Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İşte öyle bir şey var, yani çok sık var, görmesek de duymasak da, hiç başımıza gelmese de, var.

        Evladının, karının, kocanın, annenin, babanın, arkadaşının, sevgilinin, sevdiğinin DNA’sına sarılmak diye bir şey var.

        Bir kemiğine hasret kalmak…

        Erimiş bedenlerden hangi külün seninkine ait olduğunu aramak…

        Paramparça hayatlardan kalan bir dokuya dokunmak, tekrar dokunmak…

        Toprağa, betona yapışmış, havaya, suya karışmış bir zerreden bir cenaze, bir kabir, bir dua çıkarmak var.

        ***

        Evlatları Seyhan’ın bir kemiği olsun bulunsun, bir mezarı, mezarına bir maşrapa suyu, kabri başında bir duası olsun diye beklerken can vermişti Asiye Doğan.

        Onun nöbetini de devralan eşi Ramazan Doğan, devlete “Evladımın kemiklerini arıyorum” diye seslene seslene son nefesini verdi.

        Memleketlerinden uzakta, yan yana yatıyorlardı ki, gözaltında yok edilmiş 13 yaşındaki Seyhan’ın kemikleri 18 yıl sonra, asit kuyularından, Dargeçit’ten çıktı geldi.

        Şöyle diyeyim: Bir ana babanın evladına, onun bir kemiğine bile hasretinin dirisi, ölüsü olmuyor işte.

        Çıktılar mezarlarından, memlekete taşınıp vasiyetleri üzerine Seyhan’ın kemiklerinin yanına uzandılar!

        ***

        Ankara’da, hani dünkü yazıda hatırlattığım gibi, 9 yaşında Veysel de paramparça olmuşken, adaşı Bakan kendi seçim bölgesi Afyon’da vaatler sıralıyor, bu arada “Bunlar bombayı kendileri patlatmıştır barajı geçmek için” diyordu ya…

        Bırakın bakan olmayı, vicdanı olan her Afyonlu da her patlamada, her bombada, cephanelik cehenneminde patlamış bombaları, paramparça bedenleri 6 kilometreye yayılmış 25 askeri hatırlar önce!

        Hoş, o dava da, efendileri kurtarmak üzere, neredeyse “kendileri patlattılar” menzilinde yürüyor ama!

        İşte o 25 askeri de, nişanlıları, eşleri, çocukları, babaları, anneleri DNA’larına sarıla sarıla teşhis edebildi, toprağa verdi.

        Dokular o 6 kilometreden kazındı.

        ***

        Somalılar, 400’den fazla yetim, onca dul, onca seven madendeki sevdiklerini, bazen el ele tutuşmuş bulunanları, bazen bir ötekine karışmış olanları ayırmak, kendi kayıplarını teşhis, günler sonra “bir cenazeye kavuşmak” için çırpındı.

        Suruç’ta az önce türkü söylemiş evlatlarına ağıtlarını, onların dokusuna, kokusuna sarıla sarıla, dualarla, gözyaşlarıyla, yüreklerin isyanıyla dökenler de öyle.

        Esenyurt’ta cafcaflı AVM inşaatının şantiyesinde, naylon çadırda eriyenlerin, Ostim-İvedik atölyelerinde, Davutpaşa maytap cehenneminde kömür taneleri olanların, üç kuruşluk yevmiye için istiflendikleri kamyondan yola savrulan kadınların, kat kat gökdelen asansöründen yerin altındaki betona çakılanların sevdikleri de öyle sarılıverdiler.

        ***

        Yılda 1500 işçi öldüren ekonomisi hoyrat, 400 milletvekili çıkarmamış seçimden sonra onun iki katı insanın canını alan “birlik ve beraberlik”i fecaat memleketin DNA’sı böyle işte.

        Ankara Garı’nda demiryolu işçileri, inşaat işçileri, işçi-köylü-memur ve sıvasız hane çocukları da emeğe, barışa saygılı bir umudun ucuna tutunmuşken öyle tuz buz oldular.

        Habere giderken akrabasının ölümünü öğrenen, ailesiyle birlikte hiç olmazsa cenazeyi bulmak için çırpınan gazeteci İlhan Taşçı’nın T24’teki yürek yakan tanıklık yazısının başlığı gibi, “Cenazesini bulabilenin sevindiği ülke” işte.

        Burada yazmıştım, keyfi emirler sonucu hayatını kaybeden bir uzman çavuşun babası, oğlunun cenazesi otobüsle değil uçakla gönderildiği için, insanı donduran tesellisini şöyle ifade etmişti:

        Çok şükür, uçakla sağ salim getiriyorlar cenazesini!”

        ***

        Cenaze, kemik, DNA sağ salim olunca teselli bulunan ülke burası!

        O yüzden “Sevdiğinin DNA’sına sarılanların ülkesi”, aynı zamanda “sevdiğinin dokusunu kazıyanların ülkesi”, aynı zamanda “evladının bir kemiğine sarılmak için yıllarca bekleyip ölenlerin ülkesi” olduğunu söylemek istedim.

        Gözünün önünde polis, asker babası öldürülen çocuklar…

        Daha ana karnındayken “şehit çocuğu” olanlar…

        Daha dün “Ankara protestosu” sırasında anne kucağında polis mermisiyle öldürülen 3 yaşındaki Tevriz, Sur’da vurulan 9 (12) yaşındaki Helin, Ankara Garı’nda katledilenlerden demiryolu işçisi Ali Kitapçı’nın vakur oğlu Artun…

        Burası işte sizin de ülkeniz!

        Diğer Yazılar