazınır.

        Allah gani gani ömür versin; lakin her fani gibi, bir gün gideriz, ruhumuz baki kalır; ruhumuza işlemiş ne varsa hep kalır.

        O ebedi huzursuzluk işte!

        Kibrin başkasına azap vermişse, kabrin de sana azap verir!

        Daha ne diyeyim sana!

        Belki böyle anlarsın.

        Diğer Yazılar