Yerel Haber Hattı 0536 266 79 69
KONUŞMAYI BAŞLAT
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

Anıl EMRE/HABERTÜRK

YAZI DİZİSİ

CEZA HUKUKÇULARI

 Avukatlık, hak arayışının, haksızlığa karşı başkaldırının ve adalet savaşçılığının vücut bulmuş hali. Türkiye’de de gençlerin bu mesleğe teveccühü bir hayli fazla. Ülke genelinde hukuk fakültesi sayısı 100’ü geçmiş durumda, her yıl binlerce mezun veriliyor. Avukat sayısı 80 bini aştı. Sadece İstanbul Barosu’na kayıtlı 32 bin avukat var, aralarına her yıl 3 binden fazla yeni meslektaş adayı katılıyor. Durum böyle olunca, bir hukukçu olarak Türkiye’de avukatlığın geldiği noktayı keşfetme yolculuğuna çıkmak istedim. Bu dizide, Türkiye’de avukatlık mesleğini her açıdan mercek altına alacağız. Ünlü ceza avukatlarıyla konuşacak, onların dünyasına gireceğiz. İş dünyasının avukatlarıyla konuşacak, milyar dolarlık müzakere masalarına oturacak, yabancı hukuk bürolarına bakış atacağız. Önde gelen hukuk fakültelerini ziyaret edecek, dekanlarla görüşecek, öğrencilerle fakülte sıralarında oturacağız. Avukatların güncel sorunlarını masaya yatıracağız. Bu alanı düşünen gençler, seçip de okumaya başlamış müstakbel meslektaşlar, mesleğinin ilk yıllarındaki genç avukatlar, avukatlığın üstatları ve mesleği merak eden herkesin ilgiyle okuyacağı bir yazı dizisi sizi bekliyor.

ÖĞRENCİLERİN HAYALİ

İlk başlığımız ceza hukuku. Türkiye’de 1984’ten beri uygulanmayan idam cezası 2004 yılında Anayasa’dan da çıkarıldı ancak özgürlük insanın hayattaki en değerli varlığı olmaya devam ettiği ve özgürlüğünüzden olmanız veya özgürlüğünüze kavuşturulmanız hâlâ bu alanın konusu olduğu için, bu arenanın savaşçıları ceza avukatları da hukuk dünyasında ayrı bir yere sahip. Özellikle adaletin sağlanmasına katkıda bulunmak isteyen idealist hukuk öğrencilerinin büyük çoğunluğunun kariyer hayali olan ceza avukatlığını, Türkiye’nin önde gelen 3 ceza avukatı Prof. Dr. Ersan Şen, İlkay Sezer ve Fatih Volkan ile konuştuk. Kamuoyunun yakından tanıdığı Prof. Şen, hukukçuluğunu akademisyenliğiyle pekiştirmiş bir isim. Ergenekon, Balyoz, Şike gibi Türkiye’nin yakın hukuk tarihine damgasını vurmuş ve asla gündemden düşmeyen davalarda avukatlık yapmasıyla biliniyor. Kamuoyu İlkay Sezer’i de Ergenekon ve Balyoz davalarından tanıyor. İlker Başbuğ, Hurşit Tolon, Tuncer Kılınç ve Bilgin Balanlı gibi 4 emekli orgeneralin avukatlığını yapan Sezer, subay olduktan sonra hukuk okumaya başlamış emekli bir yarbay. Fatih Volkan ise Türkiye’de ceza hukuku denince ilk akla gelen isimlerden. Yıllardır kamuoyunun yakından tanıdığı pek çok önemli ismin avukatlığını yapıyor, Türkiye’nin en önemli hukuk büroları ceza hukuku alanında ona danışıyor.

‘GECESİ GÜNDÜZÜ YOK’

Ceza hukuku denildiğinde akla çok stresli, gecesi gündüzü olmayan bir iş geliyor. Fatih Volkan bu algıyı doğruluyor: “Ceza avukatlığı çok streslidir. Ceza alma tehdidi altında olan birinin psikolojik durumu, o ağırlık sizin de üzerinize çöker. Gecesi gündüzü yoktur. Sabaha karşı ifade alınır. Sorgular gece gündüz sürer. Duruşmaya gündüz girersiniz, gece yarısı çıkarsınız.” Prof. Şen de katılıyor: “Müvekkiliniz gözaltına alınmış, gece vakti veya hafta sonu sizi aradığında ‘Gelmiyorum’ diyemiyorsunuz. Yerinize birini gönderebilirsiniz ama benim karşılaştığım durumlarda hep beni görmek isterler, siz olmadıkça o güven duygusu insanlarda oluşmuyor.” Ancak Volkan’a göre tüm bu stres ve özverinin sonunda avukatı paha biçilemez bir tatmin bekliyor: “Duruşma günleri streslidir, ama iyi geçerse o stres bir anda omuzlarınızdan kalkar. İyi bir savunma yapmışsınız ve müvekkiliniz tahliye olmuş ya da müdahil olarak davaya dahil olmuşsunuz ve sanığa hak ettiği cezayı aldırmışsınız, müthiş bir keyiftir. O keyfin parayla pulla ölçüsü yoktur.” İlkay Sezer de özveri ve fedakârlıktan bahsediyor, sık sık sabahlara kadar çalıştığını, bayramlarda bile cezaevine gittiğini anlatıyor. “Öyleyse neden ceza hukuku?” diye sorduğumda, empati yapmamızı öneriyor: “Hukukun ekmek gibi, su gibi vazgeçilmez bir insan ihtiyacı olduğunu en çok ceza yargılamasında gördüm. Diğer yargılamalarda, örneğin ticaret hukuku yargılamalarında bir kişinin ekonomik anlamda aleyhine ya da lehine kararlar çıkıyor. Bunlar telafi edilebilir. Ama insanın özgürlüğünden mahrum bırakılmasının telafisi mümkün değildir.”

‘Tehdit edildiğimiz zamanlar oldu’

 Ceza avukatlığının aynı zamanda belalı bir iş olduğu söylenir. Hiç tehdit alıyorlar mı? Cevaplara bakılırsa, iyi bir ceza avukatı gözü pek olmalı.

Fatih Volkan, zaman zaman tehditler aldığını söylüyor: “Ama siz bir yanlış yapmıyorsanız bu tehditlere aldırmayacaksınız. Ben delilleri getirebiliyorsam, toplanan delilleri değerlendirebiliyorsam, şahısların kasıtlarını ortaya koyuyorsam, tehditten falan korkmam. Avukatların silah alma hakları vardır, ben ruhsatlı silah bile almadım. Çünkü kimseye kötü bir şey yapmadım.” Genç hukukçulara önemli bir de tavsiyede bulunuyor; kendilerini müvekkilleriyle özdeşleştirmemeleri: “Müvekkillerin gladyatörü olmayın. Bizler hukukçuyuz. Sadece hukuki yardımda bulunuruz. Müvekkiller birbirleriyle harp edebilirler, biz bunların dışındayız.”

İlkay Sezer, Ergenekon davasında yaşadıklarını örnek veriyor: “Tehdit edilmedim ama fiziksel şiddete maruz kaldım. Salonda asayişi sağlamak üzere bulunan jandarmayı, savunma hakkımızı engellemek için cop ve kalkanla üzerimize saldırttılar. Bizi salondan atmak istediler, çekiştirildik, yanımdaki meslektaşlarımı cop darbelerinden korudum. Direnç gösterdiğiniz sürece bunların hiçbir etkisi olamaz.”

Prof. Şen ise tehdidin avukatların yanlış tutumundan da kaynaklanabileceğini belirtiyor: “Türkiye’de avukatların müvekkile garanti verme gibi bir durumları var. Mesleği ne kadar iyi yaptığınız değil de garanti veriyor musunuz, bunu arayan çok insan var, bu insanlar bir yalanın peşinden koşabiliyorlar. Bunun sonucunda istedikleri gerçekleşmediği zaman da tehdit söz konusu olabiliyor.”

‘İki yargılama var, mahkemede ve kamu vicdanında’

 Her gün basının ve kamuoyunun büyük ilgi gösterdiği davalarda avukatlık yapmanın nasıl bir deneyim olduğu sorusuna Sezer’in yanıtı şöyle: “Kamuoyunun önünde görülen davalarda iki yargılama vardır. Bir mahkeme salonunda yapılan, bir de milletin vicdanında yapılan. Haklı olduğunuzu iki yerde de duyuracaksınız.” Ergenekon gibi binlerce klasörden, milyonlarca sayfadan oluşan davalarda avukatlık yapmanın “çok meşakkatli” olduğunu anlatıyor Sezer: “Çok çalışmanız, ilgilendiğiniz dosyaya hâkim olmanız lazım. Bir de kamuoyunu bilgilendiriyorsanız, hata yapmanız kabul edilemez.” Sezer’e, Ergenekon ve Balyoz davalarıyla birlikte avukatların; ne kadar iyi savunmalar yaparlarsa yapsınlar, hukuki açıdan ne kadar haklı olurlarsa olsunlar, adaletin tecellisine katkı sağlayamadıkları yönünde kamuoyunda bir algı oluştuğunu düşünüp düşünmediğini sordum. “Bu görüntünün oluşmasına yol açan yargı mensupları olabilir. Ama ülke genelinde mesleğini dürüstçe, aynı bizler gibi özel yaşamından ödün vererek yapmaya çalışan hâkim ve savcılar var. Siz haklıysanız, hâkim de önünde olan mevzuatı uyguluyorsa, sizin dediğiniz noktaya bugün değilse de yarın gelir” diyor. Aynı soruyu Prof. Şen’e sorduğumda çarpıcı bir yanıt veriyor: “Sonucu belli olan bazı davalarda avukatın görevi sadece psikolojik danışmanlık haline geliyor.” Hukukçuların ceza yargılamasına dair en büyük şikâyetleri, davaların çok uzaması ve sanık haklarının ihlali. Volkan, şu değerlendirmede bulunuyor: “Uzadıkça uzuyor, adama aynı gerekçeyle 10 kere tutukluluğun devamı kararı veriyorsun; aynı gerekçeyle, değiştirdiğin hiçbir şey yok. Ceza hâkimlerinde inanılmaz bir takdir hakkı var. Yasayı ne kadar iyi yaparsan yap bunu uygulayacak olan insandır. Mantalitenin değişmesi gerekiyor.”

‘PARA İÇİN ADAM ÖLDÜRENİN DAVASINA BAKMAM’

 Bir de işin etik boyutu var. Herkesi temsil ederler mi yoksa almayacakları davalar var mı? Volkan’ın yanıtı çarpıcı: “Kesinlikle var. Para için adam öldüren bir insanın davasına bakmam. Bana ne verirse versin. Alacağım davada kalben rahat olmalıyım. Meşru müdafaa davasını alırım. Ancak adam taammüden gitmiştir, soğukkanlılıkla adam öldürmüştür, kesinlikle almam.” Sezer ise sınırı “dürüstlük”te çekiyor: “Yalan söylenecekse ben orada yokum. Suç işlendiyse bunun üstünü örtmeye çalışacak bir şeyin içerisinde olmam söz konusu olamaz.” Prof. Şen ise Türkiye’nin bazı realitelerinin bir avukatın bazı davaları almasını engelleyebileceğini belirtiyor: “Dosyasını aldığınız bir tarafın tam tersi bir taraf size dava getirdiğinde Türkiye şartlarında bunu almanızı istemeyebilirler. Alırsanız sırlarını paylaşacağınızdan çekinebilirler. Bu durumlarda dava almakta zorlanabilirsiniz.”

CEZACILARDAN TAVSİYELER

Üç cezacının genç meslektaşlarına önemli öğütleri var. Prof. Şen ceza avukatının hitabetinin çok güçlü olması gerektiğini belirtiyor: “Müthiş bir hitabetiniz olmalı. Mahkemeyi etkileyebilmek, ikna edebilmek bu işin özüdür.” Sezer’e göre ise avukat müvekkili için sonuna kadar mücadele etmeli: “Müvekkilim müebbet hapse mahkûm edildikten sonra bile ‘Sen elinden geleni yaptın, teşekkür ediyorum’ diyebilmeli.” Volkan için ise başarının sırrı mesleki heyecanda: “Avukat mesleki heyecanını asla kaybetmemeli. Bunca yıl sonra karar duruşmaları bende hâlâ çok heyecan yaratır. Bu heyecanı yaşamazsam ben zaten işimi iyi yapmış olamam.”

‘CİNAYETTEN İBARET DEĞİL’

Ünlü ceza avukatlarının özellikle üzerinde durduğu konulardan biri de ceza hukukunun sadece çetecilik, organize suç, adam öldürme gibi suçlardan ibaret olmadığı. Ceza avukatlığı, bilişim suçlarından çevre suçlarına, sermaye piyasası suçlarından sosyal medya aracılığıyla işlenen suçlara kadar çok geniş bir yelpazeyi bünyesinde barındırıyor.

YAZI DİZİSİ 2

TİCARETİN AVUKATLARI

Ticaret hukuku, klasik anlamda dava avukatlığı kadar, yarınki konumuz olan son zamanlarda parlak gençlerin en çok rağbet ettiği, özelleştirmeler, dev enerji ve ulaşım projeleri, büyük şirket satın almaları gibi konularda hukuk danışmanlığı hizmeti verilen sözleşme avukatlığını da barındırıyor. Biz bugün uyuşmazlık çözümünü, yani dava avukatlığını Türkiye’de önde gelen 4 temsilcisiyle konuşuyoruz: Ticaret hukukunda uzmanlaşmış köklü bürolardan Cerrahoğlu Hukuk Bürosu’nun kurucu ortağı Prof. Dr. Fadlullah Cerrahoğlu; 2012’den beri yürürlükte olan Türk Ticaret Kanunu’nun başmimarı Prof. Dr. Ünal Tekinalp; icra hukukunun uzman isimlerinden Avukat Sümer Altay; uluslararası tahkim alanının önde gelen isimlerinden Noyan Göksu.

Hoca avukatlar ve kendi hâkimini seçen şirketler

‘YARGITAY’IN TEK DAİRESİNDE 20 BİN DOSYA VAR’

PROF. Dr. Fadlullah Cerrahoğlu’nun kurduğu ofisin öne çıktığı alan ticari hukukun davalar kısmı yani şirketlerin ihtilafları. Kendisine şirketlerin ihtilafları denince ne anlamak gerektiğini sorduğumda, uzun bir listeden bahsedebileceğimizi belirtiyor: “Alım satımlarda, kamulaştırmalarda, inşaatlarda her zaman uyuşmazlık çıkar. Özellikle büyük projelerde. Şirketlerdeki pay sahipleri arasındaki ihtilaflar var. Şirketleri yönetenlerin sorumluluklarıyla ilgili davalar var. İş hukuku davaları var. Bunlar sadece örnek ama rahatlıkla çoğaltabiliriz, bir hukukçuyu meşgul edebilecek sayısız dava çeşidi var burada.” Prof. Cerrahoğlu’na göre Türkiye’de bir avukatın karşılaştığı en büyük zorluk, aşırı uzayan dava süreleri. Davaların neden bu kadar uzun sürdüğünü sorduğumda mahkemelerin iş yükünü işaret ediyor: “Geçenlerde başkanıyla konuştuğum bir Yargıtay dairesinin önünde 16 bin dosya vardı. Başkan ‘Bu sayı yıl sonuna kadar 20 bini bulur’ dedi. Düşünün bu sadece bir daire.” Bir Avrupa ülkesiyle yaptığı karşılaştırma ise durumun ne kadar vahim olduğunu gözler önüne seriyor: “Avusturya yargıtayının tüm dairelerinin yıllık yükü 350 dosya. Haklı olarak bizimkiler de diyor ki: Bize de 350’yi ver, gör bakalım nasıl karar yazıyoruz.” Böylece bir sonraki soruma da cevap vermiş oluyor. Avukatların özenerek, günlerce hatta haftalarca yaptıkları araştırma ve analizlerin meyvesi olan dilekçelerin hâkimler tarafından ciddi şekilde okunmaması meselesi: “Hâkimler, ‘20 sayfa falan yazmayın kardeşim bu okunur olmaktan çıkar’ diyorlar. Bu kadar iş yükünde suçlamak mümkün mü? Bu yüke rağmen Yargıtay’dan son derece detaylı, harikulade kararlar da okuyoruz. Haksızlık yapmamak gerekiyor.” Cerrahoğlu, bir dava açıldığında ortalama 3 yıllık bir sürenin göze alınması gerektiğini ancak 10 yıldan fazladır üzerinde çalıştıkları davalar da olduğunu belirtiyor.

Genç avukatların icra dairesi çilesi

Stajerlik yapan veya mesleğin ilk yıllarındaki genç hukukçulara en sevmedikleri alanı sorduğunuzda istisnasız tek cevap alırsınız: “İcra hukuku”. Aslında ticari yaşamın sürdürülebilir olmasını sağlayan bu alan, birçoklarına göre avukatlığın belkemiği sayılır. Ancak gençlerce “hukukla ilgisiz” görüldüğü için sevilmiyor. “Bu işi yapmak için avukat olmaya gerek yok, bunun için mi hukuk okudum?” feryatlarını sıkça işitirsiniz. Buna rağmen çalıştıkları bürolar tarafından en çok bu tarz işlere muhatap ediliyorlar, bu da birçok gencin hukuktan soğumasına, hatta mesleği bırakacak hale gelmesine yol açıyor. Avukat Sümer Altay’a gençlerin kanaatine katılıp katılmadığını sorduğumda, kabahatin gençlerde olmadığını söyledi: “Bu algının sebebi, icra denilince akla sadece irili ufaklı yüzlerce alacağın takibinin yapıldığı, son derece şekli, bürokratik ve düşünceye dayanmayan bir alan gelmesi. İcra hukuku asla bunlardan ibaret değildir. Çok ince teknik, ciddi hukukçuluk gerektiren davalar vardır bu alanda. Ancak birçok büro ‘İcra takibi yap, haciz koy’ uygulamalarından ibaret çalıştıkları için, gençler de ‘Ben böyle hukukçuluk istemem’ düşüncesine kapılıyorlar.”

‘KABAHAT İCRA DAIRELERINDE DEĞİL BÜROLARDA’

Avukatları bu alandan soğutan bir etken de tüm stajyerlerin korkulu rüyası olan icra daireleri. Ne kadar genç hukukçuyla konuşsam, icra memurlarından gördüğü yakışıksız muameleden, işittiği azar ve küçümseyici sözlerden dert yanıp bir daha gitmek istemediğini söylüyor. Altay, bu hoşnutsuzlukta icra dairelerinden çok hukuk bürolarına pay çıkarıyor: “Gençler mezun olduktan sonra girdikleri hukuk bürolarında yeterince yetiştirilmedikleri için icra dairelerindeki memur ve müdürlerle gerekli iletişimi kuramıyorlar. Eksik bilgiyle gittiklerinde, bu dairelerin aşırı yoğunluğundan ötürü yeterli toleransla karşılanmıyor olabilirler. Bürolarda hazırlanıp, işin mantığı kendilerine öğretilerek adliyeye yollanmalılar.” Ve bu durumun sadece icra memurlarına özgü olmadığını söyleyerek aslında genç avukatlar için hayatın ne kadar zor olabildiğini de gözler önüne sermiş oluyor: “İlk yıllarda hâkimlerle pek muhatap olunmadığı ve ağırlıklı koşturmalı işlerde, fiili yönde çalışıldığı için daha çok icra dairelerinde bu mağduriyetler yaşanıyor. Yoksa hâkimler azarlamıyor mu? Mahkeme kalemlerinde toleranssız davranılmıyor mu?..”

HOCA AVUKATLAR

Hukuk dünyasında fakülteden mezun olur olmaz mesleğe atılan avukatların yanında, akademik dünyada kalarak piyasaya hukuki görüşleriyle hizmet veren üstat hukukçular da var. Bu isimlerden biri de, 2012 yılında yürürlüğe giren yeni Türk Ticaret Kanunu’nun başmimarı olan Prof. Dr. Ünal Tekinalp. İnsan kanunun hazırlanışında rol alınca, bu kanuna göre yapılan yargılamalarda fikrine başvurulmaması mümkün mü? Peki hayatında bir kez bile davaya girmemiş olan Prof. Tekinalp nasıl avukatlık yapıyor? “Hiç mahkemeye gitmedim. Ama yaptığım yine de bir tip avukatlıktır. Çünkü mütalaa yazıyorum, sözleşme düzenliyorum, sözleşmeleri kontrol ediyorum, önerilerde bulunuyorum, bazı davalarda avukatlara yardımcı oluyorum yani devamlı olarak danışmanlık veriyorum, bu da bir avukatlıktır” diyor Prof. Tekinalp.

HUKUKÇU AKADEMİSYEN OLMALI MI?

Aktif avukatlık yapmak isteyenlerin de belli bir süre akademik kariyer yapmalarının, onları meslekte öne geçirip geçirmeyeceğini sorduğumda olumlu yaklaşıyor: “Kesinlikle. Türkiye’de teori ve uygulamanın çok farklı olduğu kanısı yaygındır, bence bu yanlış. İnsanın kendini belli bir alanda derinleştirmesi büyük bir artıdır.” Bu yola baş koymak isteyen birçok genç hukukçu var ancak akademisyenliğin çok uzun yıllar süren, bitmek bilmez bir yolculuk olduğundan yakınıyorlar. Prof. Tekinalp’e bir hukukçunun kendisininki gibi aranan mütalaaları kaleme alabilecek noktaya kaç yılda gelebileceğini soruyorum. Beni şaşırtıyor: “Eğer araştırmayı ciddiye alıyorsa, her konuyu ele almaktan imtina edip belli bir noktada uzmanlaşıyorsa, 10 senede gelebilir.” Katkıları olacağı kuşkusuz ancak bir hukukçu belli bir konuda uzmanlaşabilmek, bilimsel derinlik kazanabilmek için akademik kariyer yapmaya mecbur mu? Cevabın “Hayır” olduğunun canlı örneği Sümer Altay. Hukuk fakültesinden mezun olduğu günden itibaren fakültede fazladan bir gün bile geçirmemiş ama icra hukuku üzerine 6 kitabı var. Kendisine bu konuyu sorduğumda, cevabı net: “Akademisyen olmak avukatlık yapmak için geçilmesi gereken bir köprü değil. Orası ayrı bir dünya. Hukukta bilgi sahibi olmak için üniversite çatısı altında istihdam edilmek gerektiği düşüncesi çok yanlış. Önemli olan sizin bir konuyu bilip bilmediğiniz, başarıyla uygulayıp uygulamadığınızdır.

 

‘Kendi hâkimini kendin seç’

Genel kanının aksine, uyuşmazlık çözümünün tek yolu mahkemelerde dava açmak değil. İki taraf, aralarındaki ticari uyuşmazlığı yine hukukçuların önünde ancak hiç mahkemeye gitmeden çözebiliyorlar. Nasıl mı? Cevap tahkim yargılaması. Maliyetleri yüksek olduğu için genelde yüksek montanlı ticari ilişkilerden doğan ihtilafların çözümünde başvurulan tahkim, Türkiye’ye gelen yabancı yatırımcıların, yatırımlarından doğan uyuşmazlıkların çözümü için sıklıkla başvurdukları bir yöntem. Projelere ait sözleşmelere tahkim şartı konuluyor, bu sayede Türkiye’deki yatırımda uyuşmazlık çıksa da Türk mahkemelerine gidilmiyor, genelde Londra veya Paris merkezli tahkim kuruluşlarının kurallarına tabi olarak, yurtdışında tarafların seçtiği hakem heyetleri yargılamaları gerçekleştiriyor. Birkaç milyon doların altında meblağların pek telaffuz edilmediği, milyarlarca dolarlık davaların söz konusu olabildiği bu dünyanın kapılarını aralamak için, prestijli uluslararası tahkim bürolarından Pinsent Masons’ın Türkiye’deki ortağı Noyan Göksu’nun kapısını çaldım. Göksu’ya, bir Türk işadamının yatırımının kaderini neden yurtdışında kurulan bir hakem heyetine emanet etmeye yanaşacağını soruyorum, bunun tüm dünyada uygulandığını anlatıyor: “Temel kaygı daima yatırımcıların diğer tarafın yargısına güvenmemesidir. Bir Türk Çin’de fabrika kurmak istediğinde Çinli ortağıyla kendini Çin mahkemelerine emanet eden bir sözleşme yapmak ister mi? Yabancı yatırımcı da bizim mahkemelerimize tabi olmak istemeyebiliyor, tahkim yargılamasını şart koşuyor. Bu herkes açısından böyledir.” Göksu’ya göre tahkim yargılamasının başkaca avantajları da ihtilaf konusu alanda uzmanlaşmış hakemlerle muhatap olmak, yargılamanın tarafların öngördüğü süreler içerisinde bitmek zorunda olması ve tamamen gizli yapılması. Kamuoyu tahkimi Uzan ve Turkcell davalarından tanıyor ancak Göksu’ya göre bugün dünyada Türk şirketlerinin taraf olduğu 100’den fazla uluslararası tahkim davası görülüyor. Hükümetin İstanbul’u bir uluslararası tahkim merkezi yapma planı da göz önünde bulundurulursa bu alan gelecek yıllarda başarılı genç hukukçular için kesinlikle parlak bir kariyer vaat ediyor.

YAZI DİZİSİ 3

DANIŞMAN AVUKATLAR

Ticaret hukukunu mercek altına almaya devam ediyoruz. Dün klasik anlamıyla avukatlığı, yani dava avukatlığını incelemiştik. Ancak son zamanlarda en iyi hukuk fakültelerinin en parlak mezunları; onlarca avukatın çalıştığı; özelleştirmeler, enerji ve ulaşım projeleri, şirket birleşmeleri gibi dev yatırımlarda hukuki danışmanlık hizmeti veren bürolarda çalışmayı tercih ediyor. Adliyeye gidip davalara girmek yerine bu dev yatırımların sözleşmelerinin müzakerelerinde ve kâğıda dökülmesinde görev alıyor. Çok merak edilen, oldukça yüksek ücretlerin söz konusu olduğu, en başarılı öğrencilerin adım atmak için birbirleriyle yarıştığı bu alanı, 3 temsilciyle masaya yatırıyoruz: Yabancı yatırımcıları Türkiye’de uzun yıllardır temsil eden köklü hukuk bürolarından Pekin&Bayar’ın iki yönetici ortağı, Şefika Pekin ve Selin Bayar. Dünyanın en büyük hukuk bürosu Amerikan menşeli Baker&McKenzie’nin Türkiye’deki ortağı Esin Avukatlık Ortaklığı’nın ortak avukatlarından, milyar dolarlık şirket evlilikleriyle ilgilenen Eren Kurşun.

Patronların danışmanları iş dünyasının avukatları

Özellikle son yıllarda hukukun ticaretle iç içe geçmesi avukatların iş dünyasındaki rolünü ciddi anlamda değiştirdi. Türkiye’nin birçok önemli hukuk bürosunun yaptığı iş artık davalara bakmaktan çok özelleştirmelerde, büyük kredi anlaşmalarında, enerji ve ulaşım gibi alanlardaki dev projelerde ve özellikle de şirket birleşmelerinde hukuki danışmanlık hizmeti vermek, bu işlemlerin müzakerelerinde bulunmak ve sözleşmelerini hazırlamak.

 

SADECE HUKUK BİLMEK YETERLİ Mİ?

Yıllardır bu tarz projelerde avukatlık yapan Selin Bayar’a, avukatın rolündeki bu değişikliği soruyorum. Bu işlerde çalışan bir avukat için sadece hukuk bilmek yeterli mi? Bayar’ın yanıtı, “Avukatın önceliği kesinlikle hukuk olmalı. Ancak günümüzde müvekkiller sadece avukatlıktan fazlasını bekliyor. Müvekkilin dilinden konuşabilmeniz önemli. Müvekkilleriniz ‘business kafası’ ile düşünür, sizin de ticari kafa ile olaylara yaklaşabilmeniz ve müvekkilinizin ticari planını özümseyebilmeniz önemli. Aslında burada mesele kendini müvekkilin yerine koyup onların bu işlemden aslında ne istediğini anlayabilmek. Bunu anlarsanız ona göre müzakere edip istenilen sonucu alabiliyorsunuz” oluyor.

YÜZDE USULÜNDEN SAAT BAŞINA YÜZLERCE DOLARA

Avukatlığın kabuk değiştirmesi, hukuk bürolarının yapısını da kökünden değiştirmiş. Şefika Pekin, “ferdi olarak ya da baba-oğul veya karı-koca olmak üzere iki kişiyle faaliyet gösteren” büroların yerlerini onlarca avukatın çalıştığı büyük hukuk ofislerine bıraktığını anlatıyor. Pekin&Bayar’da 30’dan, Esin Avukatlık Ortaklığı’nda ise 40’tan fazla avukat çalışıyor. Pekin’e göre bu kadar kalabalık ekiplere ihtiyaç duyulmasının sebebi, üzerinde çalışılan her projenin hukukun birden fazla alanını kapsaması: “Her projenin başında, branşlarının uzmanlarından oluşan bir ekip toplarız. Bir enerji projesinde danışmanlık hizmeti verdiğimizi düşünün. Enerji konusunda uzman avukatımızın yanında gayrimenkul avukatımız olur, iş hukuku ekibimiz olur, finans avukatımız olur. Bu tarz işlerde karşınıza çıkan hukuki meseleler çok boyutludur ve ekibinizde her branşın uzmanını bulundurmanız gerekir.” Bu değişim ücretlerin hesaplanmasına da yansımış: “Eskiden yüzde usulüyle çalışılırdı. Artık saat ücretleriyle çalışılıyor. Her avukatın çalıştığı saat başına ne kadar ücret alacağı, kendi kıdemine göre belirleniyor. Bir proje ekibindeki avukatların her birinin, bu iş için harcadıkları saatler, kendi saat ücretleriyle çarpılıyor. Müvekkile bunların toplamını fatura ediyoruz.” Piyasada benzer şekilde çalışan hukuk bürolarında işe yeni girmiş avukatlar için saat ücretleri 100-200 dolar arasında değişirken, en kıdemli, ortak statüsündeki avukatlar için 600-800 dolar civarlarına kadar çıkabiliyor.

ŞİRKETLERİ EVLENDİRMEK

Bugün tüm dünyada hukuk alanının kaymak tabakası tabir edeceğimiz grubun çalıştığı alan şirket birleşmeleri, diğer adıyla şirket evlilikleri. Yani bir şirketin satın alınması sürecinde, alıcı şirketi veya satın alınan şirketi temsil etmek. Türkiye de istisna değil. En iyi hukuk fakültelerinden en yüksek derecelerle mezun olanlar bu alanda çalışan ofislere girebilmek için yarışıyorlar. Peki bir avukat bu projelerde tam olarak hangi işlevi görüyor? Eren Kurşun şöyle açıklıyor: “Hukukçunun temel olarak bulunduğu iki yer var. Birincisi baştan sona tüm hukuki konularda danışmanlık vermek. Pazarlıklara yani sözleşme müzakerelerine katılmak. Sözleşmeleri hazırlamak. O şirketin satın alınması için gereken ne kadar işlem varsa yapmak.” Söz konusu müzakerelerin, sözleşme imzalanmadan masadan kalkılamadığı için saatlerce duraksamadan sürdüğü söylenir. Kurşun’un rekoru şaşırtacak cinsten: “36 saat süren bir toplantım olmuştu.” Ufak molalar dışında 1.5 gün boyunca masadan kalkılmadan sürdürülen sözleşme müzakeresinden bahsediyoruz... Kurşun, hukukçuların şirket evliliklerindeki ikinci temel görevini ise alınacak şirketin hukuki incelemesini yapmak olarak tanımlıyor: “Şirketin o anki fotoğrafını çekip gördüğümüz noksanlıkları müvekkilimize rapor ediyoruz.” Kurşun’un bahsettiği bu ‘hukuki inceleme’ ya da İngilizce adıyla ‘due diligence’, gençlerin korkulu rüyası haline gelmiş durumda. Haftalarca masanın başında oturup satın alınacak şirketin tüm kayıtlarını, yüzlerce anlaşmasını, binlerce dokümanını inceleyerek bunlarla ilgili rapor hazırlamanın ‘cehennem azabı’ndan farksız olduğunu düşünen genç hukukçularla karşılaştım. Fakat gençlerin bu süreçten ciddi yarar göreceklerini anlatıyor Bayar: “Genç bir hukukçu için en güzel öğrenme yollarından biri bu. Bir şirketin içerisine girip o şirketin bütün sözleşmelerine bakmak, hangi alanlarda faaliyet gösteriyorsa o alanlardaki regülasyonu öğrenmek, en büyük okuldur.”

‘DÜNYANIN NERESİNDE OLURSA OLSUN AĞIR İŞ’

Bu ofislerle ilgili kulaktan kulağa dolaşan, haftanın 7 günü sabahlara kadar çalışıldığına dair bir şehir efsanesi de var. Kurşun’a sözleşme avukatlığı yapmanın getirdiği acımasız yaşam tarzını sordum: “Evet çalışma saatlerimiz esnektir. 2 milyar dolarlık bir iş yaparken, bugün de çocuklar saat 6’da mı çıktı, 9’da mı çıktı, kimse sormuyor. Tabii ki iş insanlıktan çıktığı zaman müdahale ediyoruz ama müvekkilimiz bile bu tempolarda çalışırken bizim daha az çalışmamız söz konusu olamaz.” Ağır çalışma tempolarının sadece Türkiye’de söz konusu olmadığını da ekliyor Kurşun: “Bu iş bütün dünyada farklı yapılıyor da bir tek burada ağır çalışılıyor gibi bir durum yok. Dünyanın neresinde olursa olsun her müvekkil işin mümkün olan en kısa sürede bitmesini ister. New York’taki avukat da Londra’daki avukat da herkes bu tempoda çalışıyor. Bunun başka bir formülü olsa zaten uygulardık.” Kurşun, bugünkü avukatların eskisine göre daha rahat olduklarını söylüyor: “Eskiden, 10 yıl önce çok daha ağırdı koşullar. Bugün böyle bir şey yok. Sabahlamalar oluyor ama her gece sabaha kadar çalışma gibi bir durum asla söz konusu değil.” Kurşun’un ‘esnek’ çalışma saatleri konusunda sergilediği yaklaşımı Şefika Pekin paylaşmıyor. “Gece yarılarına kadar ofise kapandığınızda yapılan işten verim almak mümkün değil. İnsanın belli bir sınırı vardır. Sabaha kadar çalışan bir insandan nasıl iyi bir iş çıkarmasını bekleyebilirsiniz ki?”

MİLYAR DOLARLIK İŞLER CEO’LARLA TOPLANTILAR

Kurşun’a bu denli ağır çalışma tempolarına rağmen neden bu ofislere binlerce özgeçmiş yağdığını sorduğumda, aldığım cevap iştah kabartacak cinsten: “Bu alandaki maddi getiriler diğer bürolara göre oldukça yüksek. Ama sadece para vermek yetmiyor, burada çalışanların hepsi egoları yüksek insanlar. Büyük firmalarda çalışınca, büyük işlerle uğraşıyorsun. Şirketlerin CEO’larıyla toplantılara giriyorsun. Milyarlarca dolarlık işlerde çalışıyorsun. Gazeteyi açıyorsun, bir önceki gün sabahlayarak emek verdiğin iş gazetede çıkmış. Bunun manevi tatmini çok farklı.”

İNGİLİZCE İNGİLİZCE İNGİLİZCE

3 hukukçunun da bu alanda çalışacak gençlere en önemli tavsiyesi, hukuk bilgilerinin yanında İngilizce’lerini de geliştirmeleri. Bayar, İngilizce’nin önemini şöyle özetliyor: “İşimizin ciddi bir kısmı yabancı yatırımcılarla olduğu için İngilizce’niz iyi değilse ne derece iyi hukuk bilginiz olursa olsun sözleşme avukatlığı yapmanız mümkün değil.” Kurşun da aynı fikirde: “Dokümanlarımız İngilizce, müvekkillerle İngilizce yazışmak ve konuşmak gerekiyor. Zaten olayın kendisi o kadar zor ki bir de dil kargaşası yaşamak gibi bir lüksümüz gerçekten yok.”

TÜRKİYE’DE FAALİYET GÖSTEREN BAŞLICA YABANCI MENŞELİ HUKUK BÜROLARI VE ORTAK ÇALIŞTIKLARI TÜRK HUKUK BÜROLARI

  Allen & Overy (İNGILTERE) – Gedik Eraksoy Avukatlık Ortaklığı 

Baker & McKenzie (ABD) – Esin Avukatlık Ortaklığı n Chadbourne & Parke (ABD) – Bilgiç Avukatlık Ortaklığı 

Clifford Chance (İNGİLTERE) – Yegin Çiftçi Avukatlık Ortaklığı n Dentons (İNGILTERE/FRANSA/ABD/KANADA) – Balcıoğlu Selçuk Akman Keki Avukatlık Ortaklığı 

Edwards Wildman (ABD) – İşmen Günalçin Avukatlık Ortaklığı

Gide Loyrette Nouel (FRANSA) – Özdirekcan Dündar Şenocak Avukatlık Ortaklığı 

Kinstellar (DOĞU AVRUPA) – Çetinkaya Avukatlık Ortaklığı (CCAO) n Pinsent Masons (İNGİLTERE) – Göksu Avukatlık Bürosu n Schoenherr (AVUSTURYA) – Türkoğlu Çelepçi Avukatlık Ortaklığı 

White & Case (ABD) – Akol Avukatlık Bürosu

Avukat sayısı:4245

Son yıllarda avukatlık piyasasını kökünden sallayan başka bir fenomen de yabancı hukuk büroları.Onlarca ülkede ofisleri olan Türkiye piyasasında uzun zamandır iş yapan, son yıllarda ise yeterli ekonomik olgunluğu görerek İstanbul’da birbiri ardına ofis açmaya başlayan ağırlıklı olarak Amerikan ve İngiliz menşeli hukuk firmaları, genellikle çokuluslu şirketlere Türkiye’deki yatırımlarında hukuk hizmeti veriyor. Bayar’a göre burada gri bir alan söz konusu: “Kanuna göre bir yabancı hukuk şirketi gelip Türkiye’de Türk hukuku konusunda danışmanlık veremez, sadece söz konusu ülkenin hukukuna dair hizmetler verebilir. Dolayısıyla bir Türk hukuk bürosuyla ortaklık kurmak zorundalar.” Ancak bu yalnızca bir iş ortaklığından ibaret. Diğer bir deyişle, ortaklık kurulan Türk hukuk büroları söz konusu global hukuk firmalarının bir parçası ya da İstanbul şubesi haline gelmiyor, kendi özerkliklerini koruyarak Türk hukuku konusunda hizmet veren tamamen bağımsız hukuk büroları olmaya devam ediyor, yalnızca global bir iş ağının parçası haline gelmiş oluyor.

'HİÇBİRİMİZ AMERİKALI DEĞİLİZ'

Baker&McKenzie isimli global hukuk firması da böyle bir ortaklık sayesinde Türkiye’de faaliyet gösteriyor. Dünya genelinde 76 ofisi, 4 bin 245 avukatı, 2.5 milyar dolar cirosu var. Kurşun’a global bir hukuk bürosuyla ortak çalışmanın nasıl bir deneyim olduğunu soruyorum: “Hepimiz Türk hukuk fakültelerinden mezun, Türkiye’deki barolara kayıtlı avukatlarız. Hiçbirimiz Amerikalı değiliz.İşimiz Türk hukuku hizmeti vermek. Fakat merkezi Amerika’da olan bir ağın üyesiyiz. Global, onlarca ülkede varlık gösteren bir hukuk şirketi çatısı altında çalıştığınız zaman, onların dünya çapında benzer işlemlerden oluşturduğu birikimden ve marka değerinden istifade edebiliyorsunuz.”

YAZI DİZİSİ 4

HUKUKÇU YETİŞTİRMEK

Üç gün boyunca genç avukatların en çok rağbet ettiği iki hukuk alanı olan ceza ve ticaret hukukunu mercek altına aldık. Bugün uygulama tarafını bir kenara bırakıp akademik dünyaya, yani işin mutfağına giriyoruz. Türkiye’nin ileri gelen dört hukuk fakültesinin dekanlarıyla hukukçu yetiştirmenin zorluklarını tartışıyor, çözüm için yol haritası çiziyoruz. Koç Üniversitesi’nden Prof. Dr. Bertil Emrah Oder, İstanbul Üniversitesi’nden Prof. Dr. Adem Sözüer, Bilgi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Turgut Tarhanlı ve Ankara Üniversitesi’nden Prof. Dr. Arzu Oğuz bugünkü konuklarımız. Ancak avukatlar yetişip mesleğe adım attıklarında da onları başka sorunlar bekliyor. Avukatlığın güncel sorunlarını, bu konuda en çok mesai harcayan isimlerin başında gelen İstanbul Barosu Başkanı Doç. Dr. Ümit Kocasakal ile masaya yatırıyoruz.

İşsiz kalan mezun sayısı az, ama artan fakülte sayısı riski büyütüyor

HUKUK FAKÜLTESİ ENFLASYONU

Türkiye'de hukuk eğitimine akıl almaz bir talep var. Fakülte sayısı 100’ü geçmesine rağmen hâlâ yenileri kuruluyor. Ülke genelinde 50 bine yakın hukuk öğrencisi olmasına rağmen her yıl binlerce genç, hukuk okuyabilmek için birbiriyle yarışıyor. Prof. Oder’e göre bu müthiş ilginin altında gençlerdeki idealizm ve ‘hukuki konuların kamuoyunda daha çok tartışılır olmasından doğan farkındalık’ yatıyor. Prof. Oğuz ise avukatlığın vaat ettiği saygınlığa işaret ediyor. Tabii işin bir de ekonomik boyutu var. Prof. Tarhanlı çarpıcı bir karşılaştırma yapıyor: “Türkiye’de genç işsizliği ortalama yüzde 20’lere yakın seyrediyor. Hukuk mezunlarının işsizlik oranı ise yüzde 4’ler civarında. Dolayısıyla hayatı idame ettirebilme ve iyi bir gelir elde etme imkânı gençleri hukuka yöneltiyor.” Prof. Sözüer de sadece hukuk fakültesinden mezun olunduğu zaman doğrudan bir mesleğe başlanabildiğinin altını çiziyor. Ancak hukuk okumanın kolay yoldan meslek sahibi olma yöntemi haline dönüşmeye başladığı görüşünde ve tepkili: “Bazı üniversitelerin hukuk bölümlerinin puanları o kadar düşük ki, aileler ‘Git bir hukuk diploman olsun’ diye yollayabiliyor. Dünyanın başka hiçbir yerinde bunu göremezsiniz. Ancak en yüksek puanlı gençler hukuk seçebilir. Türkiye’de bunun tam tersi olmaya başladı.” Türkiye’de bir ‘hukuk fakültesi enflasyonu’ yaşandığı tespitinde bulunan Prof. Sözüer, içinde bulunulan durumu bir ‘yangın’ olarak tanımlıyor: “Bu yangını söndürmeden hiçbir şeyi çözemezsiniz. Çok fazla hukuk fakültesi var ve bunlar arasında nitelik açısından uçurum var. Mezunlarımız avukatlık yapmak istediklerinde diplomaları, 2 kasa 1 masadan oluşan hukuk fakültelerinin diplomalarıyla aynı tutuluyor.” Yangından yükselen dumanlar YÖK tarafından da görülmüş olacak ki, bu yıldan itibaren hukuk fakültelerine taban puan getirileceği, üniversiteye giriş sınavlarında bu puanın altında başarı gösteren adayların Türkiye’deki hiçbir hukuk fakültesine kabul edilemeyeceği açıklandı. Bu düzenleme sorunun çözümünde önemli bir adım ancak dekanların sunduğu çözüm önerileri bunun çok ötesine geçiyor. Dekanlarda, nispeten düşük maliyetine karşılık yüksek getirisi olması sebebiyle gereğinden fazla üniversitenin hukuk fakültesi açma yoluna gittiği görüşü hâkim. Dolayısıyla, yazdıkları çözüm reçetelerinin ilk sırasında, yeni hukuk fakültesi açılmasına uzun süre ara verilmesi yer alıyor.

‘PROFESÖRÜ OLMAYAN HUKUK FAKÜLTELERİ VAR’

Mevcut fakültelerin büyük kısmının da ciddi altyapı değişiklikleri gerçekleştirmeleri gerektiği görüşü hâkim. Burada çözülmesi gereken en önemli problem nitelikli öğretim üyesi eksikliği. Prof. Oder, fakülte sayısı artırılırken mevcut nitelikli öğretim üyesi sayısının hesaba katılmadığı görüşünde. Diğer bir deyişle, fakülte sayısı çok ancak buralarda eğitim veren yetişmiş, nitelikli öğretim üyesi sayısı az. Prof. Sözüer, durumun vahametini şu sözlerle açıklıyor: “3-4 kişilik kadrolarla dönen hukuk fakülteleri var. Profesörü olmayan fakülteler var. Sadece misafir öğretim üyesi ile dönen fakülteler var. Sadece avukatların ders verdiği fakülteler var. Bunlar kabul edilemez. Hukuk fakültesi ne dershanedir ne de meslek lisesi.” Hatta İstanbul Üniversitesi hocalarının bir kısmının bu üniversitelerin bazılarında ders vermesinde fayda görüyor: “Onlar da hukuk fakültesi diploması veriyor. Oraya giden öğrenciler de bizim çocuklarımız. İyi yetişmeleri gerekiyor.” Prof. Tarhanlı’ya göre çözüm, genç öğretim üyesi adaylarına yatırım yapmak: “Bu, sadece bir maliyet kalemi olarak görülmemeli. Bu, Türkiye akademik hayatına ciddi bir katkı.” Prof. Oğuz ise bugün artık hukuk fakültelerinde önceliğin öğretim üyesi yetiştirmeye verilmesi gerektiğini belirtiyor: “Lisans eğitiminin nispeten arka planda kalması ve kontenjanların mümkün olduğunca azaltılması, buna karşılık yüksek lisans ve doktora eğitimine ağırlık verilerek öğretim elemanı yetiştirmeye öncelik verilmesi gerekiyor.”

8 BİN KİŞİLİK HUKUK FAKÜLTESİ

Prof. Oğuz’un değindiği yüksek kontenjan sorunu devlet üniversiteleri açısından ciddi bir handikap haline gelmiş durumda. Karşılaştırma yaparsak, Koç Üniversitesi’nin kontenjanları 80’in üzerine çıkmıyor. Bilgi Üniversitesi’nin 200 öğrencilik kontenjanı var ama 70 kişiden fazlası aynı anda derse girmiyor. Sayının sınırlı tutulması her öğrencinin öğretim üyeleriyle bire bir etkileşimini sağlıyor. Devlet üniversitelerindeki sayılar ise dudak uçuklatıyor. İstanbul Üniversitesi’nin bu yılki kontenjanı bin 200 kişi. hukuk fakültesine kayıtlı yaklaşık 8 bin öğrenci var, her yıl bin mezun veriliyor. Ankara Üniversitesi’nin yıllık kontenjanı 800 kişi, öğrenci sayısı 4 binden fazla. Bu üniversitelerde çoğu zaman bir öğrenci dersini aldığı hocasıyla bir kez bile tanışmadan mezun olabiliyor.

‘AVUKATLIK BU KADAR KOLAY OLMAMALI’

Dekanlar, gereğinden fazla hukuk fakültesinin ve buralardaki nitelikli kadro eksikliğinin sonucunda, nicelik olarak yüksek ama nitelik olarak zayıf hukukçuların yetiştiği konusunda hemfikir. Bu sorunun önüne geçmek için çizdikleri reçetedeki önemli unsurlardan biri de mesleğe girişte bir çeşit eleme sisteminin mevcut olması. Hukuk okumuş olmanın doğrudan avukat olabilmek anlamına gelmemesi gerektiğini savunan Prof. Tarhanlı’nın “Avukatlık hizmetinin yerine getirilmesi bu kadar kolay olmamalı” görüşüne tüm dekanlar katılıyor. Gerçekten de avukat adayları özellikle Batı’da çok zorlu sınavlardan ve iddialı fakülte sonrası eğitimlerden geçerken, Türkiye’de hiçbir sınavdan geçmeden, yalnızca süre doldurmaktan ibaret stajlarla avukatlığa hak kazanabiliyor. Avukat olabilmek için merkezi, objektif ve ciddi bir sınavdan geçilmesi gerektiği konusunda tüm dekanlar hemfikir. 4 yıl olan hukuk eğitiminin 1 veya 2 yıl uzatılması ve staj sisteminin daha verimli hale getirilmesi, dekanlardan gelen başkaca çözüm önerileri.

 

 

PROF. DR. BERTiL EMRAH ODER

Anayasa hukuku profesörü. Toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda BM’ye danışmanlık yaptı. TBMM Kadın-Erkek Eşitliği Komisyonu çalışmalarına katkıda bulundu.

PROF. DR. ADEM SÖZÜER

Ceza hukuku profesörü. Türk Ceza bulunuyor. Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu’nun hazırlanması sürecinde TBMM Adalet Komisyonu’nda görev yaptı.

PROF. DR. TURGUT TARHANLI

İnsan hakları hukukunda Türkiye’nin önde gelen uzmanlarından. Çoğunluk ve azınlık politikaları üzerine araştırmaları yayımlandı.

 

PROF. DR. ARZU OĞUZ

Karşılaştırmalı hukuk alanında uzmanlaştı. Fikri mülkiyet hakları konusunda çalışmaları Ceza hukuku profesörü. Türk Ceza bulunuyor.

Kocasakal: Kürsünün üstünde oturmak üstün olmak değildir

Genç hukukçuların yetişmesinde yaşanan sorunlar bu şekilde. Peki ya mesleğe adım attıktan sonrası? İstanbul Barosu Başkanı Doç. Dr. Ümit Kocasakal ile avukatların güncel sorunlarını masaya yatırıyoruz. Prof. Tarhanlı avukatların işsizlik oranının genele göre düşük olduğunu söylüyor ancak Kocasakal’a göre işsiz avukat sayısı hızla artıyor: “O kadar çok mezun veriliyor ki, işsiz gençler yerine bir şekilde hukuk fakültesini bitirmiş, avukat olmuş ama işsiz konumundaki insanlar sorununu tartışıyoruz.” Çözüm dekanların reçetelerinde yatıyor, daha az sayıda fakülte, az sayıda kontenjan, nitelikli eğitim ve sınav sistemi. Ancak Kocasakal’a göre avukatlar için sorun iş bulmakla da bitmiyor, bu sefer de asgari ücretle çalıştırılıyorlar: “Gencecik yeni avukat olmuş bir arkadaşımız hangi sermayeyle ofis açacak, nereden müvekkil bulacak? Sistem sizi otomatikman belirli bir konuma gelmiş bir avukatın yanında çalışmaya zorluyor. Avukat sayısı da bu kadar çok olunca bu sefer hak edilenden daha düşük ücretler söz konusu oluyor.” Peki avukatların ücretlerini zorunlu bir tarifeye oturtmak mümkün olmuyor mu? “Biz, bu avukatlara ödenecek asgari bir miktar saptanması için İstanbul Barosu olarak bu konuda bir yönerge hazırladık. Türkiye Barolar Birliği’nde de kabul edildi ancak Danıştay bunun yürütmesini durdurdu. Burada kanuni düzenleme gerekiyor.”

‘AĞIR CEZA HÂKİMİ AVUKAT OLDU ‘HÂKİMLERİ ANLAMIYORUM’ DEDİ

Kocasakal’a göre bir başka önemli sorun ise hâkim ve savcıların avukata yukarıdan bakışı: “Bunu bütün hâkim ve savcılar için söylemiyorum. Ama genele baktığınızda, fakültede aynı sıralarda oturduğumuzu unutarak kürsünün üstünde oturmayı üstün olmak zannediyorlar. Bu çok yanlış. Unutmasınlar ki hepimiz aynı gemideyiz. Ben söylemiyorum, Türk Ceza Kanunu, “Yargı görevi yapan deyiminden, hâkim, cumhuriyet savcısı ve avukat anlaşılır” diyor. Aynı onlar gibi biz de yargı görevi yapanız. Yargılamanın kurucu unsuruyuz ve aslında vatandaşın yargıdaki sesiyiz. Ama hâkim ve savcılar avukatı sorun çıkaran, oyun bozan, fazlalık gibi görebiliyor.” Kocasakal, hâkim ve savcılara empati öneriyor: “Onlar da bir gün emekli olup avukatlık yapmaya başladıklarında işler değişiyor. Meşhur bir ağır ceza başkanı vardı, yıllarca hâkimlik yaptı, son derece sert bir insandı. Emekli oldu ve avukatlık yapmaya başladı. Bir gün yolda karşılaştık, ‘Ya hocam ben bu hâkimleri anlamıyorum’ dedi. ‘Hayrola niye efendim?’ diye sordum. ‘Hocam okumuyorlar dilekçeleri’ dedi. Şöyle bir gülümsedim. ‘Hocam biz de mi öyleydik yoksa?’ diye sordu. ‘Yorum yok efendim’ dedim. O statüye göre psikoloji değişiyor.”

‘HOCAM CEZAEVİ BOŞTU TUTUKLADIM DOLDURDUM’

Kocasakal, çok genç yaşlarda hâkim veya savcı olunmasının önüne geçilirse, bu sorunun hallolabileceği görüşünde: “Avrupa’da bazı ülkelerde ancak belli bir süre avukatlık yapanlar hâkim olabiliyor. Fransa’da 15 yıl örneğin. Belki de bu sistemi düşünmek lazım. Çünkü mezun olunuyor, birisi bir anda, daha adliyenin tozunu yutmadan hâkim veya savcı olup kendini kürsüde buluyor; biri avukat oluyor, bir anda bir ayrışma, kastlaşma meydana geliyor.” Aynı görüşteki Prof. Sözüer çok çarpıcı bir örnek veriyor: “‘Öğrencilerimin bazıları hâkim olup Anadolu’ya gidiyor. Düşünün 22-23 yaşında. Geçenlerde beni ziyarete gelen, hâkimlik yapmaya başlamış bir öğrencime ‘Neler yapıyorsun?’ diye sordum, ‘Hocam gittiğimde cezaevi boştu, tutukladım birçok insanı doldurdum’ dedi.”

YAZI DİZİSİ 5

HUKUK OKUMAK

 Dizimizin son gününde söz hakkı gençlerde. Türkiye’nin önde gelen hukuk fakültelerinin parlak öğrencilerine bırakıyoruz sözü: İstanbul Üniversitesi’nden Banu Atlı (22), Feray Fırıncıoğulları (21) ve Bayram Gönenç Başaran (22). Koç Üniversitesi’nden Hakan Kızılkum (23), Cem Tecimer (21) ve Ayşegül Kula (23) ile genç akademisyen Zeynep Elibol. Bilgi Üniversitesi’nden ise Aslınur Avgın (21), Hilal Temel (22) ve Sinan Erkan (21). Banu yeni mezun olmuş, Aslınur, Sinan ve Cem 3. sınıfta okuyor, diğerleri ise son sınıf öğrencileri. Neden hukuk seçtiklerini, fakülte deneyimlerini, kariyer planlarını, hayallerini ve hukuk öğrencisi olmayı anlattılar...

Hukuk para için mi seçilir yoksa idealler için mi?

NEDEN HUKUKU SEÇİYORLAR?

 

Klişe ama önemli bir soruyla başlıyorum. Neden hukuk? Genelde aile etkisi göze çarpıyor. Banu’nun anne ve babası hâkim, “Adliyeler oyun alanımız gibiydi” diyor. Evde hep hukuki tartışmalar dinleyerek büyümüş. Gönenç’in babası ise avukat. İlkokuldan beri gittiği yazıhanesinde babasının hep insanların sorunlarını çözdüğüne, etrafındakilere yardımcı olduğuna şahit olmuş. Aslınur sosyal bilimlere yatkınlığı sebebiyle avukat olan babasının izinden gitmiş, benzer yatkınlıkları olan Cem de ailesindeki hukukçuların seçiminde rol oynadığını söylüyor. Ayşegül’ü ise ‘güçlü bir kadın figürü’ olan avukat teyzesi etkilemiş. Hilal’in ailesinde hukukçu yok, ancak seçiminde, sık sık hukuku bilmenin öneminden bahseden babasının etkili olduğunu anlatıyor. Hakan ve Feray sosyal bilimlere olan yatkınlıklarını mesleğe çevirmek amacıyla hukukta karar kılmış. Sinan’ı hukuka yönelten ise felsefeye olan merakı ve sorgulayıcı yapısı. Gelecek planlarını soruyorum. Bu eğitimlerini hayatta nasıl kullanacaklar? Feray avukatlık istiyor. Alanını deniz ticareti hukuku olarak belirlemiş, uzmanlaşmanın onu daha öne çıkaracağını düşünüyor. Gönenç’in gönlünde ise akademisyenlik yatıyor: “Fakültede derse ilk girdiğim andan beri hocalarımızdan çok etkilendim. Öğrendiğim bir şeyi başkasına aktarabildiğim zaman, onlar da aydınlandıkları zaman çok mutlu oluyorum.” Banu ise ailesinin izinden gitmek istiyor. Tam bir idealist: “Bir ihtilafı çözmek, insanları orta yolda buluşturmak, adaleti tesis etmek benim için çok kutsal bir uğraş.” Ancak hayat, her genç bireye yaptığı gibi ona da idealizmini sorgulatmaya başlamış. “Hâkimlik mesleğindeki aksaklıklara aşina oldukça aslında saf bir idealist olduğumu fark ettim bu yüzden avukatlığa da kapıyı kapatmadım” diyor.

‘MEZUNİYET YAKLAŞTIKÇA HAYALLER SORGULANIYOR’

Benzer sorgulamalardan Koç Üniversitesi öğrencileri de geçiyor. 3. sınıfa kadar akademisyenlik konusunda kararlı olan Ayşegül’ün sabit fikirleri esnemeye başlamış: “Mezuniyet yaklaşıp hayatınızı nasıl idame ettireceğinizi düşünmeye başladığınızda akademik hayata dair hayaller de sorgulanmaya başlıyor.” Hakan’ın hikâyesi de Ayşegül’e benzer: “Kamu hukukuna ilgi duyuyordum ve akademisyen olmak istiyordum. Ancak yazları staj yaptıkça iş yaşamına ısındım. Hayatımın bir noktasında kendi ofisimi kurmayı planlıyorum, kendi kendimin patronu olma hayalim var.” Cem ise akademisyenlikte kararlı: “Birinci sınıfın yazında katıldığım program, kariyerime bakışımdaki şekillenmede büyük rol oynadı. Özel hukuk ile uğraşmayacağımı o programda anladım. Birey ile devlet arasındaki ilişkiyi inceleyebileceğim bir hukukçulukla ilgileniyorum.”

‘ROBERT MEZUNUYUM’ ADLİYE KORİDORLARINDA NE İŞİM VAR?’

Son yıllarda hukuk fakültelerinin parlak öğrencileri çoğunlukla geleneksel anlamda dava avukatlığına değil, yazı dizimizde önde gelenleriyle konuştuğumuz, çokuluslu şirketlerle çalışan, şirket evlilikleri ve yüksek meblağlı projelerin sözleşmelerinin hazırlanmasında hukuki danışmanlık veren ve yoğun İngilizce kullanılan hukuk ofislerine yöneliyor. Bu alan maddi anlamda tatmin edici olduğu kadar uzun çalışma saatleriyle de oldukça yorucu. Bilgi Üniversitesi öğrencilerine bu alana sıcak bakıp bakmadıklarını sorduğumda, sınıflarının büyük çoğunluğunun bu alanı istediğini anlatıyorlar. Hilal, öğrencilerdeki değişen avukat algısını şu sözlerle açıklıyor: “Bizim idealize ettiğimiz avukat figürü elinde çantası adliyelerde koşturan avukat değil, iş dünyasından insanlarla müzakerelere giren, milyar dolarlık işlerde çalışan danışman avukat.” Bu tarz hukuk bürolarından birinde yaz stajı yaparken orada çalışan başarılı bir avukatın kendisine aktardığı şu sözlerden çok etkilendiğini belirtiyor: “Robert Kolej mezunuyum, bu kadar iyi İngilizcem var, bu liseden mezunsanız niye adliyelerde koşturursunuz ki?” Çok geç saatlere kadar çalışılan, sıklıkla sabahlanan bir iş temposunu kabulleniyor mu peki? “Hızlı düşünen, başarılı insanlarla çalışmaktan keyif alıyorum. Stres ve rekabet beni rahatsız değil motive ediyor.” Tüm arkadaşları Hilal gibi düşünmüyor. Aslınur, bu tarz ofislerden birine yapılan fakülte gezisinde gözlemlediği yaşam tarzını sorgulamadan edemiyor: “Ofiste uyuyoruz, ofiste duş alıyoruz, sürekli sabahlıyoruz sözleri gözümü korkuttu. İnsan hayatına, ailesine nasıl zaman ayıracak? Avukatlardan birinin masasında çocuğunun fotoğrafları vardı, peki çocuğunu gerçekte ne zaman görüyor?” Kendisi ‘insanların hayatına daha çok dokunabileceği’ bir alanda çalışmak istiyor ve akademisyenliğe avukatlıktan daha sıcak bakıyor. Sinan da şirketler hukuku alanına pek ısınamamış: “Bilimsel çalışmalarımı destekleyecek bir iş ortamı istiyorum. Makineleşmeye karşıyım.” Şimdilik kararsız olsa da avukatlıkla akademik araştırmalarını bir arada götürebileceği bir yaşam tarzına sıcak bakıyor. Üç öğrencinin de ortak hayali bir gün Türkiye’de hukuk politikası oluşturulmasına katkıda bulunabilecek hukukçular haline gelebilmek. FARK YARATMAK İÇİN GEREKENLER Bugün İstanbul Barosu’na kayıtlı yaklaşık 32 bin avukat var. Her yıl binlerce mezun havuza katılıyor. Böylesine yüksek bir rekabet öğrencilerin gözünü korkutuyor mu? Feray temkinli: “Bu bizi biraz umutsuzluğa sevk ediyor ama belli bir alanda uzmanlaşma düşünceniz varsa içiniz biraz daha rahatlıyor çünkü alan daralıyor.” Banu ise rekabetin düşünüldüğü kadar yüksek olmadığı görüşünde: “Mezun sayısı çok ancak her fakülteden nitelikli mezun verilip verilmediğini tartışırım. Nitelikli yetişen avukat yine öne geçebiliyor bence.” Bu kadar kalabalık bir piyasada öne çıkabilmek önemli. Bir öğrencinin fark yaratmak için neler yapması gerektiğini soruyorum. “Çok iyi bir İngilizce” hepsinin ilk cevabı. Bunda yukarıda bahsettiğimiz hukuki danışmanlık şirketlerinin ileri derecede İngilizce’yi ön şart olarak koyması büyük bir etken. Öğrenciler belli bir alanda uzmanlaşmanın önemi konusunda da mutabık. Hakan, hukukun ‘kocaman bir dünya’ olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Bir noktadan sonra uzmanlaşmak, belli bir konuyu en iyi bilen insanlardan biri olmak bence olmazsa olmaz artık.” Yüksek lisans yapıp seçilen uzmanlık alanında derinleşmek ve imkân varsa yurtdışında böyle bir deneyim edinmenin katacağı vizyon konusunda da hemfikirler. Hukuk dışı eğitimin de çok önemli olduğu kanısındalar. Banu’ya göre hukuk hayatın tüm alanlarına temas ediyor: “Bir hukukçunun sadece hukuktan anlaması artık yeterli değil. Başarının formülü hukuku çok iyi bilmek, daha sonra da hukuk dışı konularda kendini geliştirebilmek.” Hilal de kendinden örnek veriyor: “Hukukla birlikte ekonomi de okuyorum, çift anadal yapıyorum. İnsanın kendine farklı alanlarda yatırım yapması çok önemli. Bir sözleşme müzakere ediyorsanız, hukuk formasyonunuz ne kadar güçlü olursa olsun işin ticari boyutundan bihaberseniz başarılı olamazsınız.” Akademisyenlik isteyenler azımsanmayacak sayıda. Bu alanda başarılı olmanın sırrını Koç Üniversitesi’nin genç akademisyenlerinden, insan hakları ve uluslararası hukuk alanlarında çalışmalar yapan Zeynep Elibol’a sorduğumda, “Hiçbir zaman büyümemek” olarak yanıtlıyor: “Bir çocuk gibi her şeyi merak etmek, bu merakınızı sürekli canlı tutabilmektir. Öğrenci ruhunuzu kaybetmemeli, profesyonel öğrenci haline gelmelisiniz.”

‘BU MUYMUŞ AVUKATLIK DEMEMEK ELDE DEĞİL TÜRKİYE’DE’

En çok cevap almak istediğim sorulardan biri de Türkiye’de gördükleri çeşitli hukuksuzlukların mesleklerine olan şevklerini kırıp kırmadığı. Mesleklerini sorguluyorlar mı? Çoğunun cevabı “Evet”. Aslınur: “Birinci sınıfta anayasa dersi alıyorsunuz, bir olay oluyor, bakıyorsunuz ki anayasada yazılanlar tamamen ihlal edilmiş. Öğretilenle alakası yok. Bu noktada sorgulama, ‘Boşuna mı okuyorum.’ düşüncesi kaçınılmaz oluyor.” Peki ya mesleğin saygınlığı? Müstakbel meslektaşları toplumda saygın bir konumdalar mı? Feray bu konuda çok tepkili: “Maalesef avukat olacağımı söylediğim anda mesleğimin yalancılıkla eşdeğer olduğu gibi olumsuz tepkilerle karşılaşıyorum. Bu algının oluşmasındaki etkenlerden biri de niteliksiz eğitim. Hiçbir hatırı sayılır hukuk eğitimi almadan mezun olanlar var. Bu da saygınlık sorunu yaratıyor. Niteliksizliğinin yanında art niyetle davranan da çok avukat var.” Bunun adliyelerde avukata bakışı da etkilediğini düşünüyor: “Maalesef mahkeme kalemlerinden icra dairelerine her yerde avukatı hesaba almama durumu söz konusu ve bu çok ciddi moral bozukluğuna yol açabiliyor. Bu muymuş avukatlık dememek elde değil Türkiye’de.”

‘HUKUK ADANMIŞLIK GEREKTİRİYOR’

Kendilerinin yolundan gidecek gençlere tavsiyelerini soruyorum. Hukuk seçecek olanlar neleri göze almalı? Hepsinin ortak görüşü, başarının sırrı hukuku sevmek ve çok çalışmayı göze almak. Ayşegül bunu ‘adanmışlık’ olarak tanımlıyor: “Yoğun çalışma gerektiren bir alan ve kendinizi adayabilecek kadar sevmeniz gerekiyor. Belki neyi istediğini anlamak bizim tercih yaptığımız yaşlarda pek mümkün değil ama zorla okunmamalı en azından.” Feray da katılıyor: “Sevmeden asla yapılabilecek bir iş değil. Zora gelemeyen, çalışmaktan hoşlanmayan, kendini disipline edemeyen insan için hukuk gerçekten keyif olmaktan çıkar, işkenceye dönüşür.” Banu ekliyor: “Hukuk ses kaydından, fotokopiden, arkadaş notundan çalışılmaz. Oturup o kalın kitapları okumayı göze almalılar.” Ayşegül, hukuk eğitiminin genel kanının aksine ezberletmek değil, sorgulatmak üzerine olduğunu önemle vurguluyor. Tabii bir diğer tavsiyeleri de bu kadar yoğun çalışırken hayatı da es geçmemek. Peki bu tempoda mümkün mü? Feray: “Sosyal yaşama vakit ayırmak gayet mümkün. Sınav zamanları daha yoğun olabiliyor ama normalde belli bir çalışma düzeni oturttuktan sonra her şeye vakit bulabilirsiniz.

BAKMADAN GEÇME