Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Şimdi bu konularda ne diyeyim?

        Çalışmadığım yerden çıktı soru!

        O zaman bildiğim gibi yazayım.

        ***

        Ödemeler dengesi meselesi şudur:

        Aynı gün içinde…

        Başbakan’ın oğlunun vakfına yurtdışından 99 milyon 999 bin 900 ABD Doları döviz geldiğinin Başbakan Yardımcısı tarafından da, kaynağı belirtilmeden açıklanması ile…

        İstanbul’da hakları, ekmekleri, geçimleri, taşeronlaştırmaya isyanları ve tek mülkleri grevleri ile çalıştıkları fabrikayı işgal eden işçilerin, polis tarafından döve döve gözaltına alınmasıdır!

        Böylece bir yandan ülkeye ABD doları cinsinden döviz girişi olurken…

        Bir yandan da ABD firmasının fabrikasından dövme cinsinden işçi çıkışı gerçekleşir.

        Bu ikisi arasındaki fark, bir ülkenin dengesi yahut dengesizliğidir!

        Ödemeler dengesi, ödem dengesizliğidir!

        ***

        Müttefikimiz ABD ile olan iyi ilişkiler de şudur:

        ABD askerleri sizin askerlerin kafasına çuval geçirirken…

        Sizin polisinizin Hadımköy’de belki ABD ordusuna da çuval üretmiş fabrikanın işçilerinin başına cop geçirmesidir.

        Burada işçilere taşeronluk, fabrikayı kapatmak gibi seçenekler sunan 140 yıllık dev ABD şirketinin ABD ‘de ilan ettiği “Etik kodlar”ında şöyle yazıyor zaten:

        “Biz insanlara, kendimize nasıl muamele edilmesini istiyorsak öyle muamele ederiz. Çalışanların sağlık ve refahını koruruz.”

        Unutmuşum. Bir de şu ayrıntı var:

        “O muameleyi onların kültürel normlarına da saygı duyarak yaparız.”

        Hakikaten öyle!

        ***

        Böylece siz de güçsüzün hamisi olmakla…

        Bağımsızlıkla…

        Sermayeye karşı durmakla…

        Dürüstlükle, doğrulukla sonuna, dibine kadar övünebilirsiniz!

        ***

        Sermayeye, piyasaya kilitlenmiş bir demokratlığın da…

        İster ABD malı olsun, ister yerli neo-muhafazakâr tamahı, isterse lafta pek cumhuriyetçi geçinen beyaz sermaye…

        İş çalışanların hakkına, haysiyetine, “öteki sınıflar”ın itirazı ve eylemine geldiğinde…

        Önünde sonunda, alttakiler karşısında aynı sınıfın elemanları, aynı piyasanın malları, aynı çuvalın parçaları olduğu anlaşılır.

        Ama kafamız sık karıştığı için; özellikle hele başına çorap örülen, kafasına çuval geçirilen; piyasada, askeriyede, devlette, işsizlikte hep tehdit altında ayakta durmaya çabalayanlar bizzat kendi elleriyle de birbirlerini boğazlar.

        ***

        Gördüğünüz gibi hiç sorun yok:

        Ödemeler dengesi yerli yerinde…

        Müttefikimizle ortak tatbikatlar sürüyor!

        Bu da milli savunma dersi!

        Fabrikada ne oluyorsa, tarlada da o, kışlada da o.

        Bazen bedene, bazen ruha, bazen haysiyete şiddet.

        Haddini, yerini, sınıfını bildirme, kodu mu oturtma; hayatınla, evladının rızkıyla tehdit.

        Bir astsubaya şu nazik emir geldi:

        “4 Nisan’da Tabur Komutanlığı araç park sahasında mesai saatleri içerisinde Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği’ne ait takvim ve ajanda dağıtımı yaptığınızı bizzat tespit ettim.

        Savunmanızı 10 Nisan mesai bitimine kadar teslim etmenizi rica ederim.”

        Belki de emekliliğe hazırlanan bir asker, emekli derneğinin bildirisini filan da değil, takvimini dağıtmakla suçlanıyordu.

        Asker dövenlerin, hakaret edenlerin, intihara sürükleyenlerin, hatta “yanlışlıkla” insanları bombalayanların sorumsuz sayıldığı bir mahfilde.

        On binlerce askerin parasını almak için mesai saatleri içinde komutanların vakıf elemanı gibi çalışıp baskı yaptığı müstesna ortamda.

        “Suçlu” adına da Avukat Erkan Akkuş şu savunmayı yazdı:

        “Savunmamdır.

        Sayın, kudretli, astığı astık, kestiği kestik komutanım.

        Ne ceza verirseniz haklısınız. Sizi yormamak için, siz tespit etmeden ben itiraf ediyorum.

        Botumun boyasız, sakalımın tıraşsız, saçımın uzun, üniformanın ütüsüz olduğunu.

        Mesaiye geç kalıp erken çıktığımı. Zabitlere muhabbetle bakmadığımı.

        Selam verirken başparmağımı açık tuttuğumu. Esas duruşta pantolon çizgisine işaret parmağımı yapıştırmadığımı.

        Sizden habersiz üniversite okuyup master ve doktora yaptığımı; eşimle sizden habersiz evlenip üstüne bir de çocuk yaptığımı; izniniz olmadan dedemin cenazesine gittiğimi.

        Kısaca gözümün üstünde kaşım, kolumun üstünde rütbem olduğunu itiraf ediyorum.”

        Bunlar fantezi değil; hepsinin astları suçlama ve yargısız infaz içtihadında zaten müstesna yeri var!

        ***

        O vakit sivilde ve askerde ne olacak?

        Madem sınıfını bilmeni istiyorlar…

        Sen de sınıfını bileceksin!

        Kızımın bakışını görünce…

        Sayın Talu, ben bir polisim. Mektubuma yer verirseniz minnettar kalırım.

        Malumunuz 10 Nisan diye bir gün var. Polis günü. Kendi içimizde dahi samimiyetine

        zerre inanmadığımız, göstermelik bir gün.

        Bizden başka kimsenin bizi anlamadığı bir toplumda, kendi günümüzü yine kendi kendimize kutluyoruz bu sene de. Birkaç göstermelik haber ve yalandan saygı ifadesi, bir kaç küçük yalandan kutlama mesajı. Oysa ihtiyacımız olan ve istediğimiz şeyler bunlar değil..

        8 yıllık polisim. Bu zamana dek yakından tanıdığım, birebir arkadaşlığımın olduğu 6 arkadaşım şu an hayatta değil. Hepsi görev içerisinde çeşitli şekillerde hayatını kaybetti ve şehit oldu. Geriye aileleri kaldı; eşleri,çocukları,anne-babaları.

        Onlar bu mesleğe girerken biliyorlardı hayat garantimizin olmadığını. Biz de biliyoruz, biz de

        farkındayız.

        Son dönemlerde çok aştı artık eleştiriler kastını, çok linç edildik, yıpratıldık, sahipsiz kaldık. Herkes astı, kesti karar verdi hakkımızda. Ne zorbalığımız kaldı, ne de katilliğimiz.

        Ben şuna inanırım, her kurum bu toplumun aynasıdır. Bu toplumun bireyleri

        oluşturur her kurumu. Yani her kesimden insan var bizde de. Ne hepten eksiğiz, ne

        de tümden haklı. Yanlışımız, eksiğimiz, kusurumuz var. Ama yaptığımız,

        yapmaya çalıştığımız bir dolu da fedakarlığımız var.

        Bu satırları size niye mi yazıyorum?

        Birlikte haber izlediğimiz küçük kızımla,

        polise ilişkin bir haber bittiğinde göz göze geldik. Bakışını gördüm, içim sızladı. O babasının öyle birisi olmadığını biliyor. Ama başkaları polisin de bir ailesi, eşi, çocuğu olduğunu, eleştirinin haddini ve sınırını aştıkça en derin yarayı bu kesim üzerinde oluşturacaklarını

        bilmiyor.

        Diğer Yazılar