Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Hep tekrarlanan şey; hatta iktidar bile tekrarlıyor:

        Türkiye’nin muhalefet sorunu var.”

        Kısmen doğru. Ama Türkiye’de “muhalefet-muhalif olma sorunu” da var; “iktidar sorunu” da.

        Türkiye’de “demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olan cumhuriyet sorunu” var zaten.

        Ama bu yazıda konu, “İktidar içindeki muhalefet, tartışma, karşı görüş, mutabakat arama, çok seslilik-çok sessizlik sorunu.”

        Yüzde 50 oy almış, 13 yıldır iktidarda olan bir partinin “kendi içindeki demokrasiyi kurutması.”

        Zaten o yüzden memleketteki serumlu demokrasi bile fazla geliyor olabilir!

        Buna 12, hatta 13 yıllık ciddi bir örnek vereyim.

        ***

        O sıra “Başbakanlık Dış Politika Başdanışmanı”ydı.

        Başbakan ise kendinden önceki Başbakan değil, Cumhurbaşkanı’ndan önceki Cumhurbaşkanı’ydı!

        O Başbakan’dan sonra Başbakan olacak olan “lider” henüz milletvekili de olmamıştı.

        1 Mart 2003, yani “o gün”den sadece 2.5 ay önce Ana muhalefet partisi ile “yeni” iktidar partisinin mutabakatıyla, milletvekili olamamış “lider”in yasağı fiilen kalktı, önü açılmıştı.

        O gün”den sadece 8 gün sonra da onu milletvekili ve başbakan yapacak ara seçim olacaktı.

        ***

        Önce Dışişleri Bakanı, “o gün”den 12 yıl sonra da Başbakan olacak olan Başdanışman, başta o günkü Başbakan olmak üzere, partililere tüm gücüyle ısrar ediyordu:

        Aman, ABD’nin istediği, hükümetin Meclis’e getirmekte olduğu tezkereyi kabul etmeyin.”

        Tezkere, “TSK’nın Kuzey Irak’a (yani bir komşuya) gönderilmesini, orada kullanılmasını, muhtemel bir askeri harekat çerçevesinde yabancı silahlı kuvvetlere mensup hava unsurlarının Türk hava sahasını kullanmasını” öngörüyordu.

        Henüz başbakan olmamış ve 12 yıl sonra Başdanışman’ı kendi yerine başbakan yapacak olan “lider” ise, parti grubunda bir oylama provası yaptırdı:

        Rahatlamıştı; çoğunlukla “Evet” çıkıyordu.

        Buna karşılık, henüz başbakan olmamış lider, geçici başbakan olmuş müstakbel cumhurbaşkanı ve partiden en erken elenecek olan dördüncüyle birlikte “partinin kurucu babası” sayılan o günkü Meclis Başkanı ise tezkereye kafadan muhalifti.

        O ve benzer düşüncedeki milletvekilleri, o günkü Cumhurbaşkanı ile Anamuhalefet gibi tezkerenin geçmesini istemiyordu.

        Nitekim “o gün” Meclis’te, tezkere 533 milletvekilinden muhtemelen tamamı iktidardan 264’ünden “kabul oyu” aldı.

        250 milletvekili ret vermiş, 19 da çekimser çıkmıştı. Ana muhalefetin 250 artı 19 oyu yoktu. 100 kadarı iktidar partisinin “tezkere muhalifleri”ydi.

        Ancak kabul için gerekli oy 268 olduğu için tezkere geçemedi.

        ***

        O gün veya hep bu iktidarın iktidar karşıtı sayılan beyaz sermaye, beyaz medya da hep tezkerenin geçmesini istiyor, “Ülkenin batacağını” söylüyor, Amerikan tehditlerine borazanlık yapıyordu.

        O gün bu tezkereyi hangi demokrat ve cumhuriyetçilerin çok istediğini hatırlasanız, çok ilginçtir!

        Fakat başta ABD ve İngiltere, Batı’da olmadık kadar “demokratik biçimde”, hem de ABD tehditlerine rağmen, tezkerenin Meclis’te oylanıp reddi, iktidar partisi içi tartışma ve tavır çeşitliliği, Meclis’in halkın büyük çoğunluğunun hissiyatına uyması; iktidarın da İslam dünyası ve Avrupa Birliği halkları, savaş karşıtı partileri nezdinde itibarını müthiş yükseltti. Neredeyse AB kapısı bile aralanacaktı!

        ***

        Muhtemelen en mutlu insanlardan biri, henüz seçilmiş bir kişi olmayan, Başbakan Başdanışmanı Profesördü.

        ***

        12-13 yıl sonra, o Başdanışman artık Başbakan.

        O “itibar kazanmış” ülke ve iktidar, şimdi tüm dünyada itibar krizinde:

        Komşunun iç işlerine karışmak”la kalmayıp “yabancı silahlı güçler” beslemiş, “tehlikeli ilişkiler” kurmuş, TIR’la “insani yardım” taşımaktan helak olmuş, “lider devlet” derken başaltı haline gelmiş, bölgede öngördüğü hiçbir şey tutmamış, Mısır darbesini yaptırıp iki komşusu Suriye ve İran’da yıkım için uğraşan S. Arabistan’a kanka olmuş, kendi halkını ve “kardeş halkları” (mültecilere kucak açan insanlık dışında) “paramparça” olmaya sürüklemiş, sorunsuz komşusu pek kalmamış, tarihi dönemeç olan kendi barış ihtimalini dahi yakmış bir halde.

        Başbakanlık Başdanışmanı’nın o gün karşı çıktığı, komşuya asker yollama ve Türkiye’de yabancı asker bulundurma, hava sahasını yabancı kuvvetlere açma işi ise 2014’teki talihsiz, tarihsiz, itibarsız tezkereyle devrede.

        7 Haziran seçimlerinden çıkamamış bir iktidar, eski Başdanışman yönetiminde, Meclis’ten çıkmamış ve topalken, İncirlik’i ABD uçakları ve bombalarının kullanımına, yani hava sahasını fiilen işgale açmış. NATO kanatlarına sığınılmış. Uçaklar uçuyor, itibar düşüyor!

        ***

        Tarih 1 Mart 2003’ü, eğrisine doğrusuna, “tarihi” diye kaydedecek…

        Şu halimize ise Tarih acı acı gülecek!

        Nereden nereye?

        Önce kendi içindeki renkliliği, demokratik tartışmayı, farklı fikirleri bile yitiren için, ülkedeki demokrasi ihtimalleri de yük oluyor herhalde!

        Not: İsimleri bilhassa yazmadım. Artık Tarih onları yazar! Oradan okursunuz.

        Diğer Yazılar