Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ABD’de polis (yine) siyah bir genci (anında) öldürdü.

        Obama şu açıklamayı yaptı:

        “Kim bilir ne yaptı polise karşı. Vandal, çapulcu bunlar. Polisimizin nasıl sabrettiğini anlayamıyorum. Kahraman polisimiz destan yazmıştır. O çocuğun annesine soruyorum: Ne attın o mezara?”

        ***

        Oysa benzer bir olay Türkiye’de olduğunda, siyah ya da beyaz, bir çocuk, bir genç polis kurşunuyla, gaz kapsülüyle vurulduğunda, sopalar ve tekmelerle öldürüldüğünde, Başbakan-Cumhurbaşkanı şu açıklamayı yapmıştı, değil mi:

        “Bu gencin ölümü yürek burkucu. Ben ve eşim, ailesine ve çevresine bu çok zorlu zamanda derin başsağlığı dileklerimizi iletiyoruz.

        Adalet Bakanlığı olayı soruşturuyor.

        Gencin ölümü güçlü hisler uyandırıyor. İnsanlar onu derin düşünce ve anlayışla hatırlamalı.

        Birbirimizi rahatlatmalı ve birbirimize yaralayan değil, iyileştiren şekilde konuşmalıyız.

        Dualarımız onların yanında. Onun, ailesinin ve toplumun hak ettiği bu.”

        ***

        Nitekim o yüzden bizim “Havuz medya, herkesi bastırır, her şeyi basmaz” sloganlı bir kısım basınımızda hemen, ABD’de “Polisin bir genci öldürdüğüne, polisin biber gazıyla protestoculara ve gazetecilere saldırdığına” dikkat çekilip dünyaya ve içerideki öteki dünyaya meydan okundu:

        Bunu da görsenize, bunu da yazsanıza!

        ***

        Hakikaten, şöyle satırlar görünce, insanın gözleri doluyor:

        “Polis vahşeti… Terör estiren zırhlılar”.

        İşte gazeteciliğimizin ve insanlığımızın, kabına sığmayan, kıtadan kıtaya uzanan duyarlılık coğrafyası.

        ABD’de “polis vahşeti” olduğu doğru da…

        14’ünde çocukların, 18’inde gençlerin öldürüldüğü; katillerin gizlendiği, kameraların karartıldığı bir ülkede iseniz, sadece Amerika’yı mı keşfedersiniz?

        ABD devleti, medyası ikiyüzlü ise, “Sadece Türkiye’yi görüp orada gözlerini kapatıyor” ise, “Sadece Amerika’yı görüp burada onca insanın maruz kaldığı şiddet, vahşet ve ölüm”e gözlerini kapatmak nasıl bir gazetecilik, o bir yana, nasıl bir insanlıktır?

        ***

        Oysa hakikatten, haktan, hakkaniyetten yana olmak zor değil…

        Alırsın 18 yaşındaki Michael Brown’ı; başını yavaşça tutarsın; gözlerin dolu dolu, uzatırsın Ali İsmail Korkmaz’ın yanına.

        “Polis vahşeti, devlet şiddeti” dediğinin; orada Michael’i, burada Berkin’i, şurada Ali İsmail’i vurduğunu aynı anda görürsün.

        Bir gözünü kapatanlara esip gürlemek için, bütün acılara, bütün çocuklara, bütün vahşetlere karşı iki gözünün de açık olmasından daha basit bir şey yoktur ama yapmazsın, yapamazsın.

        Çünkü kalpten cesaret başka şey, kalıptan esaret başka şey!

        ***

        Tabii insanın içini acıtan şu da var:

        Misal, bütün içtenliğiyle, özellikle Fenerbahçe tribünleri ve toplumda bir kısım “muhalif” misal Ali İsmail için tepkilerini hep gösteriyorlar.

        Fakat “havuzcu” işadamlarının yönetici olarak yerleştiği, onların kankası “iyi çocuktur, tanırım”cı paşaların Fenerbahçe lojmanları gibi eller havada buluştuğu o tribünlere, “Cumhuriyet’in yıldönümünde gözaltına alınıp asit kuyularında eritilen 13 yaşında Seyhanlar, 12 yaşında Davutlar… Yaşından bir fazlası,13 mermiyle delik deşik edilmiş Uğurlar… Bir hanede bir komutan emriyle ana babayla yakılmış beş kardeşler” bir türlü yanaştırılmıyor!

        Oysa alacaksın tüm çocukları, birbirinden uzakta, birbirinden ayrı ayrı yatırılan tüm o gençleri; yan yana uzatacaksın kalbinin tam orta yerinde…

        Ki öfken ayrımcı, ki vicdanın iki yüzlü, ki insanlığın eksik, gedik kalmasın.

        Çünkü bütün kalleşlere inat, bütün çocuklar kardeştir!

        Bütün kıyıcılara inat, bütün acılar kardeştir!

        İlkeler bir gün seni de silkeler!

        Yazı ve yazar atarken “ilkeler” diyor medya aristokrasisi.

        Muhabirleri, misal TIR haberini yapan muhabiri atarken zaten onu bile demiyor.

        Fakat yazar ne diyecek?

        Bombalanıp öldürülen 34 insan için “katır” yazarken, yumruk yiyen için oh çekerken ilkeliydim de, şimdi mi yamuk oldum diye mi soracak?

        Yahut “Önümden, sağımdan solumdan Emin Çölaşan, Bekir Coşkun ve başkaları kazındı, ilkeler denerek… Ama ben ağzımı açmadım. Dahabaşkaları kazınırken de zaten onlar ağzını açmamıştı” mı diyecek?

        Zaten “ilkeler”i savunan, sansür ve kovma işlerinde fetva veren ama hiçbir zaman patron tutumlarını “ilkesiz” bulamayan mercilerin adı “Konsey”.

        Basın Konseyi, Yayın Konseyi, basmayın yaymayın konseyi vesaire.

        Emir komuta zinciri içinde darbe bile yapmış Milli Güvenlik Konseyi gibi, tamamen ilkelerden oluşuyorlar!

        Diğer Yazılar