Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Sağ olsun Bülent Arınç her şeyi yerli yerine koydu.

        Sadece bugün için değil…

        Epeydir geçerli olan bir hukuk anlayışı:

        Adalet nihayetinde bir ticarettir…

        Ve ticarette söz sahibi de şirketin sahibidir!

        ***

        Bazen vicdan gibi yapan Başbakan Yardımcısı, “son operasyon”u “Oto galericiler sitesi”nde izah ederken, madde madde sıraladığım sözleriyle son model “arabalar”ı atın önüne koyuverdi (Parantez içi hayretler ise bana ait):

        1. AK Parti’yi de Cemaat’i de çok iyi tanırım.

        (Parti tamam, ama Cemaat’i çok iyi tanımak için yıllarca yakın, hatta iç içe, el ele durmak gerekti herhalde!)

        2. AK Parti ile Cemaat arasındaki gelişmeler bir sulhun olmayacağını gösteriyor.

        (Nasıl yani! Özel “Sulh” ceza mahkemeleri bu manaya mı geliyor? Ne demek bir iktidar partisi ile, bakın bilhassa parti ile bir cemaat arasında sulh yahut harp olması? Adalet buna göre mi hareket edip tecelli ediyor? Bağımsız değil mi yoksa?)

        3. İki tarafı da çok iyi biliyorum. İçim yanıyor.

        (Anlamadım! Parti tamam da iki tarafı çok iyi bilince, yani 12 yıldır iktidar olunca ve çok daha eskiden beri Cemaat’i bilince, nasıl oluyor da, bunca sene “paralel, haşhaşi, casus, terörist” bir yapılanmaya göz yumulmuş; nasıl oluyor da “her istedikleri” yapılmış? Yahut nasıl oluyor da “çok iyi bildiğiniz” bir şeyi hiç belememişsiniz veya bilmiyor gibi davranmışsınız? Biz nereden bileceğiz sizin hangi zaman neyi doğru bildiğinizi?)

        4. Belli yerlerde yuvalanmış insanların artık bu işlerden vazgeçmeleri gerekiyor.

        (Hele durun! Yuvalanma ne demek? Toplanan polis şeflerinin hepsini 11 yıl boyunca iktidar yuvalamadı mı? Yuvayı yapan kuş dişi miydi iktidardan bir kişi miydi? Kendi kendilerine mi oturdular o makamlara ve imkânlara? Sonra vazgeçmek ne demek? Örgüt varsa, örgüt vardır. Suç işlenmişse, işlenmiştir. Suç sabit olursa, sabittir. Vazgeçmek ne demek? Nasıl tebliğ edecek bunu o yuvadakiler?)

        5. Bir de tabii, biz bunları yaptık ama bizi affedin, demeleri lazım.

        (Zurnanın şey yeri burası: Burası hukuk devleti mi Allah aşkına? Suç işlemişse, af ancak Meclis kararıyla çıkar? Zanlıyı siz nasıl af diledi diye bağışlama yahut dilemedi diye cezalandırma imkânına sahipsiniz? Bu lisan nasıl oturdu sizin dilinize? O vakit suçlu veya suçsuz, içeri atılan, toplanan, mağdur olan veya olmayan herkes usulünce af dilesin, dilerseniz ellerinizden öpsün, diz de çöksün mü bilmiyorum, ah ben ne yaptım öyle, hiç yapmazdım, desin… Affedin!)

        6. Bunlar yapılmadığı sürece hiçbir hükümet, hiçbir devlet kendisine paralel bir yapılanmayı kabul edemez.

        (Olacak şey değil. Cümlenin gelişi harika. Yani yaptıklarını söyleyip af dilerlerse kabul edilebilir belki de… Ki eski mutlu günler öyle bir şey olmalı!)

        7. Biz nasıl KCK’yı kabul etmediysek, onun benzeri başka bir yapılanmayı da kabul etmeyiz.

        (Fakat Sayın Hocam; siz bu yapılanmayı kabul ettiniz. Aradaki bu ciddi farkı unutuyor, unutturmaya çalışıyorsunuz. KCK, devletin zaten “terörist” dediği, 30 yıldaki toplam 50 bin ölünün 35 bin kadarını vermiş bir “yapı”nın yapısıydı… Oysa “paralel” dediğiniz zaten devletin içinde, zaten yıllarca kendiniz yuvalamışsınız, zaten KCK ve benzeri operasyonları bile onlarla yapmışsınız, zaten okullarına, Hocasına, her şeyine hükümetten ve Havuz ördekleri marifetiyle medyadan övgüler düzmüşsünüz.. Tek benzerlik, sizin de “üzüldüğünüz” gibi, arkadan kelepçe ile teşhir… Ama demek ki bu da bir gelenek!)

        8. Kendi büyüklerinden emir alarak hukuk dışına çıkmaları kesinlikle kabul edilemez.

        (Tabii ki etmeyin de yıllarca bile bile nasıl ettiniz? Siz, bizzat kendiniz “Büyükleri”ni Pensilvanya’da ziyaret ederken, Başbakan’ın “Sorun bakalım, bir emirleri var mı?” dediğini veya işte öyle bir şeyi söylemediniz mi? Sizin ne işiniz vardı “Emirleri veren büyükler” ile? Mesele hukuk dışına çıkmak ise, haklısınız, siz de çıkmayınız!)

        9. Onlar bu işlerinden vazgeçer ve nedamet getirirlerse, bir taraftan da yargı görevini yaparsa, önümüzdeki süreç çok daha barışık olur.

        (Bu ne demek Sayın Demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti? Bu ne demek Sayın Cumhuriyet? “Nedamet”, yani Pişmanlık Yasası’ndan faydalanmak mı? İtirafçı, tetikçi olmak mı? Barışıklık nedamete mi bağlı? “Barış süreci” diye hepimizi umutlandırdığınız şeyden anladığınız da bir “Nedamet süreci” mi?)

        Nasıl bir şey bu?

        ***

        Aynı konuşmadaki bir başka söz nasıl bir şey olduğunu anlatıyor Hocam:

        Milletin bir kısmı boykot moykot diye kolaya filan çakarken…

        Mario Levi gibi Türkiyeli, sadece bizi değil, dünya edebiyatını zenginleştiren, bu ülkenin renklerini çoğumuzdan daha iyi gören kalbin ve kelimelerin yazarını, hepimizin eseri sayılabilecek kitaplarını boykot listesine alırken birileri…

        Aha işte Arınç diyor ki:

        “İsrail ile ticaret devam ediyor. Alıyoruz, satıyoruz. Bundan dolayı kimse bizi eleştirmesin; alıyoruz, satıyoruz!”

        İşin özü, Adalet’in son sözü budur:

        Benimle ol, paralel olma…

        Bana dokunursan, pişman olursun…

        Nedamet getir, sulh olsun…

        Çünkü alıyoruz, satıyoruz!

        Not. O zengin konuşmada Arınç, “Ekmeleddin İhsanoğlu ile birlikte Hac yaptık. Ailece yemek yedik. Birbirimizi tanır ve severdik. Tayyip ve Abdullah beylere ihanet edemem demesini beklerdim” diyor ya…

        Rahmetli Erbakan hop oturup hop kalkmıştır; “ihanet” ile bu isimleri birlikte duyunca!

        Diğer Yazılar