Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Fransa’da Lens taraftarlarının, kupada amatör (ve PSG karşısında finalist) Herbiers’ye de kaybedilen maçtan sonra, kötü gidişi protesto için açtığı onlarca pankarttan biriydi...

        20 yıl öncenin Ligue 1 şampiyonu, yine 20 yıl önce Nouma’nın oynayıp sonra Beşiktaş’a geldiği, bugünün 2. Lig takımı Lens.

        Pankart diyordu ki, “Karılarınızı döveceğinize rakipleri dövün!” İkinci “dövün” kelimesi, fiilin özelliğinden dolayı “yenin, alt edin” anlamına da geliyordu; ama birincisi ne söylüyorsa oydu!

        Hem kadınların, hem rakiplerin dövüldüğü yerler, ikisini de dövenler vardır elbet. Kadınların, çocukların, itirazı olanların, farklı farklı hayalleri, halleri olanların.

        Futbolda adaletin olmadığı ama adaletin sanki sadece futbolda olmadığı yerler!

        Kupa derbisi Fenerbahçe’nin hükmen yenilgisiyle neticelenseydi, Kocaman elbette “Adalet yerini buldu” demeyecekti...

        Hükmen galibiyette, Beşiktaş’ın da “adaletsizlik”ten söz etmeyeceği gibi.

        O zaman, adaletin hepimiz için bir ölçüsü var mı?

        Bir ölçüsü varsa da, hangi kurumlardan, hangi biçimde adalet bekleyeceğiz ve sadece kendimiz için, takımımız için mi bekleyeceğiz?

        Adaletsiz bir dünyada beklediğimiz, bizi tatmin edecek tek adalet türü veya öfkemizi büyüten, vicdanımızı kanatan tek adaletsiz türü, en derin adaletsizlik biçimi bu mudur?

        Aslında futbol epey şey anlatmak istiyor:

        Diyor ki, tepeden tırnağa adaletsizlik içinde yaşıyor, buna alışıyor ama top etrafında olana şaşıyorsunuz!

        Bizi kendimizle yüzleştirmek, bizi “her türden futbol otoriteleri” ile yüzleştirmek, muhakememizi stat dışında da çalıştırmak için kalbimizi, zihnimizi kurcalıyor ama nafile!

        Elimizde uzun listeler var; “büyük takımlarımız”a yapılan haksızlıkları bir çırpıda sayabiliriz. Pardon, sadece kendi büyük takımımıza!

        Küçüklerin olmadığı bir dünya; başkalarına haksızlıkların olmadığı bir dünya; kendimizin hep mağdur bir mağrur, hep gadre uğramış, asla bir haksızlıktan yararlanmamış, asla bir haksıza yaranmamış, yaltaklanmamış olduğu dünya.

        Stat, ekran, forma dışında; “başkaları” na adaletsizliklerin çok da derdimiz olmadığı bir dünya!

        Futbolun anlatmak istediği bu:

        Hiç olmazsa mağdur olduğunda, haksızlığa uğradığında; hakkın hakkaniyetin, hukukun, eşitliğin, adaletin, adaletsizliğin ne olduğuna dair bir kafa yor.

        Bunun (ve daha beterinin) ne acı, nasıl zor katlanılır olduğunu biraz anla hiç olmazsa.

        Bir gün siyah beyaz, yarın sarı lacivert, sarı kırmızı, bordo mavi, yeşil beyaz, mavi beyaz, kırmızı beyaz... Bir biçimde daha fazlasını anla, daha fazlasıyla yüzleş...

        İlle “sahaya çıkma” demiyor futbol; dediği belki de şu:

        Tam tersine, her sahaya çık!

        Diğer Yazılar