Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Trabzon Vakası” düzen hakkında tam fikir veriyor.

        Sporcunun zeki, çevik ve ahlaklısı”nın çok sevildiği bir düzen bu.

        Reis, Kayyum, Başkan düzeni.

        ***

        Sebebi hangi haksızlık olursa olsun, insanlar, bir görevle oraya gitmiş kişiler alıkonuldu.

        Bu “rehine vakası”dır.

        Bir kulüp başkanı telefonda emrediyor; stat kapıları kapatılarak insanlar hapsediliyor.

        Başka bir durumda, normal bir ülkede, Emniyet ve savcıların hemen harekete geçmesi gereken bir “alıkoyma.”

        Burada işler öyle yürümüyor.

        Burası artık polisin ve savcıların “üst akıl”la harekete geçtiği veya hareketsiz kaldığı ülke.

        Başkan, “arayan devlet yetkilileri”nin telefonuna çıkmıyor bile. Helal olsun!

        Acaba Başbakan da aramış mıdır?

        Federasyon Başkanı?

        Spordan Sorumlu herhangi biri?

        İçişleri Bakanı? Adalet Bakanı? Emniyet Genel Müdürü?

        Çünkü bu kişilerin hepsi mevcut, biliyorsunuz; kimi “Her zaman zalimlerin yanında olacağız” diye topa yanlış vuruyor, kimi 100 kişinin paramparça olmasının ardından istifa sorusuna gülümsüyor, kimi elden getirilip kasa-kutu korumadan sorumlu mevkilere oturtulmuş.

        Kiminin babası ağlıyor, kimi anaları ağlatıp duruyor.

        ***

        Fakat ne oluyor?

        Kulüp Başkanı’nın dobra dobra (bu tarafı hakikaten takdire şayan) dediğine göre, “Bu ülke için çok şey yapmış, yedi cihanın engellemek istediği ve öl dese öleceği birisi” arıyor. Şafak sökmeden “rehineler” serbest bırakılıyor.

        O kişiyi tahmin etmemiz zor tabii!

        Hakemleri bırak” demek yerine “öl dese” daha büyük felaket!

        Acaba nasıl söyledi?

        Buyruk tonunda mı, rica modunda mı, “merak etme, halledeceğiz” formatında mı?

        Çok vakadaki gibi azarlayarak mı yoksa sevecen mi?

        Cumhuriyet Bayramı dolayısıyla mı Cumhurbaşkanı aradı?

        23 Nisan olsa bir çocuk mu arayacaktı “100 yıl kadın gibi yaşamak istemeyen” Başkan’ı?

        Bir kadın arasa, hakemin annesi, eşi, kızı arasa mesela, ne diyecekti?

        Sahi hakemleri tutarak ne umdu? Onları verip penaltıyı mı alacaktı? “Esirler”i üç puanla mı takas edecekti?

        Trabzon 6 yıl böyle mi şampiyon oldu? O muhteşem futbol kültürüyle bunun ne alakası var?

        ***

        Nasıl bir demokratik, hukuk devleti ki; nihayetinde bir “müsabaka”da futbolda çok rastlanan (bazen farklı yorumlanan) haksızlıktan ötürü hakemlerin “rehin” alınması, rica-hatır-onu kıramam-öldeseölürüm meselesinden ibaret oluyor.

        Patronunun haksızlık yaptığına inanan işçi “müdür”ü alıkoysa mesela, ikna için her yol denenir ama bütün kademeler atlayıp Cumhurbaşkanı’nda mı bitecek iş? Yoksa operasyon mu olacak?

        B yeni yol herkese mubah mı? Yoksa sadece günah mı?

        Herkes bu içtihattan yararlanabilir mi?

        Herkes çıtayı veya sopayı bu kadar yukarı koyabilir mi?

        Sevsinler Süleyman Seba Sezonu’ndan Hasan Doğan Sezonu’na koşturan federasyonu.

        Maçlarda takımlar sahaya “Kadına şiddete dur de” pankartı ile çakırtılıyor…

        İçeride “erkek hakemler” bile mahpus!

        ***

        Ters istikametten gidelim:

        Cumhurbaşkanı gecenin bir vakti “talimat” vereceği Emniyet müdürü, savcı mı bulamadı?

        Başbakan’ı, bir bakanı, Federasyon Başkanı’nı aradı mı?

        Yoksa onlar mı onu arayıp “Valla bizi dinlemiyor efendim” mi dedi?

        Tehdit yazısı yazan, gazete basıp oradaki polise kibirle emrederek gazeteci kovan, medya binasında cam çerçeve indirdikten sonra Başbakan yanında yer bulan, yerdeki işçiye tekme atan, başka gazeteler-gazeteciler de şey edilecek diyebilen zatların eylemlerini durdurmaları için Cumhurbaşkanı’nın mı bir şey demesi lazım…

        Yoksa o eylemler zaten öyle bir cesaretin mi ürünü?

        ***

        Bu mudur yani, yüzde 37 ile başlayıp 50 gören, şimdi de “En büyük parti, tek başına iktidar olabilecek tek parti, koalisyon kurabilecek parti” ve bir zamanlar “mağdurların sesi” olan, tabanda demokrasi mücadelesi verenlerle yürümüş “hareket”in vardığı “kadro, zihniyet, fikir, üslup, eylem kalitesi” bu mudur?

        İki silahım var” diyen, yerdeki işçiyi defalarca tekmeleyen danışmanlar…

        Gazeteci tehdit ve ihbar eden “Havuz neferleri” ile metin yazarı milletvekili…

        Bina basan, fazlasını yapacağını müjdeleyen gençlik…

        Hakemi adeta esir alan, sonra özür dilese bile kadınları 100 yıl unutulmayacak biçimde aşağılayan “spor adamları…”

        Emek verdiği gazetedeki gazeteciyi “Terbiyesiz adam” diye azarlayıp polisle işten atan kayyumlar…

        Ayakkabıyla girmeyin, galoş giyin” diyen genç kadını öldüren polisler…

        Fotağrafını Cumhurbaşkanı’nınki ile yan yana asıp “Oluk oluk kan akacak” diye ilan edenler…

        Küfür, hakaret, tehdit kusan sosyal medya elemanları…

        Ölüme yolladığı işçileri aşağılayan ahbap çavuş patronlar…

        Milletin şeyine koyacağız” diyen havuz sermayesi…

        Buyrukla hareket edip buyrukla duran kuyruk-hukuk temsilcileri.

        Bu mudur yani?

        Sözde darbelere, 28 Şubat’tahakkümüne, askeri vesayete, büyük sermaye-büyük medya gücüne, otoriterliğe isyanla, yoksullardan yola çıkmış “halk hareketi”nin varacağı kibirli, hiddetli, dayatmacı, tekme tokatçı menzil bu muydu!

        Muhafazakâr ahlak bu mudur!

        Bu mudur Allah korkusu?

        Yaratılanı Yaradan’dan ötürü sevmek” bu mudur!

        Not: Federasyon’dan o hakemleri işten atmasını bekliyorum! Çünkü bu düzende, misal İşid’in rehin aldığı Özgür Astsubay, “mukavemetsiz teslim olup TC ve TSK itibarını zedeledi” diye ordudan atılmıştı!

        Diğer Yazılar