Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Kaderciliğimiz”in en büyük çelişkisi, kadere direndiğimiz, direnmeye çalıştığımız, değiştirmek için uğraş verdiğimiz, zaten bazen isyan ederek bazen yolunu bularak değiştirdiğimiz tüm hayatımız.

        Kaderdeki ölüm”e direnmek için harcanan onca çabadan…

        Kaderin sana çizdiği yol”u değiştirmek için yapılan onca işe…

        Kader”in değil, kendi kafamızın, gönlümüzün istediğine her yolculuğa…

        Kader”in de üstüne çıkarak başkalarının kaderine hükmetmeye, onların kaderiyle oynamaya kadar!

        ***

        O yüzden “teslimiyet” telkin eden onca kadim inanç, felsefe ve asırlar boyu birbirini kovalayan otoriter düzenlere rağmen insanlar hep teslim olmuyor.

        Kimi direniyor.

        Kimi ihtiraslarını coşturuyor.

        Kimi vicdanıyla isyan ediyor.

        Kimi cüzdanıyla arsızlaşıyor.

        ***

        O yüzden insanlığın en büyük becerilerinden, hasletlerinden biri, asırlar asırlar boyu “teslimiyet” telkin eden inançlara, felsefelere, tahakkümlere de rağmen, “kendi kaderini tayin”in kıymetini bilenlerin epeyce olması.

        Üstelik onlara “kadercilik” telkin ve tavsiye eden, “teslimiyet” dayatanların, genellikle inançları da çiğneyerek esasında kendilerine, kendi düzenlerine “teslim olmaları”nı istediklerini fark ederek.

        En büyük “şirk koşanlar”ın onlar olduğunu da keşfederek.

        Yoksa bu dünyada ne bir adım atılırdı; ne bir gıdım umut olurdu!

        Açıkçası, “nice kötülükler” bile, “kadercilik dayatanlar”ın o kaderi tanımaması, en ilahi irade olarak sözde inandıkları ve buyurdukları ne varsa, onun yerine kendi iradelerini koyması değil mi?

        ***

        Neyse, zaten herkesin üzerine düşündüğü şeyler bunlar.

        Kimse de kimseyle aynı şeyleri düşünmek zorunda değil.

        Oradan şuraya atlayayım o zaman:

        Seçim, insanın kendi kaderi kadar toplu kaderi adına da yapabildiği, kader sayılanları değiştirme imkânlarından biridir.

        Demokrasi en azından kavram olarak budur.

        Ama “demokrasi”nin esasında en şekli hali olan “sandık” insanların bir an için en çok eşit olabildiği tek an ve imkândır.

        Tabii “kader”i manipüle edebilen hile, hurda filan olmadığında.

        Onun bile esasında eşit olmadığını biliyoruz.

        Propaganda gücü, parasal kaynaklar, adayların sınıfsal dağılımının esasında toplumun milyonlarca yoksulunu, sıvasız hanesini çok temsil etmediği gibi.

        Yine de “en eşitlikçi” işte.

        Genellikle “ölüm” için de öyle deriz.

        Yani nihayetinde herkes zengin-fakir “aynı kara toprağa” girdiği için.

        Ama öyle değildir, biliyorsunuz. Genç ölümler, vakitsiz ölümler, sırasız ölümler kadar, bedenin veya ruhun, yaşadığın-yaşayamadığın hayattan ötürü daha çabuk tükendiği veya maddi şartlar yüzünden direnemediği ölümler.

        Yaşadığın, mahkum olduğun yerlere sinmiş ölüm kokusu, korkusu ve vahşetler ya da felaketler.

        ***

        Ütopyaların vaat ettiği ve (belki) pekala mümkün olabilecek “eşitlik dünyaları” dışında, şu anda en somut, en mümkün ve tek “eşitlik imkânı” bir seçimdir işte.

        Öncesi ve sonrasında pek değil; tam o an.

        Orası “kendi kaderini tayin” için insanın attığı küçük bir adımdır ama bazen insanlık için büyük adım olur.

        Bu ülkede hepimiz çok şeyden yakındık. Başta birbirimizden. Yakınma ne ki, nefret de ettik, ediyoruz.

        Ama “birlikte” karar veriyoruz işte.

        O yüzden seçim aynı zamanda, farklı renkler, farklı sesler, farklı oylarla bir ülkenin en mümkün “birlik, beraberlik anı”dır.

        Bazen nasıl bir ülkede yaşamak istemediğiniz için, bazen nasıl bir ülkede yaşamak istediğiniz için.

        Neye, kime kızıyor olursak olalım, şunu da unutmayalım:

        Bu ülkenin garip, yamuk, arızalı “demokrasi tarihi” bile en güçlü, en kibirli geçinenlere halkın (en azından ciddi bir kısmının) “işte o an” verdiği cevaplarla yazıldı.

        Diğer Yazılar