Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Elinde bir cehennem varsa sürekli cennette gibi yapamazsın.

        Bak çocukların feribottan denize düşürülüyor, bir çöplükte buluyorsun, bir kuyudan kemikler çıkıyor, dershane parası için çalışan bir genç “rezidans” inşaatından düşüyor, Köprü’den 3 işçi zemine gömülüyor, Anadolu’nun dört yanından işçiler AVM şantiyesinde yanıyor, huzurevinde bir ömrü doldurmaya çalışan yaşlılar bir yangının küllerinde eriyor.

        10 kişi birden bir kazada, bir aile babanın cinnetinde yok oluyor; bir asker silahını şakağına dayıyor.

        Demek ki zaten kaygan bir zeminde, bir ip cambazı gibi, hep ateş çemberinden atlayacakmışçasına, her an bir tuzağa düşecekmişçesine yaşıyor insanlar.

        ***

        Sonra, onların en az yarısını, dolayısıyla esasında hepsini “şüpheli ve suçlu” sayan bir özel güvenlik düzeni kuruyorsun.

        Bu yasaklarla hangi çocuğun hayatı, hangi işçinin ekmeği, hangi yaşlının son günleri kurtarılır; hangi baba bir umuda koşar, hangi asker ezilmekten, aşağılanmaktan sıyrılır?

        Aileden, okuldan işyerine, sivilden askeriyeye; esas büyük travması zaten baskı, korku, ezilmek, aşağılanmak, hor görülmek, değersiz sayılmak olan bir toplumun ufku yine baskı ve korku mu olur?

        ***

        Başbakan ısrarla “darbe önlendi” diyor.

        Hani “darbeciler”?

        Görevden alınıp başka göreve verilen polisler ile yeri değiştirilen hakim ve savcılar darbeci ise, bu darbe çoktan önlendi ise; neden bütün bir toplum yasak ve baskı içine, kuşatma ve fişleme silsilesine, her an bir güvercin tedirginliğine, sürekli zanlı ve önyargıyla müstakbel suçlu haline sokulmak isteniyor?

        Üstelik bu neo-muhafazakâr yasak ve günah devletinin yeni kanunları, Anayasa’ya bile aykırı bulunuyor.

        Yani, milletin en azından bir kısmını “muhtemel yasa dışı kişiler” olarak saymak için yapılan kanunların kendileri Anayasa dışı!

        Özetle şu:

        Kanun devleti kısmen yasadışı!

        ***

        Üstelik bir de şöyle bir sorun var.

        Bu “kanun devleti”nin siyasi-idari meşruiyeti elbet seçim başarısından geliyor ama “hukuki, demokratik meşruiyeti”ni sarsan “bürokratik meşrutiyet idaresi” ise esasen iki seçilmemiş ve atanmış şahsiyetle, iki güvenlik şefiyle; eski Başbakanlık Müsteşarı İçişleri Bakanı ve MİT Müsteşarı eliyle yürütülmek isteniyor.

        Bunu AKP’liler de bir düşünecek…

        Neden böyle diye!

        O yüzden, “atanmışların seçilmişleri devirme” hikayesi, bu ülkede hep tarihi gerçeklik ve bir ihtimal taşımasına rağmen, bu son eserde epey havada.

        Çünkü bizatihi “seçilmişlerin atanmışları”, seçilmişlerin çoğunu tali ve teferruat kıldı bile!

        Meşruiyetten meşrutiyete geçiş böyle bir şey işte Meserret!

        ***

        Oysa ülkenin bir hakikati de, sınavı kazanamadı diye intihar için atlayan oğlunun düşeceği yere koşup düşeceği yere yatan analardır!

        Çocukları döken, yıldıran, sindiren, bitiren, düşüren bir düzene karşı elindeki tek imkanı; kendi bedenini, kendi hayatını sunanlar.

        Fakat Devlet çok kibirli, aşırı sert, hatta zorba baba olduğu için, çocuklar düşerken pek böyle bir şey bekleme anacağım!

        Bir de dün vardı!

        Talat Türkoğlu sosyalist bir işçi ve sendikacıydı.

        Güneydoğu’da değil, Edirne’de!

        45 yaşındaydı; Edirne’ye annesini ziyarete gitmişti. Orada da takip edildi.

        29 Mart 1996’ydı; 1 Nisan’da İstanbul’a dönmek için yola çıktı.

        Ve bir daha haber alınamadı.

        1.5 yıl sonra, bir Jitem itirafçısı onun Jitem tarafından alınıp işkencede öldürüldüğünü ifade etti. Giysileri dahil, üzerindeki her şeyi ayrıntılarıyla, doğru tarif ederek.

        Devlet Baba, annesine giden, belki onun duasıyla yola koyulan bir insanı kolayca yok edebilmişti.

        Dün, Cumartesi Anneleri bu kez Edirne-İstanbul yolunda yok edilen Talat Türkoğlu’nun akıbetini sordular, Galatasaray lisesi önünde.

        Kırmızı karanfiller tüm kayıplar için birbirine sarıldı.

        “Edirne’den Ardahan’a kadar kayıplar” diye bir hakikati de var bu ülkenin.

        Ve bugünlerin tepkisini biriktirirken o günleri eritmeyin; bunu da hiç unutmayın ki, kimimizin cennet sandığı önceki iktidarlar ve yarı-darbe cumhuriyeti döneminde kaybedildi binlerce insan; asit kuyularına atıldı 12, 13 yaşında çocuklar.

        Zorba Baba, bugün sıfırdan doğmadı…

        Yoğun bir tarihi var; derin bir yakın tarihi; bir de işte bildiğin bugünü!

        Diğer Yazılar