Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Hiç tanımadıkları siviller”i bombalayan, vuran devletlerin “hiç tanımadıkları siviller”i katleden “teröristler”e diyebileceklerinin bir sınırı var ama yok öyle bir sınır!

        Devletlerin katlettiği “sivil” sayısının “teröristlerin katlettiği sivil sayısı”ndan fazla olduğu biliniyor zaten.

        ABD’nin insansız hava araçları sıradan insanları, çocukları vuruyorsa…

        S. Arabistan, bunca vahşi örgüte ebeliği bir yana, Yemen’de, Bahreyn’de sivilleri vurmuşsa.

        Fransa, Afrika’daki soykırımlardaki rolüyle. Rusların Çeçenistan şeceresi.

        Suriye rejiminin katlettikleri, malum.

        Kendi devletinizin “terörle mücadele” derken, Uludere’den Silopi, Nusaybinli kadınlara kadar “geride” bıraktıkları da.

        ***

        Esas çözüm insanlarda.

        Devletleri, hükümetleri zorlayacak olanlar sıradan denen insanlar. Bu umut yine de ancak “demokrasi” denen rejimlerde mümkün.

        S. Arabistan’da öyle bir umut yok. Suriye’de de.

        Suriye rejiminin hamisi Rusya… Suriye’ye saplanan hançerlerin hamileri de işte o “demokrasiler.”

        Nihayetinde olay adeta Suudi Sarayı’nın istediği gibi cereyan ediyor. Ne hikmetse, sık sık Likud İsrail’inin endişe ve hedefleriyle de çakışarak.

        İsrail kadar Suudilerin, İran’la birlikte temel derdi olan iki “despotik Baas devleti” yıkılıyor, parçalanıyor, komşusunu katleden insanlar haline geliyor halklar. Despotlara başkaldırının ciddi kısmı, kalkan başları kesmeyi baş amacı haline getirenlerden oluşuyor.

        ABD Başkanı’ndan “Türkiye Başkanı”na kadar, hiç toz konduramıyorlar Suudi Sarayı’na.

        Suriye’de demokrasi mücadelesi”nin baş aktörü, demokrasiden nefret eden S. Arabistan…

        Terörle mücadele”nin baş aktörü, şimdi “terörist” denenlerin ortaya çıkışında gizli servisi, parası, sinsi politikalarıyla büyük rolü olmuş S. Arabistan!

        Yumurtayla mücadele etmek istiyorsunuz; tavuğa yan gözle bile bakmak mümkün değil!

        Batı’da da Doğu’da da.

        AMİRİM, ŞÖYLE BİR ŞEY DE VAR!

        Ankara ile Paris, iki başkent.

        Birinde canlı bombalarla 100’den fazla, diğerinde kaleşler ve canlı bombalarla daha da fazlası katledildi.

        Benzerlik şu: İki devlet de istihbarata rağmen önleyemedi.

        Ama epeyce benzemezlik de var:

        Fransa’da, Işid elemanlarıyla mücadele ederken sınırı geçip rehin düşünce, er yapılıp ordudan atılmış bir astsubay yok!

        100’den fazla insan katledildikten sonra “gülümseyen” bakan henüz tespit edilmedi.

        Bakın, bir benzerlik, açıkçası istifa da yok henüz. Olmayacak değil!

        Gördüğüm kadarıyla, elbet hepsi insan haklarına saygılı değildir de, Paris polisi anma için katliam yerlerinde ve Cumhuriyet Meydanı’nda toplananları korumaya çalışıyor; onlara gaz atmadı henüz.

        İlkyardım birimleri, katliamın olduğu akşamın gündüzü bile tatbikat yapmış, böyle bir katliam ihtimaline karşı. Gecikmiş ambulanslardan söz eden pek yok. Tabii ki en yakın hastanelerin kapasitesini aşmış; öyle bir benzer sorun var.

        Fransa’daki Müslüman nüfus içinde “iyi olmuş” diyenler anladığım kadarıyla pek yok. Veya görünmüyor.

        Ama “misilleme, Araplara, Müslümanlara karşı toptan sertlik” isteyen veya özellikle merkezin dışında Müslümanlara karşı kahrip, tehdit, küfür, tacize sarılan saldırganlar, aşırı milliyetçi, faşizan ve neredeyse ırkçılar mevcut.

        Evet, onlara öyle deniyor!

        Hıristiyan veya Yahudi oldukları için değil, faşizan oldukları için! Faşizan bir Müslüman için de öyle denebileceği gibi.

        Tabii “radikallerin camilerini kapatmayı” öneren Sosyalist Bakan da, Sarkozy gibi, fişlenenlere elektronik kelepçe takılmasını isteyen de.

        Rhine krizi (ve katliamı) sırasındaki görüntü vermeme ricası dışında, kaba sansür, sosyal medya ve yayın yasakları yok.

        Orada da Cumhurbaşkanı maça gitmiş; katliamdan sonra ilk gittiği yer ise katliam mahalli.

        Medyada veya partilerde, ölenlerin etnik, dini kimliğiyle aşırı ilgilenen yok. Ölenin sadece kimliğinden ötürü daha çok üzülen veya sevinen de pek ortada yok. Onların birer insan olarak İnsan kimlikleri, sevdikleri, hayatları, gülen fotoğrafları öne çıkıyor.

        Biz alışkanlıkla ölenler içindeki Müslümanları da “teşhis” ediyoruz işte!

        ***

        Fransa’nın ilk kadın Milli Eğitim Bakanı, ki kendisi “öz be öz, yüzde yüz Fransız kızı” değil, Fas doğumlu, “doğuştan Müslüman-Arap” da diyebilirsiniz, Fas göçmeni bir inşaat işçisi kızı Nejat Vallaud-Belkacem genelge yayınladı öğretmenlere: Öğrencilere, özellikle küçüklere katliamı, sebep ve sonuçlarını nasıl anlatacaklarına dair.

        Acıyı nasıl paylaşacaklarına dair. Yan sıradaki, başka dinden, kökenden arkadaşına düşman olmamayı nasıl öğreneceklerine dair.

        Ama esas talebi şu oldu:

        Bırakın çocuklar konuşsun! Bu olaylar hakkında ne düşünüyorlarsa, ne hissediyorlarsa anlatsınlar, tartışsınlar, kendilerini ifade etsinler.

        Yani bırak büyükleri, çocuklara da konuşma, tartışma, yorumlama yasağı yok.

        Sanırım bizde de öyle olmuştur. Sadece yetişmek daha zor bizim acılara!

        Diğer Yazılar