Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ABD’de eyaletlerin yarısı “Suriyeli mülteci” almayı reddetti.

        Obama’nın “mülteci başka şey, terörist başka şey, karıştırmayın” demesine, sadece 1800 Suriyeli almış ABD’nin bir yılda zaten en fazla 10 bin kişi alacak olmasına rağmen.

        Aralarına, Paris’teki bir, iki saldırgan gibi terörist sızabilir”miş!

        25 eyaletin valilerinden biri Demokrat, 24’ü Cumhuriyetçi.

        Sanki başta Irak, Ortadoğu yangınları arkasında Cumhuriyetçi Baba-Oğul Bush yönetimleri bulunmamış gibi.

        Sanki zamanında İran ve Irak’ta “milli iktidarlar”ı darbelerle devirtenler değillermiş gibi.

        Sanki ABD, yerlileri kazıyarak, “mülteciler, göçmenler, sürgünler”ce oluşturulmamış, doğuştan babalarının malıymış gibi.

        Sanki bu eyaletlerde silah serbest değilmiş gibi.

        Sanki “sıradan Amerikalılar arasına veya arasından sızmış” bir takım silahlı gözü dönmüşler okulları, işyerlerini, alışveriş merkezlerini tarayıp beşer onar can almıyormuş gibi.

        Sanki “İslamcı terör” deneni beslemişlerden biri, Cumhuriyetçilerin bayıldığı S.Arabistan değilmiş gibi.

        Sanki Afganistan ve Pakistan yoluyla bu örgütleri yıllarca finanse edip eğiten Cumhuriyetçi yönetimler değilmiş gibi.

        Sanki Cumhuriyetçiler ve ABD, Latin Amerika’dan Endonezya’ya, “katliamcı” örgütler ile darbeci-katil cuntaları teşvik etmemiş gibi.

        Sanki geçmişte “Suriyeli mülteciler arasına sızan” Abdül Fettah Cendali sayesinde, ABD onun oğlu “Apple mucidi” Steve Jobs’a sahip olmamış gibi!

        ***

        Türkiye bu dünyada, onca mülteci kabulüyle “timsal” olabilirdi hakikaten. Timsahlıklar olmasaydı.

        İnsani” politika, “iç-dış savaş politikaları” yanında gölgede kalıveriyor.

        Mültecilere kucak açan ülkeden ziyade, “Işid’e kapı açan ülke” diye anılıyor.

        Ayrımcılık yapmayan devlet yerine, “terörle mücadele” adına kendi kentlerini, ilçelerini ezip geçen, resmi görevliler eliyle duvarlara nefret yazıları yazan, “teröre karşı” derken, sıradan insanların yoksul hanelerini de vuran devlet olarak da!

        ***

        Düşünürken, yazarken “Lübnan, Suruç, Ankara, Paris” diye yan yana koyuyoruz.

        İnsani açıdan, katliamların ayrımsız lanetlenmesi bakımından, “acıların kardeşliği” yüzünden elbet hiç fark yok.

        Katiller açısından ciddi fark şu:

        Lübnan, Suruç, Ankara gibi saldırıların somut hedefi “bazı insanlar” var.

        Onları mezhepsel, etnik ve bunlarla ilişkili siyasi kimlikleri tanımlıyor.

        Yani Işid Lübnan’da “Şiiler”i, Türkiye’de önce “Kürtler ve Aleviler”i hedef alıyor yahut aldı.

        Paris’te, “genel olarak Fransa’ya, Batı’ya, onların bombardımanlarına” karşı saldırı; “kamikaze” denen saldırganlara verilen emirdeki gibi, “Kim olursa olsun, nerede olursa olsun, öldürün!”

        Tabii ki Fransa’da, Belçika’da büyümüş canlı bombaların, oradaki sisteme, hakim inanç ve değerlere, dışlanmışlıklara, kibre, nefreti derin. Bununla inanç-buyruk-katliam birleşiyor.

        Lübnan ve Türkiye’de ise “iç savaşlar”ın veya “içerideki savaşlar”ın parçasına dönüşüyor.

        O yüzden Işid veya bir başka örgütün dili bazen çeşitli devlet birimleri yahut elemanlarının diliyle örtüşüyor.

        Bazen bizatihi devletin “iç mücadelesi, iç düşmanları” ile bazen sınırın hemen ötesindeki niyetlerinin yanına “düştü, düşüyor.”

        Bu ille “devletlerle bağlantılı” demek değil. Ama “niyetlerle bağlantılı!”

        Tabii ki, Paris’te mesela bir Kürt mitinginin yahut Ankara’da, İstanbul’da rastgele kitlelerin hedef alınması ihtimali de hep var. Özellikle bundan sonra.

        Ama bugüne kadarki ciddi bir fark böyle.

        ***

        Türkiye’nin durumu tuhaf:

        Hem ABD ve Batı ile müttefik. Hem onların Işid’e karşı müttefiki PYD’yi terörist görüyor. Hem ABD uçakları PYD müttefiki olarak İncirlik’ten havalanıyor. Hem K. Irak ile yakın; hem onların müttefikleri ile düşman!

        Zor vallahi bunu idare etmek! O yüzden “idarecilerimiz”e bravo!

        BİR EŞ, BİR BABADAN IŞİD'E...

        Antoine Leiris Paris’te bir internet gazetesinde sinema-kültür yazarı. “Bataclan Katliamı”nda karısı da öldürüldü. O da Işid’e açık mektup yazdı:

        Çok özel bir insanın, hayatımın aşkının, oğlumun annesinin hayatını çaldınız ama nefretime bile sahip olamayacaksınız. Onu bu sabah görmüştüm. 12 yıl önce aşık olduğum günkü kadar güzeldi. Tabii ki acım derin; ama sizin zaferiniz bu acıyla kalacak.

        Kim olduğunuzu bilmiyorum, bilmek de istemiyorum; ölü ruhlarsınız. Size nefret gibi bir hediyem olmayacak. Onu istiyorsunuz ama sizin nefretinize aynen cevap aynı cehalet olur.

        Korkmamı, buradaki vatandaşlarıma şüpheyle bakmamı, güvenlik için özgürlüğümü feda etmemi istiyorsunuz ama öyle olmayacak. Oğlum ve ben, ikimiz tüm ordulardan daha güçlüyüz.

        Şu anda size daha fazla harcayacak zamanım yok. Şu anda uyanmıştır, 17 aylık oğlum Melvil’in yanına gideceğim, her günkü gibi yemeğini vereceğim, her günkü gibi oynayacağız ve size inat özgür ve mutlu olacak. Onun nefretine de sahip olamayacaksınız.”

        Diğer Yazılar