Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Yeni hukuk düzeni”nde şöyle bir şey var:

        Misal, siz “muhalif” bir politikacı veya köşe yazarı olarak önceki Başbakan’a ağzınıza geleni söylemiş veya yazmışsınız.

        Sonra bir bakıyoruz, en yakın çevresindesiniz.

        O sözlerde ne “hakaret” bulunmuş, ne “ihanet”, ne de açıkçası “cesaret.”

        Biat etmişsen, itaat etmişsen, mesele yok!

        ***

        Süleyman Soylu’nun mesela, Ertuğrul Özkök’e açtığı ve “iftira” kısmı değilse de “hakaret” iddiası kabul edilen dava da böyle bir şey.

        (Şimdi hale bak; bu yaşımdan sonra Özkök savunuyorum!)

        Çünkü durum şu:

        Soylu “AKP’li olmadan önce” bin türlü laf etmiş önceki Başbakan’a…

        Şimdi onlar çok yakın; ama ikisi de kendilerine karşı yazanı, konuşanı “hakaret”le suçlayabiliyor!

        Şunu unutmayalım:

        Bu ülkede “hakaret” denen dava, davacının gücüne göre şekillenebilen bir süreç.

        Eskiden de öyleydi elbet; yıllar önce Genelkurmay’ın bana açtığı bir davada mahkeme heyetine “Davanın sefahati hakkında Genelkurmay Başkanlığı’na bilgi verilmesi” diye “emir” yolladığını gözlerimle gördüm. Göremediğimiz onca şey arasında. Davacı mahkemeye buyuruyordu yani!

        Şimdi de öyle belki.

        Artık hangi dönem daha beterdir, bir önemi var mı?

        ***

        Bu “kibar”, hakaretlere karşı çok hassas siyaset ve hukuk düzeninin şöyle bir kusuru var tabii:

        Herkes “hakaret” canlısı, pardon zanlısı olmayabiliyor:

        Yere düşmüş işçiyi tekmeleyen danışmandan, “savaş”ta yaralanan ayağı platinli olduğu için esas duruşta esaslı duramayan Gazi uzman jandarmayı herkesin önünde tekmeleyen, sonra da terfi alan paşaya kadar.

        Yahut iktidar semalarından herkese sözlü saydıran, bazen sopalı saldıran birilerine kadar.

        Milyonlarca işçi, asker, memur, kadın, genç her gün irili ufaklı “otoriteler”in hakaretine ve daha beteri, şiddetine maruz kalıyor, ama sorun yok!

        Soran da yok.

        ***

        Otoriteye, güce boyun eğmek ile boyun eğmemek arasındaki sınır bölgesi öyle keskin çizilmiş ki, sen çemberin içinde değilsen çember senin boynuna geçebiliyor.

        Haliyle sıkıyor da!

        Fakat sorun tek taraflı değil elbette.

        Yani, Mavi Marmara’da onca insan katledildiğinde, “Otoriteye boyun eğmeliydiler” diyebilen bir “cemaatçi duruş” mu insanlara tutarlılık, boyun eğmeme dersi verecek?

        Veya Özkök mesela, bir baksın kendi yakın çevresine.

        Orada, bir zamanlar başka yerlerde yazıp çizer veya yönetirken “patrona tepeden tırnağa saydırmış”, ama biat edince, teslim olunca “en muteber heyet” olmuş kimleri görecek?

        Alt” gördüğü astları eze eze, sustura sustura, hırpalaya hırpalaya “büyümüş” bir paşa mesela, bize hangi otoritenin haksızlığına karşı durmayı anlatacak?

        Ölümle tehdit edenden “medya ahlakı”, “galoş giyin” deyince sinir olup bastığı evde bir genç kadını öldürenden “güvenlik”, senede 1500 işçinin işyerlerinde ölmesini, öldürülmesini normal görüp bir de onlara hakaret edenlerden “sosyal güvenlik”, elde sopa ile “sivil katılım”da bulunanlardan “toplum ahlakı”, astlarını ufalayan, aşağılayandan “cumhuriyetçilik”, evladını kaybetmiş olanları bile hor görebilenlerden “yaratılana saygı”, başkalarını susturmak, sindirmek için seferber olanlardan “demokrasi” bekliyorsak…

        Basın özgürlüğü”nü de, dün başka otoritelere yapışık, kibirli, mağrur ama bugün “mağdur” olanların bize anlatmasında bir sakınca yok!

        ***

        Fakat şunu asla unutmayın:

        Devlet yönetmek ciddi iştir ve devlette devamlılık vardır!

        Misal, 21 köylü gözaltında yok edilmiş… 20-22 yıl önce.

        Yani bugün “muhalif, mağdur, bu kadar da olmaz” diyen nicesinin “cumhuriyet, laiklik, demokrasi, basın özgürlüğü, vicdan hürriyeti, yaşam hakkı” filan zannettiği “eski zamanlar”da…

        20 küsur yıl sonra da o cinayetlerin sanıkları “delil yetersizliğinden beraat” ediyor… Yeterince “hukuk, hakikat, hakkaniyet, demokrasi, analar ağlamasın, beyaz Toroslar’ı yok ettik” diye kutsanan “modern zamanlar”da!

        Beraat” eden sanıklardan biri doğru söylemiş:

        Jitem, Fransızca Seni Seviyorum demek.”

        Hakikaten öyle: Jötem Jitem!

        ***

        İşin doğrusu şu:

        Hep “ahir zaman”, hep “kahır” zamanı!

        Gazap ve azaptan bir türlü sıyrılamayan cennetimiz.

        İnanın ne o gün dün kimse hak ediyordu o kadarını, ne de bugün kimse hak ediyor bu kadarını.

        Diğer Yazılar