Yerel Haber Hattı 0536 266 79 69
KONUŞMAYI BAŞLAT
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

MUHARREM SARIKAYA / HABERTÜRK

YAZI DİZİSİ 1

Mezar-ı Şerif ile başlamamın nedeni de bu yazı dizisinin konusu “Anadolu Aleviliği” nin tohumunun düştüğü ilk yer olması.

Afganistan’ın dört büyük şehrinden biri olan, Özbekistan sınırına 56 kilometre uzaklıktaki Mezar-ı Şerif, Mevlânâ’nın da yetiştiği Belh ilinin yönetim merkezidir...

Mezar-ı Şerif ile başlamamın nedeni de bu yazı dizisinin konusu “Anadolu Aleviliği” nin tohumunun düştüğü ilk yer olması.

Bin yılı aşan yolculuğunda bazen baş tacı edilen, çoğu zaman horlanan, dışlanan, içine kapanan ve ihtiyaç halinde de yeniden uyandırılan Alevi-Bektaşi inancı... Hacı Bektaş Veli araştırmaları ile de tanınan Prof. Dr. Alemdar Yalçın söze, “Kimsenin itiraz edemeyeceği bir omurga oluşturduk” diye girdi.

Mezar-ı Şerif’ten başlayan yolculuğu anlatmaya başladı. Hacıbektaş kültür önderlerinden Veliyettin Hürrem Ulusoy, Cem Vakfı Başkanı Prof. Dr. İzzettin Doğan da ortak yolu gösterdi: “Anadolu Aleviliği Mezar-ı Şerif ile başlar...”

Anlatımlara göre Hazreti Ali’nin öldürülmesi sonrası, defnedildiği Necef’teki mezarı talan edilmek istenir. Bunun üzerine Hz. Ali’nin torunu İmam Rıza, Necef’ten kemiklerini alıp Mezar-ı Şerif’e getirir.

Bir nevi medreseye dönüşen türbesi, İslam dinini Hz. Ali gibi yorumlayanların eğitildiği okul olur.

Bu okuldan yetişenlere de “Ali’nin yolundan gidenler” anlamına gelen “Alevi” denir.

Anadolu erenlerinin büyük hocası Ahmet Yesevi”nin öğretmeni Aslan Bab(a) da bu okuldan yetişir.

Aslan Bab(a), İmam Rıza’nın yanında eğitimini tamamladıktan sonra, Kazakistan’ın Türkistan olarak bilinen bölgesindeki Yesi şehrine yerleşir ve müritlerini eğitmeye başlar.

İLK DALGA

Aslan Bab(a)’dan öğretisini alan Yesevi de onun oğlu “Mansur Baba” diye de bilinen Mansur Ata’yı yetiştirir, mürşidi olur.

Vefa’iyye tarikatının kurucusu Ebul Vefa ve öncesinde de Dede Kargın aynı topraklarda yetişir.

Bugün “Tahtacılar” olarak bilinen Ağaç Erleri, Ebu Müslim Horasani, Hüseyin Gazi, Dede Kargın, Mansur Ata, Ebul Vefa Anadolu’ya ilk gelen Aleviler olarak anılır.

“Ebul Vefa” yerleştiği Dersim bölgesinde yeni öğrenciler yetiştirir.

BEKTAŞİLİĞİN DOĞUMU

Selçuklu İmparatoru Alaaddin Keykubat, Hankah Mesudiye Şeyhliği’ne Ebul Vefa’yı getirirken, onun öğrencisi Dede Kargın’ın yetiştirdiği Babailer Piri Baba İlyas Horasani’yi de Kayseri’ye kadı olarak atar.

Yesevi’nin oğlu Şeyh Hasan’a da görev verir; Malatya’nın Onar Köyü’ndeki hâlâ ayakta olan kırlangıç çatılı ilk cemevi de 12. yüzyıl başında onun döneminde yapılır.

Kervan yollarının güvenliğinden, menzil, yani posta görevine, demir madeninin işletilmesine, yayla düzenlemelerine kadar her bir görevi onlar yerine getirir.

Ebul Vefa’nın ölümü sonrası Mesudiye Şeyhliği’ne Baba İlyas geçer.

Anadolu Aleviliği’nin ilk ayaklanması, Babailer isyanı da bu dönemde çıkar.

Baba İlyas’ın müridi Baba İshak’ın öncülük ettiği Anadolu Selçuklu yönetim anlayışına dönük isyan, paralı 5 bin Frank askeri kullanılarak 1237’de güçlükle bastırılır.

Aleviler, devlet yöneticileriyle ilk çatışmasında yenilmiş gibi görünse de aslında kazanandır.

Çünkü heterodoks isyanların ilk başlangıcı sayılan Babai isyanı sonrası, 1240’ta Baba İshak idam edilmiş olsa da öğretileri Anadolu Türkmenleri arasında hızla yayılır.

Yıllar sonra Bektaşilik adını alacak Babailik, kazanan tarafta yer alır.

Bektaşiliğin Anadolu’da yayılmasındaki bir diğer faktör de Anadolu Selçuklu yönetiminin dini devletleştirme çabası karşısındaki duruşu ile kötü şartlar altında yaşayan halka sahip çıkmasıdır.

“Tanrı sevgisinin katı kurallar yerine insanın içindeki sevgi ile yaşayabileceğini” söyler, kadın-erkek ayrımına karşı çıkarken, “Bütün insanlar eşittir” der ve “mülkiyete dayalı eşit yönetim modelini” geliştirir.

HACI BEKTAŞ VELİ

Bu öğretinin başında bulunan Baba İlyas, Baba İshak’ı ve büyük dalga ile Anadolu’ya gelen Horasan erenlerinden Hacı Bektaş Veli’yi de yetiştiren kişidir.

Asıl hocası Lokman Parende olan Hacı Bektaş Veli yerleştiği bugün kendi adıyla anılan Hacıbektaş İlçesi’nin Sulucakarahöyük bölgesinde öğretisini yaymaya başlar.

Yalnız da değildir, en yakın dostu kendisi gibi Horasan Ereni Ahi Evran’dır.

Karadeniz bölgesindeki Çepniler, Afyon ve Antalya bölgesindeki Tahtacılar ve diğer kollar da Anadolu Aleviliği’nin yayılmasının en önemli unsurları olur.

Ancak Anadolu Aleviliği, ana kanal olarak Hacı Bektaş Veli’nin öğretisinden yürür.

Hacı Bektaş Veli’nin din, ahlak kuralları ve davranışları ile hoşgörüsü başta gelir.

Öğretilerini Makalat eserinde, yaşam haritasını da Velayetname’de aktarır.

Öğretilerinde şu sözünde olduğu gibi ilk sıraya insanı koyar:

“Hararet nardadır sacda değildir/ Keramet baştadır tacda değildir/ Her ne arar isen kendinde ara/ Kudüs’te, Mekke’de, hacda değildir”

Devamı da vardır: “Marifet nefsi silmek değil bilmektir/ Arifler hem arıdır, hem arıtıcı/ Okunacak en büyük kitap insandır/ Nefsine ağır geleni kimseye tatbik etme/ Eline, beline, diline sahip ol...”

“Dört kapı; şeriat, tarikat, hakikat, marifet ile bunlara bağlı kırk makam” yönetim biçimiyle tarikatın ilkelerini ortaya koyar (üstte).

Halkın toplanıp konularını tartıştığı, sorunlarına çözüm ürettiği, küskünlüklerin giderildiği sözlük anlamı “toplanma” olan “cem” törenindeki görevlilerin statülerini de 12 İmam’a göre dizayn edip kalıcılaştırır.

O güne kadar soydan gelen Aleviliğe yeni kural getirir, babadan oğula geçen babalığa kendisinin el verdiklerinin de gelebilmesinin yolunu açar.

Söylenceye göre 30 binden fazla mürit yetiştirir.

Taptuk Emre, Yunus Emre, Kolu Açık Hacim Sultan müritlerinin başında gelir...

Bir inanışa göre hiç evlenmez, bir başkasına göre de Kadıncık Ana ile evlidir ve iki çocuğu vardır.

Yarattığı inanç öğretisi Bağdat’tan Mısır’a, Balkanlar’dan Kafkasya’ya kadar yayılır.

Öğretisi geniş kitleler tarafından kabul edilir, müritlerinin yaydığı inanç anlayışı ile Bektaşiliğin de ilk yaratıcısı, önderi, piri haline gelir.

Özellikle Rum bölgesinde, iç çatışma yaşayan Hıristiyanlık’tan bıkan birçok kişinin Bektaşiliğe geçmesi de bu yeni din felsefesi sayesinde olur.

Reha Çamuroğlu’na göre de “Devşirmeler ilk geldiklerinde din değiştirmeleri sıkıntısız olsun diye Bektaşi bir ailenin yanına verilir, Yeniçeri’nin Hacıbektaş dergâhına bağlılığının nedeni de buradan gelir...”

BALIM SULTAN

Anadolu Aleviliği ve Bektaşiliği 50 yıl kadar Kaygusuz Abdal’ın “erkânname”sini içselleştirir.

Bu sürede Sarı Saltuk, Resul Bali, Mürsel Bali, Güvenç Abdal, Derviş Cemal, Galatasaray Lisesi’nin kurulmasına öncülük eden, II. Selim’in yakın dostu Gül Baba da yeni yolun öncüsü olur.

Hacı Bektaş Veli’nin Hakk’a yürümesi sonrası etkinliği azalan dergâha, Bektaşiliğe geçtiği ileri sürülen II. Bayezid tarafından 1501’de Balım Sultan gönderilir. Kaygusuz Abdal’ın erkânnamesi, tüzüğünü Balım Sultan ileri aşamaya taşır ve Bektaşiliği kurumsal hale getirir.

Balım Sultan’ın, Hacı Bektaş Veli’nin oğlu Resul Bali’den olma torunu Timurtaş Bali’nin oğlu olduğu iddia edilirken, onun Çamuroğlu Osmanlı yönetimi açısından önemine işaret etti:

“Hacı Bektaş Veli, Anadolu Alevi-Bektaşileri üzerindeki Sefavi, Şia gücünü önlemek amacıyla II. Bayezid tarafından bu göreve getirildi...”

Çamuroğlu’na göre bir diğer faktör de bu dönemde büyüyen Osmanlı’nın yayılmasını kültür destekli götürme çabasıdır.

Ancak bu birliktelik çok uzun sürmez

Şah İsmail’in Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki Alevi-Bektaşi toplumunu kendi yanına çekme çabası yeni bir çatışma alanı doğurur.

Balım Sultan bu dönem Sefavilik ile Anadolu Alevi-Bektaşiliğin farklarını ortaya koyar.

Hacı Bektaş Veli’nin yolundan gidip onun ardından gelen “Piri Sani” olur.

Kırsalda yaşayan Anadolu Alevileri “Yolu bozdun” diye kendisine karşı çıkar, ancak o güne kadar söylencelerle yürüyen Alevi-Bektaşi anlayışını kurumsallaştırıp yazılı kurallara bağlar.

Başta cem düzeni olmak üzere, tarikatı ve dergâhları, dedelerin söylemlerini, kimin nereye hangi aşamayı tamamlarsa ulaşabileceğini yazılı olarak sıralar.

Soydan Alevi olmayanlara da kapıları açar, Anadolu Aleviliği’ni kentlileştirir, böylelikle Osmanlı yönetimi içinden de katılım sağlar. Bektaşiliğin anayasasını yazar.

Bu yeni durum İran’da Şah İsmail’in Şia anlayışına uymasa da biri Kızılbaş, diğeri Bektaşi yolundan gittiğini söylese de “Yol bir, sürek bindir” deyimine uygun şekilde Çaldıran Meydan Savaşı’nın sonucuna ortak edilir.

Şeriat Kapısı’nın makamları:

1- İman etmek
2- İlim öğrenmek
3- İbâdet etmek
4- Haramdan uzaklaşmak
5- Ailesine faydalı olmak,
6- Çevreye zarar vermemek
7- Peygamberin emirlerine uymak
8- Şefkâtli olmak
9- Temiz olmak
10- Yaramaz işlerden sakınmak

Tarikat Kapısı’nın makamları:

1. Tövbe etmek
2. Mürşidin öğütlerine uymak
3. Temiz giyinmek
4. İyilik yolunda savaşmak
5. Hizmet etmeyi sevmek
6. Haksızlıktan korkmak
7. Ümitsizliğe düşmemek
8. İbret almak
9. Nîmet dağıtmak
10. Özünü fakir görmek

Marifet Kapısı’nın makamları:

1. Alçakgönüllü olmak
2. Kimsenin ayıbını görmemek
3. Yapabileceği iyiliği esirgememek
4. Allah’ın her yarattığını sevmek
5. Tüm insanları bir görmek
6. Birliğe yönelmek ve yöneltmek
7. Gerçeği gizlememek
8. Mânâyı bilmek
9. Tanrısal sırrı öğrenmek
10. Tanrısal varlığa ulaşmak

Hakikat Kapısı’nın makamları:

1. Edepli olmak
2. Bencillik, kin ve garezden uzak durmak
3. Perhizkâr
4. Sabır ve kanaât
5. Hayâ
6. Cömertlik
7. İlim
8. Hoşgörü
9. Özünü bilmek
10. Ariflik

KAYGUSUZ ABDAL

HACI Bektaş Veli’nin Hakk yolunda yürümesi sonrası yerine, amcasının torunu Abdal Musa geçer.

O da müridi Kaygusuz Abdal’ı yetiştirir.

Aslında bu dönem Anadolu Aleviliği’nin yeni değerler dizisinin, Bektaşiliğin kentleşip olgunlaşma dönemidir.

Alevi-Bektaşi kültürü üzerine çalışan Reha Çamuroğlu ve Prof. Dr. Alemdar Yalçın’a göre aslında Balım Sultan’a kadar, yani ilk yıllarında Alevilik ve Bektaşilik arasında fark da yoktur.

Şehirli olup eğitim alanına Bektaşi, kırda, köyde kalıp geleneksel inancını sürdürene de Alevi veya Kızılbaş denir.

Kaygusuz Abdal ise kentli olan Bektaşiliği, yani Hacı Bektaş Veli’nin öğretilerini kurumlaştırır.

“Dört Kapı Kırk Makam”dan oluşan “Bektaşi Seyri Sülüğü” olarak da bilinen tarikat altyapısını yeniden kurar, Bektaşiliğin ilk “erkânnamesi”ni, yani tüzüğünü yazar.

Sonrasında Balım Sultan’ın geliştireceği “erkânname”, inancın insanın içinde var olduğunu, bunun için aracılara ihtiyaç olmadığını savunur ve insanın eşit yaratıldığı kuramına dayanır.

Bunu asıl adı Alaaddin Gaybi olan Kaygusuz Abdal’ın aynı dönemde yaşayan Yunus tarzında yazdığı şiirlerine de yansıtır:

“Ademi balçıktan yoğurdun yaptın/ Yapıp da neylersin, bundan sana ne/Halk ettin insanı saldın cihana/ Salıp da neylersin bundan sana ne/ Bakkal mısın teraziyi neylersin/ İşin gücün yoktur gönül eylersin/ Kulun günahını tartıp neylersin/ Geçiver suçundan bundan sana ne/ Katran kazanını döküver gitsin/ Mümin olan kullar didara yetsin/ Emreyle yılana tamuyu yutsun/ Söndür şu ateşi bundan sana ne/ Sefil düştüm bu âlemde naçarım/ Kıldan köprü yaratmışsın geçerim/ Şol köprüden geçemezsem uçarım/ Geçir kullarını bundan sana ne/ Kaygusuz Abdal der cennet yarattın/ Cehenneme nice kulları attın/ Nicesin ateş-i aşk ile yaktın/ Yakıp da neylersin bundan sana ne”

Alanya’da doğduğu, Abdal Musa ile girdiği dergâhta 40 yıl çalıştığı, meşhur kaz pişirme hikâyesini anlattığı şiirindeki “Kırk yıl kaynatırım kaynamaz” sözleri de buna dayandırılır.

Mısır’a gidip yerleşir, tekkesini açar, birçok dervişin yetişmesini sağlar ve onları Anadolu ve Balkanlar’a yollar. Hayata da Mısır’da gözlerini kapar (D. 1341- Ö. 1444).

 

YAZI DİZİSİ 2

Şii, Nusayri, İsmaili ile yol ayrımı

İRAN’da Şah İsmail’in etkinliğinin yükselmesi, Anadolu içlerinde taraf bulması II. Bayezid’in oğlu I. Selim’i kaygılandırır. Babasının tutumunu da beğenmeyen I. Selim, Şia’yı yaymaya çalışan Şah İsmail’e karşı savaşını başlatır.

İki ordu 23 Ağustos 1514’te Çaldıran Ovası’nda karşılaşır, Şah İsmail’in ordusu kaybeder ve bu sonuç Anadolu Aleviliğinin kendi içindeki yol ayrımının da başlangıcı olur.

Ayrıca Osmanlı yönetiminin hızla sünnileşmesinin de önünü açar.

Reha Çamuroğlu’na göre asıl kırılma da Çaldıran’dan 13 yıl sonra gerçekleşen Kalender Çelebi İsyanı ile başlar...

Hacı Bektaş Veli’nin soyundan gelen, onun makamına oturan, “Postnişliğini” yapan Kalender Çelebi, Anadolu Alevilerine dönük vergi düzenine, yapılan haksızlıklara karşı çıkarak Maraş bölgesinde ayaklanma başlatır.

Diyarbakır Beyi Hüsrev Paşa ilk hamlesinde isyanı bastırır, ancak Kalender Çelebi, Türkmenleri etrafında toplayıp ikinci atağında Hüsrev Paşa’yı yenilgiye uğratır.

İsyan Orta Anadolu’ya kadar yayılır, Behram Paşa Sarız’da yenilip Osmanlı ordusu 9 bin kayıp verince Kanuni Sultan Süleyman isyanı bastırmak için Anadolu Beylerbeyi Pargalı İbrahim’i, Kalender Paşa’nın üzerine gönderir.

Çamuroğlu’na göre isyanın önemi, “Postnişin’de, yani Hacı Bektaş’ın makamında oturan kişinin, Osmanlı’dan kopuşu, yönetime karşı ilk isyanıdır...”

Nitekim bunun faturası da kısa süre sonra çıkar, Osmanlı Anadolu Aleviliğine karşı cephesini katılaştırır.

Cem Vakfı Başkanı Prof. Dr. İzzettin Doğan’a göre isyanın nedeni Çaldıran sonrası hanedanın El Ezher Camii’nden 2 bin Sünni ulemayı İstanbul’a getirip Anadolu’ya kendi inançlarını yaymaları için gönderilmek istenmesidir.

Prof. Dr. Doğan, buna bir de örnek verdi: “Şeyhülislam Zebbilli Ali Efendi’yi, sultan bir gün yanına çağırır ve ‘Anadolu’daki tüm Aleviler Sünnileşsin’ der. Zembilli Ali Efendi, Bakara’daki ‘Dinde zorlama yoktur’ suresiyle karşı çıkar. O da Zembilli Ali Efendi’yi alıp yerine Ebussuud’u getirir. Sonrasında Anadolu Aleviliğine karşı karalama kampanyası dönemi başlar.”

İÇTE FARKLILIK “

Bunlar camileri ahır yapar/ Dinle imanla alakaları yoktur/ Mum söndü...” cümleleri o dönem artar.

Anadolu Aleviliği baskı altında bırakılmakla kalmaz, yaşam alanlarını da kısıtlar.

Hacı Beştaş Veli’nin çerçeveleyip Kaygusuz Abdal ve Balım Sultan’ın kurumlaştırması ile başlayan kırılma içte de devam eder.

Cem ve semahta farklılıklar ortaya çıkar.

Veliyettin Ulusoy, Kalender Çelebi isyanı sonrası yaşanan kırılmanın cem ve semahın yanı sıra, semahta okunan gülbenglere (gül gibi sözler) dahi yansıdığını belirtti.

Bir süre sonra bu farklılaşmanın daha ileri gittiğini vurgulayan Ulusoy, ilginç bir örnek de verdi.

Anadolu’daki kırsal kesim Alevileri “dedeganların’, Hubyar Sultan’ın kurduğu yine Anadolu Alevi tarikatı olan Hubyar’a kız vermediklerini anımsattı.

“Hacıbektaş Dergâhı’ndan kopunca her ne kadar ‘El ele el Hakk’a’ denilse de kopmalar oluyor. Örneğin Hubyar da Hacıbektaş’a kız vermezdi” dedi.

Prof. Dr. Alemdar Yalçın’ın anlatımıyla Kalender Çelebi, Celali isyanları, Hacıbektaş Dergâhı’na bağlı Yeniçeri’nin kazan kaldırıp ocağının kapatılması, Beşiktaş Felsefe İslami Cemiyeti Başkanı’nın idam edilmesi, Sultan Abdülaziz’in annesi Pertevniyal döneminde üzerindeki baskısı azalan Bektaşilerin, Abdülhamid döneminde yeniden ağır baskılarla karşılaşması, Dersim, Çorum, Malatya, Kahramanmaraş, Sivas baskınlarıyla bugüne kadar gelinir.

Ancak başta kurulan sistemin mükemmel çalışması sayesinde gizliden de olsa inanç sağlıklı yürür.

Şia ile dini devletleştirmesi ve katı kurallara bağlaması dolayısıyla ayrılan, Osmanlı sınırlarının dışında olanla Hz. Ali temelinde birlik olsa da inancın ritüelleri ve uygulamasında derin farklılığı ortaya çıkan Anadolu Alevileri kendi içlerinde de farklılaşır.

BEKTAŞİ VE Şİİ

Çamuroğlu, Şiiliğin dini devlet sistemi haline dönüştürülmesini kırılmanın en önemli unsuru olarak gösterdi.

Öncesinde de kırılmanın başladığını belirtti ve İsna Aşeriye Şiiliği ile Mısır’da ortaya çıkan Fatimilere egemen İsmaili Şiiliğini ve halk İslamı temelinde yaygınlaşan Gulat Şiiliği arasında birbirine düşman olacak boyuta ulaşan farklılaşmaları anımsattı.

Çamuroğlu, “Tasavvufa göre Tanrı’nın kendisi düzendir, bu düzeni devam ettirecek tek şey sevgidir, çünkü düzenin kurucu öğesi odur. Bu anlamda tasavvufun özü devlet düşüncesiyle çelişir” dedi.

Bu devletin Şah İsmail’in kurduğu teokratik bir devlet olmasının etkisini de anımsatan Çamuroğlu, “1517’de Şah İsmail henüz tahtta iken bir Şii müçtehit (delilleri inceleyip sonuç çıkaran) olan Ebu Sehl bin Nevbati, Hallacı Mansur’un idamını onaylar görüşünü öne sürebiliyordu” anımsatmasında bulundu.

Şiilikteki imamet konusunun da aradaki en önemli farklardan biri olduğuna dikkat çeken Çamuroğlu, şu önemli noktanın altını çizdi:

“Şiilikte imam, Allah ile insanlar arasında köprüdür, aracıdır, bu özellikle mehdinin gaybıyla son bulmamıştır, aksine onun yokluğunda müçtehitlere bırakılmıştır. Bunların kararları, son örneği Humeyni’de olduğu gibi şaşmaz dinsel doğrular olarak kabul edilecektir. Aleviliğin en önemli dayanaklarından biri ise Allah ile doğrudan ilişki kurabilme olanağının var oluşudur.”

Prof. Dr. Yalçın ise ritüellere dikkat çekti: “Çaldıran sonrası yeni bir devlet düzeni oluşturuluyor. Şah Abbas da bunu kurumsallaştırıyor. Anadolu Aleviliğinde namaz salat, yani yakarış ile özdeştir. Bakara’ya göre de insanlar her yerde yakarabilir. Salat sırasında da secde ve ruku vardır. Hatta cemde de vardır. Şia ise namazın üç vakit de olabileceğini savunuyor. Hz. Ali’nin, ‘Size ehlibeyt ve Kuran’ı bırakıyorum’ sözünden yola çıkarak, mehdi gelinceye kadar ayetullahlar onları temsil eder. ‘Onların söylemi Kuran kadar önemlidir’ diyerek Katolik kilisesine benzer yaklaşım gösteriyor. O nedenle ayrışıyor...”

BABAGAN BEKTAŞİLİK’TEKİ HİYERARŞİK SİSTEM

1. MUHİP: Bu kimselere talip de denir. Kurban kesip Hakk, Muhammed, Ali yoluna intisap eden, yani ikrar vererek, nasip alan kimsedir. Yol oğlu, önce kurban kesip nasip alır ve muhip olur. Derviş adayıdır.

2. DERVİŞ: Baba adayıdır ve aynı zamanda cemevinde hizmetleri yapan kimsedir. Bu yola giren kimse, kendisine verilen görevleri hakkıyla yapar ve çok çalışır, günü gelince Halife Baba tarafından bir Ayn-i cem töreni ile kendisine “dervişlik” verilir ve kisvesi giydirilir

3. BABA: Halife Baba’ya bağlı olarak cemevlerinde inanç önderi olarak cem yürütür.

4. HALİFE BABA: Dede Baba’nın bölgesel yardımcısıdır.

5. DEDE BABA: Pir Hünkâr Hacı Bektaş Veli’yi temsil eder.

Cemde 12 hizmetli

1- MÜRŞİD (DEDE): Görev itibarıyla Muhammed, Ali ve Hacı Bektaş Veli’yi temsil eder. Cem erkanına başkanlık yapar. İkrar alıp nasip verir, cenaze, müsahiplik, nikâh, sünnet törenleri tanıklığında gerçekleşir, isim verir.

2- REHBER: İmam Hüseyin’i temsil eder, yola girmek isteyenleri hazırlar ve yol gösterir. Mürşidin en yakın yardımcısıdır.

3- GÖZCÜ: Ebu Zerr el-Gaffari’yi temsil eder, cemin bekçisidir, sakinlik ve sessizlik içinde geçmesini sağlar.

4- ÇERAĞCI (DELİLCİ): Cabir El Ensari’nin karşılığıdır. Cemevinin aydınlatmasından sorumludur.

5- ZÂKİR (ÂŞIK): Bilal Habeşi’yi temsil eder, cemde tevhid, duazde imam, mersiye, semah, nevruziyi söyler. Özetle cem töreninde saz çalıp deyiş söyleyendir.

6- SÜPÜRGECİ (FERRAS): Salman-ı Farisi Pir’in görevini üstlenir. Cemevinin temizliğini sağlar.

7- MEYDANCI: Hüzeyme tül Yemeni’nin görevini yerine getirir. Cemevinde semahserleri ve postları yerine dizer.

8- NİYAZCI: Mahmud el Ensari’yi temsil eder. Lokmaları alır ve eşit dağılımını sağlar.

9- İBRİKÇİ: Kamber’i temsil eder. Cemde mürşidin ve erenlerin temizliğini sağlar.

10- KAPICI: Gülam Keysani’yi temsil eder. Ceme gelen erenlerin evlerinin güvenliğini gözetler.

11- PEYİKÇİ: Amri Ayyari’yi temsil eder. Cem olacağını canlara duyurur.

12- SAKACI: Ammar bin Yasir’i temsil eder. Cemevinde su, şerbet, süt gibi yiyecek ve içecek dağıtımını sağlar.

DÜZELTME: Dizinin dünkü bölümünde Sayın Reha Çamuroğlu’nun sözleri arasında kalan bölümde Balım Sultan’ın ismi yerine sehven Hacı Bektaş Veli yazılmıştır. Bu bölüm “Balım Sultan, Anadolu Alevi- Bektaşileri üzerindeki Sefavi, Şia gücünü önlemek amacıyla II. Bayezid tarafından bu göreve getirildi...” olacaktır. Düzeltir Sayın Çamuroğlu’ndan özür dilerim. M.S.

BEKTAŞİ ALEVİ (BABAGAN DEDEGAN)

Ayrışmalar bu noktada da kalmaz.

Balım Sultan ile kurumsallaşan “Babagan Bektaşilik” ile kırsalda hâkim olan Anadolu Aleviliği, “Dedeganlık” farkı da buna eklenir.

Babagan olan özellikle Balım Sultan sonrasında ortaya çıkan kentli Anadolu Alevisidir. Allah ile arasına aracı koymayan, dini bireysel yaşayanlardır.

Dedegan ise aileden gelmeyi önemseyen bir ocağa bağlı kalan, dini ritüellere bağlı kırsal kesim insanlarından oluşur.

Cem, Alevilikte sohbet, toplantı, sorunların konuşulup karara bağlanması ve ibadet olarak yer ederken, Bektaşilik’te “muhabbet” adını alarak ibadetten ayrılır.

Yani Bektaşilikte ibadet bireyseldir, cemde yer almaz.

Anadolu Alevi Bektaşiliği kendi içinde de ritüellerde farklılaşır.

Cemde 12 erkan farklı dizildiği gibi bazı yerlerde “dem” olarak alınan şarabın yerine şerbet içilir, Trakya’da da rakıya dönüşür.

Şarabın “dem” olarak alınması da Kuran’ın Nahl Suresi’ne bağlar.

“İçmesini bilen için helaldir ama sakının” yani kendinizi kaybedecek kadar içmeyin, “Bade bir sıvıdır içimizdeki kötülüğün dışarı çıkmasına yardımcı olduğu için de önemlidir” diye bakılır.

NUSAYRİLİK...

Anadolu Aleviliği, Hatay ve Suriye’de yayılan İmam Nusayr’ın geliştirdiği Nusayrilik’ten de ayrılır.

Hz. Ali’nin çocuklarından İmam Ali Ekber’in yanında yetişen İmam Nusayri, Anadolu Aleviliğinden farklı olarak namaz ve orucu da benimser, dini ritüelleri de farklı uygular.

Örneğin reenkarnasyon, yeniden yaşama dönme çok önemli yer tutar, ruh göçü ile Hz. Ali’nin değişik bedenlere girebildiğini, orada yeniden can bulduğunu savunur.

İbadetlerini evlerinin altında bulunan mescitlerde kendi aralarında yapar ve kendilerinden olmayan kimseyi de aralarına almaz.

Anadolu Aleviliğinde çok önemli yeri olan kadın Nusayrilikte yoktur, o olmayınca aynen Şii geleneğinde olduğu gibi cem de yok olur.

Oysa Anadolu Aleviliğinde “toplanma” anlamına gelen, aslı Haşemilerin Kureyişlilere karşı düzenlediği 1002 gün süren kuşatması sırasında “toplanıp ortak kaderi paylaşmasıyla” anlamını kazanan cem, sadece Şia ve Nusayrilik’te farklılaşmaz, Anadolu Aleviliğinde ritüel de değiştirir.

İSMAİLİ

İngiltere’nin zengin ailelerinden Ağahanların da kabul ettiği Şii inancı içinden doğmuş İsmaili veya diğer adıyla Haşhaşilik olarak da bilinir.

Ayrıldıkları nokta Şii grupların İmam Cafer sonrası 7’nci imamın kim olduğu üzerindeki anlaşmazlığını esas alır.

Şii gruplar İmam Cafer’in küçük oğlu Musa Kazım’ı 7’nci imam olarak tanırken, onlar büyük oğlu İsmail’i 7’inci imam olarak kabul eder.

Bundan dolayı da adları İsmaililik olarak adlandırılır. Yeni Platonculuk felsefeden etkilenen, ezoterik, yani belirlenen kişilerin eğitildikten sonra sınavları geçmeleri halinde bir gizlilik ve yol içinde tarikata kabul edilmelerini esas alır. 7’nci imamda sonlanır, sonra gelen 5 imamı kabul etmez.

CEM VE SEMAH

“Ateşi aşka dönen, Allah aşkına dönen pervanelerdir.”

Reha Çamuroğlu, Alevi Bektaşilik ibadetinin en önemli unsuru olan cemde dönülen semahı bu cümle ile tanımlayıp söze girdi.

Saz eşliğinde söylenen deyişler ve gülbengler ile dönülen semahın İslam öncesi var olduğunu belirtti, “İyi ve kötü ruhlara yapılan iyileme ve lanetlemedir” dedi.

Cem töreninin İslam ile birlikte geldiğini belirten Çamuroğlu, var olan semah ile kısa sürede buluşup döngüsel hayatı, bir merkez etrafında dönmeyi vurguladığını söyledi.

Cem ibadetinin ayrılmaz parçası olan semah, saz eşliğinde gerçekleştiğinden yöresel farklılıkları da beraberinde getirir. Cemlerde en yaygın Kırklar Semahı dönülürken, Turnalar Semahı, Isparta, Antalya bölgesine ait Tahtacı Semahı, Afyon, Rodos, Ladik ve Hacıbektaş semahları da cemdeki ibadetin ayrılmaz parçasıdır.

Semahı en iyi tanımlayan da Hacı Bektaş Veli’ye ait olduğu belirtilen şu sözdür:

“Semah, ariflerin aleti, muhiplerin ibadeti, taliplerin maksududur. Haşa ki bizim semahımız oyuncak değildir. O bir aşk halidir, salıncak değildir. Her kim ki semahı bir oyun sayar, onun namazı kılınır değildir.”

Cumhuriyet dönemine gelindiğinde laiklik sayesinde nefes alan inanç, Sünni İslamı devlet sisteminin özü kabul etmiş yönetimler karşısında başka sorunlarla baş etmeye uğraşır.

 

YAZI DİZİSİ 3

Pir Sultan’dan, Mustafa Kemal’e

ANADOLU Alevilerinin, II. Bayezid döneminin başlarında aldığı nefes, son yıllarında ıstıraba dönüşür.

Yerine tahta geçen oğlu Yavuz Sultan Selim’in iktidarda bulunduğu sekiz yıl boyunca, İslam Birliği projesi çevresinde Mısır’dan imamların getirilmesi ve dinin devlet yönetiminde daha baskın kılınmasıyla sorunları daha da artar.

Yavuz’un ardından tahta oturan oğlu Kanuni Sultan Süleyman’ın ilk dönemlerinde rahat bir nefes alır.

Kanuni, dedesi II. Bayezid’in boş kalan Hacıbektaş tekkesinin başına Balım Sultan’ı yollamasına benzeyen bir yol izler.

Bundaki en önemli etken Reha Çamuroğlu’nun vurguladığı gibi, genişleyen Osmanlı’nın artan asker ihtiyacını, bunu karşılamak için getirilen devşirmelerin bir Bektaşi ailesinin yanına verilip orada yetiştirilmeleridir.

Çünkü bu yolla Müslümanlaşmaları çok daha sağlıklı ve süratli olur.

Çamuroğlu’na göre Yeniçeri’nin Hacıbektaş dergâhına bağlanmaları da yaşanan bu tarihsel sürecin bir getirisidir.

SERSEM ALİ BABA

Kanuni Sultan Süleyman’ın ilk eşi Mahidevran Sultan’ın ağabeyi, Mir-i miran (Beylerbeyi) Server Ali Baba, gördüğü rüya üzerine devlet işlerini bırakıp Hacıbektaş dergâhına gitmek için padişahtan izin ister.

Söylenceye göre Kanuni “Sersem mi oldu, vezirlik bırakılıp dervişlik mi yapılır” diye sorunca da Server Ali, “Kabulümdür, varsın bana sersem desinler” yanıtını verir.

Dergâha gidip, Bektaşilikte Hacı Bektaş Veli’nin görevini üstlenen kişi anlamına gelen “dedebabalık” makamını 1520’de kurar.

Osmanlı’daki adıyla Server Ali, Anadolu’daki ismiyle “Sersem Ali Baba” veya Kalkandelen Tekkesi’ni kurması dolayısıyla Balkanlar’daki ismiyle “Harabati Baba” uzun süre dergâhın başında kalır.

Balım Sultan’ın yolundan gidip Bektaşiliği geliştirir, din ile devlet işlerinin ayrılmasına özen gösterir.

Kardeşi Mahidevran’ın, Hürrem Sultan’ın entrikaları sonucu Saray’dan sürülmesiyle üzerindeki baskılar artar. Sersem Ali Baba, Hacıbektaş dergâhından, bugün Makedonya sınırları içinde yer alan Kalkandelen’e (Tetova) gider ve tekkesini kurar.

Bu dergâha bağlı Yeniçerileri de etkiler. Saray, Yeniçeri’nin oluşmuş yapısını bozmak için işsiz, kabiliyeti olmayan birçok kişiyi eğitmeden askere alır, maaşlarını indirir; bu ordu içindeki huzursuzluğun artmasını da beraberinde getirir.

Ancak Kanuni Sultan Süleyman, üzerlerine gider, evlenmelerini, ek iş yapmalarını da yasaklar.

Daha önce Yavuz döneminde olduğu gibi Sarıkaya Yaylası isyan için yine Anadolu Alevi Bektaşiliğinin buluşma noktası olur.

Kanuni Sultan Süleyman sonrasında da baskılar sürer, Yeniçeri ocağının ilk adımı olan acemi ocaklarına Müslüman gençlerden de alım yapılır; bu sıkıntıyı daha da artırır.

Bunalım savaş meydanlarına yansır, Saray da kayıplarındaki sorumluluğu Yeniçeri’ye yıkar.

Bir yandan devletin Sünni İslam’ı yayma çabasıyla Anadolu Alevi- Bektaşileri üzerindeki asılsız iddiaları yayma çabasıyla oluşturduğu baskı, diğer yandan orduyu yeni yapılanmaya götürme uğraşı ve getirdiği ağır vergiler Yeniçerileri isyana sürükler.

PİR SULTAN İSYANI

Aslında Osmanlı’nın kuruluş yıllarında başlayan isyanlar, başkaldırıların devamı gibidir.

Fetret döneminde padişahların her şeye sahip olma fikrine karşı, “eşit paylaşım” diye isyan eden Şeyh Bedrettin ve müridi Börklüceli Mustafa’nın ortaya koyduğu fikirleri, Kanuni döneminde de Kalender Çelebi ve Pir Sultan Abdal devam ettirir.

Anadolu Alevi-Bektaşi toplumunun saray ile kopuşunun gerekçesi olarak gösterilen 1527’deki Kalender Çelebi isyanının nedenleri Pir Sultan Abdal’ın Hızır Paşa ile yaşadıklarını aktardığı dizelerde yerini bulur.

“Yürü bire Hızır Paşa/ Senin de çarkın kırılır/ Güvendiğin padişahın/ O da bir gün devrilir” diye sözünü ettiği kişinin Kanuni olduğu, bugün de söylenmeye devam eden şu türküde kendini bulur:

“Hüma kuşu suya düştü ölmedi/ Dünya Sultan Süleyman’a kalmadı/ Dedim yâre gidem nasip olmadı/ Ağlama gözlerim Mevlâ kerimdir/ Pir Sultan Abdal’ım böyle buyurdu/ Ayrılık donları biçti giydirdi/ Ben ayrılmaz idim felek ayırdı/ Ağlama gözlerim Mevlâ kerimdir.”

YENİÇERİ BAŞKALDIRISI

Fransız İhtilali ile özgürlük ve milliyetçilik akımının yayılması sonucu Osmanlı içindeki azınlıkların kendi devletlerini kurma çabasının getirdiği isyanlar da tam bu döneme denk düşer.

Sultan III. Selim, Yeniçeri’yi yok edip yerine geçecek Nizam-ı Cedid’i kurar.

Yeniçeri de bunu protesto etmek için 1806’da Rusya’ya harp ilan edilmesine aldırmaz, sefere çıkmayıp geri döner.

Durumdan rahatsız olan Saray, Mısır’dan asker ve talim muallimi (askeri eğitimci) getirir.

Eğitim sırasında Mısır’dan getirilen eğitmenlerden biri bir Yeniçeri çocuğunu öldüresiye döver.

Bunu gören Memiş Başçavuş ismindeki Yeniçeri, eğitimciyi bıçaklayıp öldürür; bu olay büyük Yeniçeri ayaklanmasının da başlangıcı olur.

Sekban-ı Cedid askerleri elindeki topçu desteği ile Yeniçerilere kayıp verdirir.

Yeniçeriler Belgrad Ormanları’na kaçıp üç ay burada saklanır.

Sultan II. Mahmud durumu fırsat bilip ormanı ateşe verdirir, 3 bin Yeniçeri yangında ölür.

Sultan Mahmud burada da durmaz, dergâhın başında olan ve postnişin olarak isimlendirilen Hamdullah Çelebi’yi Amasya’ya sürgün eder. Hacıbektaş dergâhının başına da Nakşi Şeyhi Mehmet Sait Efendi’yi getirir. Bununla da kalmaz, dergâhın tam ortasına da bir cami yaptırır.

MUSTAFA KEMAL’İN HACIBEKTAŞ’A GELİŞİ

Bir yandan sahabe inanışındakilerin baskısı, diğer yandan arkasındaki askeri gücü kaybetmiş olması Anadolu Alevilerinin yeniden dağlık bölgelere çekilmesine ve sessizlik dönemine girmesine neden olur.

Meşrutiyetin ilanı ve sonrasında da Sünni devlet inancının etkisinden kurtulamaz.

Yüz yılı aşkın süren bu dönemde yalnızlaşırlar ve ibadetlerini kendi içlerinde yaşarken, dergâh ile ilişkilerini de “dede” veya “baba” olarak isimlendirilen aracılarla yürütürler.

Dergâhı da Hacıbektaş’ta yerleşik Anadolu Alevi inancı yolundan giden Çelebiler resmi olmayan yoldan yönetir.

Kurtuluş Savaşı’nda Mustafa Kemal’in yanında yer alır.

Bunda milli mücadeleyi başlatmak için Samsun’a çıkan Mustafa Kemal’in, Sivas’a varmadan önce 26 Haziran 1919’da Konya II. Ordu Müfettişliği’ne yolladığı mesajı gerekçe gösterir.

Mustafa Kemal, mesajında Tokat, Amasya’da yerleşik nüfusun Hacıbektaş’taki dergâha bağlı olduğunu, bu kişilerin milli mücadeleye destek vermek istediklerini belirtir ve temsilcilerinin Sivas Kongresi’ne katılmasını ister.

Ankara’ya giderken de 23 Aralık 1919’da Hacıbektaş’a uğrayıp Cemalettin Çelebi ve dedebaba postu vekili Niyazi Salih Baba ile görüşür ve 24 Aralık’ta Hacıbektaş dergâhını ziyaret eder.

Mustafa Kemal ile Hacıbektaş’a gelen Mazhar Müfit Kansu, o güne ilişkin notlarında bu anı şöyle anlatır:

“Milyonlara varan Alevi-Bektaşiler, gerçi bitaraf bir vaziyette görülüyorsa da bunlar, Çelebi’nin, Dedebaba Vekili’nin emir ve iradesine tabi olduklarından bu zat ile görüşmek, onları tarafımıza çekmek için gerekliydi.”

Mustafa Kemal ve yanındakiler Hacıbektaş’ta bir gece geçirir, Cemalettin Çelebi ve Niyazi Salih Baba Ankara’ya rahat gitmesi için her türlü tedbiri alır ve yanına da adamlarını verir.

ŞEYH SAİD’E RET

CUMHURİYETİN ilk yıllarında Mustafa Kemal’in yanında yer alan Anadolu Alevi-Bektaşileri, Şeyh Said isyanı ile küçük de olsa yeni bir kırılma yaşar.

Ancak Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki Alevi Bektaşilerin çoğunluğu inançlarından farklı din odaklı olması dolayısıyla isyanı desteklemez, hatta karşı durur.

Bunun nedenleri konusunda birçok söylenceden söz edilir.

Bunlardan biri de Şeyh Said’in iki elçisini Dersim bölgesine hâkim olan Seyid Rıza’ya göndermesiyle ilgili olanıdır.

Anlatıya göre elçiler kendileri için kesilen kurban etlerinden yemez, nedeni sorulduğunda, Yavuz Sultan Selim’in Şeyhülislamlığa getirdiği Ebussuud Efendi’nin fetvalarını gösterirler.

Ebussuud’un, “Kızılbaşların kestiği hayvanın eti mundardır, yenmez” fetvası gereği et yemek istemediklerini belirtir.

Seyid Rıza da buna tepki gösterip iki elçiyi yollayıp destek vermeyeceğini söyler.

Bu söylence Anadolu Alevileri arasında hızla yayılır. 1925’te tekkelerin kaldırılmasına ilişkin yasa geldiğinde de en büyük desteği Bektaşiler verir; Hacıbektaş tekkesi de ilk kapanan olur.

Ancak Çelebilerin Anadolu Alevileri üzerindeki etkisi devam eder.

Her bir dergâh kendi başına cem âdetini bazen açık, bazen de gizli olarak sürdürür; bu dönem “dede” ve “baba” adında faaliyet gösteren, gittiği köylerde 1-2 ay hizmet veren, bunun karşılığında da “hakullah” adı altında yardım alan kişi sayısında artış olur.

Yakın geçmişte Başbakan Davutoğlu’nu da Hacıbektaş’ta ağırlayan Hacıbektaş Kültür Derneği Başkanı Mustafa Özcivan’a göre soydan gelmeyen ve “dikme dede” adı verilen kişiler aracılığıyla bu “hakullahlar” fazlasıyla toplanır, hatta köylere gitmelerine dahi gerek kalmaz, ayaklarına yollanır olur.

Anadolu Alevi-Bektaşi geleneği farklı bir yola girer.

‘Aramızda kalmak kaydıyla evet Çelebi Hazretleri’

HACIBEKTAŞ’tan ayrılırken Cemalettin Çelebi ile Mustafa Kemal arasındaki konuşmayı Veliyettin Çelebi, ailesine aktarır. Dedesinin o gün kendilerine anlattılarını da Hacıbektaş Postnişini (dergâhın başındaki kişi) Veliyettin Ulusoy şöyle aktardı:

“Cemalettin Çelebi, Mustafa Kemal’e ‘Zaferden sonra Cumhuriyet’i ilanı düşünüyor musunuz?’ diye sordu. Mustafa Kemal de, ‘Aramızda kalmak kaydıyla ‘Evet’ Çelebi Hazretleri’ cevabını verdi.”

Mustafa Kemal, Cumhuriyet’i kurduktan sonra Cemalettin Çelebi ilk Meclis’te Kırşehir Milletvekili olur. Mustafa Kemal de onu Meclis Başkanvekili olarak atar. Ancak rahatsızlığı dolayısıyla Meclis’e hiç gidemez, zaten kısa süre sonra da vefat eder.

 

 

YAZI DİZİSİ 5

Geldik bugüne; inanç mı, kimlik mi?

“DEDELER şehre gelip apartman kapıcısı oldu; dede talibini, talip dedesini kaybetti...”

Böyle özetledi Hacıbektaş Postnişini Veliyettin Ulusoy; Kahramanmaraş, Çorum ve Sivas olayı sonrası gelinen süreci...

Çünkü, 19-26 Aralık 1978’de Kahramanmaraş’ta, 2 yıl sonra da Çorum’da yakınlarını kaybetmekle kalmadı, yurtlarını da kaybeden onlar oldu.

Kahramanmaraş olaylarının başlangıcı da planlıydı...

Çiçek Sineması’nda Cüneyt Arkın’ın “Güneş Ne Zaman Doğacak” filminin 21.00 matinesi sırasında sinemaya atılan patlayıcı, katliamın da gongu oldu.

Dönemin Ülkü Ocakları Kahramanmaraş Şube Başkanı Mehmet Leblebici ve İkinci Başkan Mustafa Kanlıdere’nin talimatı ile bombanın Ökkeş Kenger (Şendiller) tarafından atıldığı mahkemelerde de iddia olunsa da en büyük zararı gören Alevi mahalleleriydi.

Ankara ve çevre illerden çok sayıda ülkücü Kahramanmaraş’a çağrıldı, CHP, TOB-DER şubeleri ile Alevilerin evleri ve işyerleri talan edildi.

Alevilerin yoğun yaşadığı Yörükselim Mahallesi’nde de kahvehane bombalandı.

Resmi verilere göre 150 kişi öldü, 176 kişi yaralandı, olaylar asker gücüyle bastırıldı.

Alevi mahalleleri tam anlamıyla boşaldı, yakınlarının bulunduğu köylere ve kentlere göç başladı.

ÇORUM OLAYLARI

Çatışmalar durmadı.

19 Mayıs törenlerinde öğrencilerin giydiği kıyafetleri ve MHP’nin önde gelen isimlerinden Gün Sazak’ın 27 Mayıs 1980’de öldürülmesini bahane eden bir grup olayları tetikledi.

Sonradan plakasının bir traktöre ait olduğu anlaşılan kırmızı renkli otomobilden, Alevilerin yaşadığı Milönü semtindeki evlere ateş açıldı.

Mahalleler ikiye bölündü, karşılıklı silahlar çekildi.

Milönü’nde yaşayanlar mahallelerinin girişine barikat kurdu, asker tanklarla buraya girmek isterken, dönemin CHP milletvekilleri engel oldu.

Olayların Ankara’ya da yansıması farklı olmadı.

Başbakan Demirel, olayların yayılmasından sol örgütler ve CHP’yi sorumlu tutarken, CHP Lideri Bülent Ecevit, “Hükümetin Çorum’daki olaylarda da taraf olduğu, taraflardan biriyle birlik olduğu ve onların suçlarını örtbas etmeye çalıştığı ortadadır” dedi.

CHP milletvekillerinin aracılığıyla Milönü’ne girildi ve olaylar yatıştırıldı.

Ancak bu da bir başka göçün başlangıcı oldu.

Yaşananlar, Alevi-Bektaşi toplumunu merkez sağ partilerden uzaklaştırırken, haklarını savunup yanında yer aldığı için CHP ile yakınlaştırdı.

Alevi-Bektaşi toplumunun ağırlıklı bölümü CHP, SHP ve DSP hareketinde yer alırken, DYP, ANAP’ta siyaset yapanların sayısı sınırlı kaldı.

Bütün bunlar Alevi-Bektaşi toplumunun neden CHP’yi tercih ettiğinin de bir yansımasıydı.

Yavuz Sultan Selim ile başlayıp Kuyucu Murat ile devam eden, Kahramanmaraş’ta iki mahallenin, Çorum’da ise bir mahallenin tamamen göç etmesine yol açan gelişmeler Osmanlı’dan bugüne akan bir sürecin sonucu oldu.

Bugün İngiltere’de bulunan Alevilerin büyük bölümünü, Kahramanmaraş olaylarından göçüp gidenler oluşturdu.

Bütün bu geçmişi nedeniyle Dersim’i kendisine karşı yapılmış görmedi, merkezi ulus devlet kurulmasına, Cumhuriyet’e karşı hareket olarak okudu ve pozisyon aldı.

Ebussuud’un kimliğine karşı ağır fetvalarından kaynaklanan anti Sünniciliği de Mustafa Kemal sonrasında solculaştı.

İKİYE BÖLÜNÜŞ

Her darbe ve suskunluk dönemi sonrası olduğu gibi, Kahramanmaraş ve Çorum olayları Alevi-Bektaşi toplumunu bir kez daha böldü, bu kez dernek ve vakıf isimleri farklılaştı.

Aleviliği inanç olarak kabul edenler Hacıbektaş Veli adını dernek veya vakıflarının başına koyarken, bir kimlik ve kültür olarak bakanlar da Pir Sultan ismini öne koydu.

Buna bir üçüncü boyut daha eklendi.

Mustafa Selmanpakoğlu, 1980 sonrası ortaya çıkan üçüncü boyutu şöyle tanımladı:

“Kürt siyaseti de Alevi-Bektaşi toplumunda bir etken oldu, onlar da Pir Sultan adını kullanmaya başladı, Anadolu Alevi-Bektaşiliği, etnik kültür ve etnik inançtan, etnik ırka evrildi. Birileri de Alevileri, siyasetine pazarlama aracı yaptı. Alevi İslam diyeni de, Atatürk’e saygı duymayanı da, ‘Hükümetle iyi olup bir şeyler kazanalım’ diyeni de, sahnede yerini aldı.”

SOL VE ALEVİLER

Reha Çamuroğlu’nun konuya bakışı ise şöyle:

“Aleviler şehre gelince kendi inançlarına yakın gördükleri sol ile yakınlaştı. Sol onların kimliklerini korumasına, vatandaş olmasına yardımcı oldu. Bunlar Alevilerin soldan aldığıdır. Solun pozitivizminden uğradıkları tahrifat da aldıklarının karşılığıdır. Yani alacağı da borcu da vardır.”

Çamuroğlu, bir adım daha attı, “Alevilere cafcaflı, hamasi sözler söyleyip büyük beklentiler yaratıp, sonunda hiçbir taleplerini karşılamamak da ciddi hayal kırıklıklarına yol açıyor. Birbirlerine yabancılaşma ile sonuçlanıyor” dedi.

İki hafta önce Başbakan Davutoğlu’nu ilçede ağırlayan Hacıbektaş Kültür Derneği Başkanı Mustafa Özcivan’a göre de “sorun eşit yurttaş hakkının verilmemesinde” yatıyor.

Alevilerin yıllardır verilebilecek haklarının ötelenmesinin bugün sıkıntıyı artırdığını ileri süren Özcivan, “Yıllar önce ve bugün de cemevi sorunu çözülse, birçok mesele çözülür” görüşünde.

Ancak öyle olmadı, dönemin başbakanları Özal, Yılmaz, Çiller, Ecevit cemevlerinin açılması yönünde demeçler verdi, ama hiçbir dönem icraata geçmedi.

DEMİREL’İN ÖNEMLİ ADIMI

Sivas’ta Madımak Oteli’ndeki katliam, Alevi toplumunun öfkesini yükseltti.

Erdal İnönü’nün başında bulunduğu SHP’nin koalisyonda yer aldığı hükümet döneminde yaşanan Sivas Madımak Oteli katliamı Başbakan Demirel’i de sıkıntıya soktu.

Alevi-Bektaşi kesiminden yükselen tepkiyi gören Demirel, 1993’te Çankaya Köşkü’ne çıktığında o ana kadar gerçekleşmiş en önemli adımı attı, Alevi-Bektaşi toplumunun önde gelenleri ile görüşmeler yaptı.

Çok değil 1.5 yıl sonra 1995’te Cem Vakfı’nın, bir yıl sonra da Hacıbektaş Kültür Vakfı’nın kuruluşlarına bizzat öncülük etti.

Cem Vakfı Başkanı İzzettin Doğan, o günü anlatırken, Demirel’in bizzat çağırıp “Alevi toplumu çok dağınık, birçok kişi, kurum, yabancı örgüt, ülke bu toplumun üzerine oynuyor, bunları bir araya toplamalıyız” diyerek Cem Vakfı’nın kuruluşunu sağladığını açıkladı.

Prof. Dr. Doğan, Demirel’in sonrasında Hacıbektaş Vakfı’nın kurulmasını desteklemesine de anlam veremediğini belirtti.

SİYASALLAŞTIRILDI

2000’li yıllara girildiğinde Alevi-Bektaşi toplumu siyasal süreçlerde çok daha aktif yer almaya başladı. Dernekler de Alevi-Bektaşi Federasyonu, Alevi Dernekleri Federasyonu, Alevi Vakıflar Federasyonu. Pir Sultan Abdal Kültür Derneği isimleri altında federasyonlaştı.

Alevi-Bektaşi Federasyonu Genel Başkanı Fevzi Gümüş’e göre bütün bunların nedeni, “Siyasetin Alevileştirilmesinden kaynaklanıyor”...

Gümüş, “modern koşullarda kimliğin ifadesi olarak ortaya çıkan taleplerin siyasallaştığını” belirtip şunları söyledi:

“Köyünde ihtiyaç duymuyor ama kente gelince modern örgütlenmeye gerek duyuluyor. Geçmişte sol aidiyeti olanlar 1993’ten sonra Pir Sultan adı üzerinden, ‘Devletin, Sünni örgütlerin sorunu olmayalım’ diyenler de Hacıbektaş adı altında örgütlendi. Yakın geçmişe kadar Pir Sultan ideolojik, Hacıbektaş ise etnikti. Bugün ise aralarında bir fark, örgütsel ayrılık kalmadı. Bir zamanlar sağ ilişki içinde olan Cem Vakfı da Pir Sultan da aynı talep ve beklentileri dile getiriyor.”

GELDİK BUGÜNE

Hak yoluna 1984’te yürümüş günümüz ozanı Hasan Hüseyin’in dizelerindeki gibi:

“Kanadık toprak olduk / Çekildik bayrak olduk / Döküldük yaprak olduk/ Geldik bugüne...”

AK Parti hükümeti döneminde gerçekleşen 7 çalıştay, Başbakanlığı döneminde Erdoğan’ın söylemleri, seçim meydanlarındaki çekişmeler, Başbakan olduktan sonra Davutoğlu’nun bu ay içinde gerçekleştirdiği Hacıbektaş gezisi ile yeni bir sürecin başlayacağını açıklaması Anadolu Alevi-Bektaşi toplumunda eskisi kadar yüksek beklenti yaratmadı.

Nitekim, sivil toplum örgütlerinin başında bulunan Mustafa Selmanpakoğlu, Fevzi Gümüş, Mustafa Özcivan, Prof. Dr. İzzettin Doğan ve Veliyettin Çelebi de bu konuda ortak görüşte.

Çünkü çalıştaylar ile ortaklaşa tespit edilenler konusunda da bir adım atılmadı.

Talepleri de son 6 yıldır dile getirdiklerinden ne bir eksik ne bir fazla.

Hafta sonu Tunceli ziyareti sırasında Başbakan Davutoğlu’na iletilenler ile 2010’da ve 2012’deki çalıştaylar sonrası yayınlanan bildirilerdeki taleplerin bire bir örtüşüyor olması da bunun bir yansıması.

“Ali’siz Alevilik, İslam Aleviliği, Kültür Aleviliği, İnanç Aleviliği” diye sıralanıp giden yeni birçok arayışa giren Anadolu Alevi-Bektaşi toplumunun aradan geçen on yıllar sonunda talepleri de beklentileri de farklılaştı.

Özetle, bu diziye adını veren Pir Sultan Abdal’ın dizesindeki gibi, her dönem “uyur iken uyarılan” Anadolu Alevi- Bektaşilerinin beklentilerine dönük söylemdeki yenileşme ve ilerleme, icraatta kendini gösterebilmiş değil.

TUNCELİ’DEKİ TALEPLER

- Eşit yurttaşlık hakkı sağlansın, Alevileri ötekileştirme anlayışına son verilsin.
- Cemevleri yasal statüye kavuşturulsun.
- Sivil demokratik bir Anayasa hazırlansın.
- Özerk bir Diyanet oluşturulsun.
- Din dersleri zorunlu olmaktan çıkarılsın.
- Alevi türbe ve dergâhlar Alevilere devredilsin.
- Alevi okulları açılsın ve Alevi akademileri kurulsun.
- Alevi köylerine cami yapılmasın.
- Asimilasyon politikalarına son verilsin.
- Aleviler için kutsal sayılan mekânlara saygı gösterilsin.
- Aşure Günü resmi tatil ilan edilsin.
- İstanbul’a inşa edilen köprüye Yavuz Sultan Selim adı verildi; Boğaziçi Köprüsü’nün adı Şah İsmail olsun..

BAKMADAN GEÇME