Yerel Haber Hattı 0536 266 79 69
KONUŞMAYI BAŞLAT
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

Muharrem SARIKAYA / YAZI DİZİSİ 1 / GAZETE HABERTÜRK

Antakya’dan Silopi’ye uzanan 911 kilometrelik Suriye sınırı hattında savaştan kaçıp Türkiye’ye gelen Suriyeli göçmenlerin en büyük korkusunu bir anne olan Sabah Alluş, “Son dönem çok sayıda Suriyeli çocuk kaçırıldı. Evlatlık edinmek isteyenlere satıyorlarmış, bir de organ mafyası diye bir şey varmış. Tanıdıkların başına arka arkaya gelince işi bıraktım, evde çocuklarla oturuyorum. Yanlarında olmadan da dışarı salmıyorum” diye anlattı.

Bir ülkenin adıyla başlayan ve dini yönü ağır basan derneğin sakallı yöneticisi, söze şöyle başladı: “Sınırda 2 çocuk ile babaları var; Fas uyruklu ama İsveç vatandaşları. Onları bir şekilde bu tarafa geçirmemiz gerekiyor...” Afrin bölgesinde olduklarını anlattı, bulundukları yerle ilgili detay da verdi.

Anlattığına göre baba birkaç yıl önce çocuklarını da yanına alıp Türkiye üzerinden kaçak yolla geçip Nusra Cephesi’ne katılmış; uzun yıllar savaşmış.

Koalisyon güçleri Nusra’yı DAEŞ ile ateşkes dışında bırakıp Rusya ile saldırısını artırınca aynı yoldan kaçıp İsveç’e dönmek için tekrar Türkiye sınırına gelmişler.

‘BÜTÜN KAÇAK İŞLER AFRİN BÖLGESİNE KAYDI’

Hatay’da faaliyet gösteren 150 yardım kuruluşundan birinin etkin bir isminden Hatay’a gelebilmeleri için yardım istiyor... Geçişleri karşılığı önerdikleri para ise kişi başı bin 200 dolar (3 bin 500 lira)... Yardım kuruluşu yöneticisi, gerisini dinlemeden teklifi reddetmekle kalmadı, polisi arayıp durumu da aktardı.

Bir gün geçmedi, Fas uyruklu İsveçli ailenin Antakya’ya ulaştığı haberi geldi.

Nereden, hangi yolla ve kimin yardımıyla geçtiğini sorduğumda verilen yanıt ilginçti: “Afrin bölgesinden geliyorlar. Güya PYD kontrolünde. Ama El Nusra’dan gelen bu adamın içeri sokulmasında da tanıklık edildiği gibi bütün kaçak işler Afrin bölgesine kaydı, dağlık alandan yürüyor. Türkmendağı düşmeden önce Türkmenler kaçakları engellerdi. Şimdi Afrin bölgesi yolgeçen hanına döndü. Hem de iki yönlü kaçağın merkezi oldu.”

MUSTAFA’NIN YOL HİKÂYESİ

Başkaları yanımıza gelince anlatısını yarım bıraktığı için ‘iki yönlü’ ifadesinden ne kastettiğini anlamamıştım. Halep’te çatışmanın ortasında kalan ailesini kurtarmak için 4.5 yıl önce ana memleketi Kilis’e kaçıp gelen Mustafa Alluş’u tanıyıncaya kadar. Amele pazarında karşılaştık; beni işçi arayan Türk sanmış.

Diğer bekleyen ve Arapça’dan başka dil bilmeyen arkadaşlarının arasından Türkmen şivesiyle öne çıktı; diğerlerinin sözlerini temiz bir dille tercüme etti.

Tercümanlığımı üstlenmesini önerdim, “Bundan kolay iş mi olur?” dedi, gün boyu yanımızda oldu. Evine götürdü, eşi ve çocuklarıyla tanıştırdı, kaçıp gelme hikâyesini anlattı. Halep’te Şeyh Maksud Mahallesi’ndeki evlerinin yakınına 2 büyük bomba düşünce, 5 çocuğu ile şehri terk etmeleri konusunda kendisini eşi Sabah ikna etmiş.

Sabah “Ben ısrar etmesem geleceğimiz yoktu...” diye söze girdi, Mustafa devamını getirdi: “Annem Kilisli, Halep’e gelin gitmiş. Türkçem onun için iyi; annem bana kendi dilini konuşurdu. Çocukları alıp yürüyerek ana yurduma geldim. Onları mayınlı bölgeden geçirdim. Benim pasaportum vardı, ileride faydası olur diye kayıt yaptırarak Öncüpınar’dan giriş yaptım.” Geldiklerinde bir okulun deposunda kalırken, temizlik işini de üstlenmişler; ilgi görmüşler, yardım almışlar.

ÇOCUK MAFYASI KORKUSU

Mustafa bunları anlatırken, Sabah muhteşem Türkmen şivesiyle tekrar araya girdi: “Bir Gülşen Ablam var, o kadar eyi bir insan ki sizden eyi olmasın... Bir de Kudret Abim var; bir zamanlar da onun avratlarına temizliğe gettim. O kaddar güvvenli, eyi insanlar kiii... Amma şimdi getmeyom...”

Nedenini sorduğumda sustular, ama 38 yaşında olduğunu bir ara söyleyen Sabah anlatmaya karar verdi: “Bir oğlum 19 yaşında İstanbul’da çalışıyor. Kızım 20 yaşında, bir Türk’le evlendirdik, mutlu. Diğer oğlum Gaziantep’te çalışıyor. Ahmet 10, Emine 8 yaşında. Son dönem çok sayıda Suriyeli çocuk kaçırıldı. Evlatlık edinmek isteyenlere satıyorlarmış; bir de organ mafyası diye bir şey varmış. Tanıdıkların başına arka arkaya gelince işi bıraktım, evde çocuklarla oturuyorum. Yanlarında olmadan da dışarı salmıyorum.”

GÜN BOYU ÇALIŞMA KARŞILIĞINDA 40 TL

Bunun üzerine Mustafa sözü aldı: “Parka da ancak benimle giderler...” Bu nedenle evin 300 lira olan kirasını İstanbul ve Gaziantep’teki çocuklar ödemeye başlamış. Mustafa’ya günde ne kadar kazandığını sordum, bir gün önceki hikâyesini övünerek anlattı:

“Dün bir bahçede gün boyu 127 üzüm çubuğunun gözünü (dip tarafındaki toprağı) açtım; ağa benden memnun kaldı, 40 lira verdi...” Diğer arkadaşları da gün sonunda 30 ile 35 lira almış. Mustafa bunları anlatırken, kardeşlerinin Türk vatandaşlığına geçtiğini de gururla belirtti. “Sen niye geçmedin?” dedim, cevabı, “Halep’ten nüfus kayıt evraklarımı alıp gelmem için 2 bin dolara ihtiyacım var. Para kazanınca gidip getireceğim. Çocuklarımın Türk vatandaşlığına geçmesini çok istiyorum” oldu. Son dönem yardımlar ilk günlerdeki gibi gelmez olmuş; denetim de artmış. Göç İdaresi’nden izin almadan şehir dışına çıkmak da yasaklanmış.

Sabah, “40 kilometre ötedeki oğlumu göremiyorum” diye yakındı. Dürüst, naif bir aileye veda edip yolumuza devam ettik.

EŞE 4, ÇOCUĞA 20 SAYFA

ANTAKYA’nın tarihi kenti içinde 2 oda 1 mutfaktan oluşan 400 lira kira ödedikleri evde üvey kızı, 3 çocuğu ve 4 torunuyla yaşayan Rüveyda Davud ile kızı Rahaf Davud, Şam’dan kaçıp gelmiş ...

2 evli olan kocası son eşiyle İstanbul’a göç etmiş, yanındaki üvey kızı kocasının diğer karısından olma. Arapça ile karışık Türkçe anlatınca kafamın karıştığını fark eden ve aileye yardımda bulunan hayırsever öğretmen Ahmet Ayan, duruma açıklık getirdi:

“Suriye’de 4 eş serbest. Kimliklerinin ilk 4 sayfası eşlere, geri kalan 20 sayfası da çocuklara aittir..” Rüveyda Davud, torunların güvenliğinden sorumlu olarak evde kalmaya karar vermiş. Şam’dan Türkiye’ye gelmek için önce Halep’e, oradan da 11 saat yürüyüp Yayladağı’na ulaşmış. Kızının biri bir süre Türkiye’de kalmış, eşi DAEŞ ile savaşırken ölünce 3 çocuğunu alıp Şam’a dönmüş. Geri dönmeme konusunda kararlılar, ama onlar da yardımların gittikçe azalmasından endişeliler: “Yine de Ahmet Bey razı olsun, ne zaman istesek hemen yardım yolluyor...”

ALMANYA’DAN GELEN EVRAK

HIRİSTİYAN olduğunu belirten Meysa Şeker ile kızı Minas Affara, Selimiye’den DAEŞ saldırısından kaçıp gelmiş. Ahmet Ayan ve atadan Antakyalı George Kocamahhul ile evlerini ziyarete gittiğimizde şenlik havası hâkimdi.

4 yıl önce birlikte Türkiye’ye geldikleri eşi bir yolunu bulup Almanya’ya ulaşmayı başarmış. Orada oturma izni almış, şimdi ailesini getirmek için evrakları yollamış. Minas, bir yandan eşi Mustafa ile telefonda konuşurken, diğer yandan Türkiye’de doğan 2 çocuğuna isimlerini verdiği Ahmet Ayan ve George Kocamahhul’a telefondaki eşinin sözlerini Arapça aktarıyordu.

Yakındığı ise 200 lira olan ev kirası 600 liraya çıkarken, işçilik ücretlerinin 100-150 liradan 50 liraya kadar düşmesi. Onların da korkuları, evlatlarının çocuk ve organ mafyasının eline düşecek olması.

‘BEN SÖKTÜM, KEMAL DERVİŞ ÖĞRENMEDİ’

DİKKAT çeken ise 3-5 yıldır Türkiye’de olmalarına karşın büyük bölümünün Türkçe bilmemesi. Bunun en güzel örneklerinden biri Antakya’nın Suriyeliler tarafından işgal edilmiş Rüstem Tümer Caddesi’ndeki küçük dükkânında falafel, mırra, Arap bazlaması satan Ebu Muhammed...

Göç İdaresi’nin verdiği kimliğindeki adıyla Kemal Derviş... Neden bu ismi aldığını sorduğumda Arapça, “Aşiret adımız Derviş. Oradan kendisine hayranlık duyardım. Buraya gelince onun adını almak istedim” dedi.

Tercümanlığımızı ise hemen yanındaki dükkânda mezar işleri yapan Recep Yeiç yaptı. Yeiç’e daha önce Arapça bilip bilmediğini sordum, “Bilmiyordum” deyip esprili yanıt verdi: “Bunun sayesinde Arapça’yı söktüm, konuşmaya başladım. Ama o Türkçe’yi öğrenmedi, beni tercüman kullanıyor. Sanırsınız ki ben Suriye’ye kaçtım...”

DOKTOR DA ÖĞRENMEMİŞ

Benzer durum Kırıkhan’da hayırsever işadamı Rahmi Vardı’nın desteğinde faaliyet gösteren HAYAD’ın (Hatay Yardımlaşma Derneği) hastanesinde de söz konusuydu. Hastanede çalışan doktorlar da 4-5 yıldır Kırıkhan’da olmalarına karşın az da olsa Türkçe konuşmuyordu. Eczacı akup Ahmet, laborant Rasim Hacı, doktorlar Sadi Rihabi, Ahmet Zahir veya Ahmet Halim ile sohbetlerimizde nedenini sordum, “Türkçe zor” deyip geçiştirdiler.

Nitekim Arapça bölge il ve ilçelerin tabelalarına, dükkânlarda, mağazalarda satış elemanlarına o kadar hâkim olmuş ki artık ihtiyaç duyulmaz bir hal almış.

Ancak Türklerin de alışveriş yaptığı konfeksiyon mağazasında çıraklık yapan 13 yaşındaki Hayat Uğla veya Halep’in Hulluk Mahallesi’ndeki ayakkabı fabrikasında yüzlerce işçi çalıştırırken şimdi bir lokantada garsonluk yapan Mustafa Muhammed de bu ender kişilerden birkaçı... Ya da Ömer Dede, Mustafa Alluş, Hasan Lug, Ahmet Alluş gibi Türkmen olmaları nedeniyle bu dili konuşuyorlar.

Ama çoğu zaman onların da aralarında konuşurken Türkçe başlayıp bir süre sonra frekans değiştirip Arapça veya Kürtçe’ye dönüp sohbetlerini sürdürdüklerine, Antakya’dan başlayıp Silopi’de noktaladığım 911 kilometrelik Suriye sınırında çok tanıklık ettim.

YAZI DİZİSİ 2

Erkek sığınmacı kadınlardan fazla

Göç İdaresi rakamlarına göre kayıt altındaki sığınmacılar arasında kadın sayısı 1 milyon 271 bin 641, erkek sayısı ise 1 milyon 444 bin 148. AFAD SGK’nın da yer aldığı diğer kamu kurumlarının verileri de dikkate alındığında, erkeklerin oranı yüzde 57’ye yaklaşırken kadın oranının yüzde 43’te kaldığı ortaya çıkıyor

Savaştan kaçan kadın ve çocuk sayısının erkeklere oranla daha fazla olması beklenir, erkeklerin vatanı savunmak için topraklarında kalacağı varsayılır. Rakamlara bakılırsa Suriye’de böyle olmamış. Son rakamlara göre Türkiye’de kayıt altına alınabilen Suriyeli sayısı 2 milyon 715 bin 789. Tahminlere göre bu sayısının yüzde 3-5’i Avrupa’ya kaçak gitme beklentisi içinde olduğundan ya da farklı nedenlerle kayıt altına girmek istemediği için tespit edilemiyor. Ayrıca 172 bin kadar da Irak’tan gelen sığınmacı bulunuyor. Bunların cinsiyet dağılımı yapıldığında, kamuya ait kurumların verilerine göre erkek sayısı kadından yüzde 5 ile 7 oranında daha fazla. Göç İdaresi rakamlarına göre kadın sayısı 1 milyon 271 bin 641, erkek sayısı ise 172 bin 507 kişi fazlasıyla 1 milyon 444 bin 148. Arasında AFAD SGK’nın da yer aldığı diğer kamu kurumlarının verileri de dikkate alındığında, erkeklerin oranı yüzde 57’ye yaklaşırken, kadın oranının yüzde 43’te kaldığı ortaya çıkıyor. Ayrıca kaçak yolla Avrupa’ya giden bir milyona yakın kişinin büyük bölümünü erkeklerin oluşturduğunu düşünürsek, cinsiyet makası erkekler lehine daha fazla açılıyor.

GÜNDE 125 DOĞUM

Türkiye’nin farklı bölgelerine yayılan Suriyelilerin ancak onda biri kadarı, farklı zamanlara göre 280 ile 287 bini AFAD denetimindeki 26 kampta kalıyor.

Bu işle görevli Kızılay konuya bugüne kadar dahil edilmedi. Geri kalan 2.5 milyon ise Anadolu’nun farklı yerlerinde yaşamını sürdürüyor. Birçoğunun ne yaptığı, nasıl bir hayat sürdüğü, kimlerin etkisi altında veya desteğinde yaşamlarını idame ettirdiğine ilişkin kesin verilere ulaşmak olası değil. Bütün bunların nedeni, sığınmacılar konusunda ilk başta yapılan hata ve Suriye sorununu başlangıçta doğru okuyamamanın yarattığı yanlış algı. Suriye’deki iç savaştan ilk kaçan 250 kişi Yayladağı’ndan giriş yapınca hemen gidecekleri varsayılmış. Sınırın yakınında bir yerde kurulan çadırlara yerleştirilmiş, kayıtları dahi gerçekleştirilmemiş. Sonrasında yaşanan akın, baştan önlem almamanın getirdiği organizasyonsuzluğa yakalanmış. Birçok kişi bu aşamada sorgusuz sualsiz giriş yapmış. Ankara eylemini gerçekleştiren teröristin yaptığı gibi Türk vatandaşı olanlar bile Suriye’den bir ismi herhangi bir Göç İdaresi masasına vererek kaydını yaptırabilmiş. Kimse sorgulamamış, beyanı gerçek kabul edip verdiği isim üzerine fotoğrafıyla kimlik çıkarmış.

Denetimin sağlanabildiği yerler ise, sayısı 26’ya çıkan kamplar. Aileler çadırda 16, konteynerde ise 25 metrekare olan alanda ortalama 5 kişi kalıyor.

Bu bazı yerlerde kalan sayısı 7-9’a çıkıyor. Böyle bir yaşam alanında sadece çadırkentlerde günde ortalama 125 çocuk doğuyor. Hacettepe Üniversitesi Göç ve Siyaset Araştırma Merkezi (HÜGO) Müdürü Doç. Dr. Murat Erdoğan, yeni doğanların Suriye tarafından tanınmadığını, Türkiye’de de mülteci değil sığınmacı statüsünde olduğunu belirterek şu soruna dikkat çekti: “Her yıl 45 bin çocuk, kalabalık çadır veya konteyner hayatı içindeki cinsel beraberlik sonucu vatansız doğuyor. Bunlar beş yıldır çadır hayatı içinde kent yaşamını bilmeden yaşamını sürdürüyor. Unutulmasın ki beş yıl önce 13 yaşında gelen çocuk da bugün 18 yaşına ulaştı. Eğitimsiz, kimliksiz, vatansız, kenti bilmeyen. Arap olduğu için de ötelenmiş, dil öğrenemeyen, her şeye açık yüz binlerden söz ediyoruz...”

AFRODİZYAK DEDİKODUSU ÇIKTI BEBEKLERE MAMA KALMADI

Kamp larda hayır için gönderilenlerin yanı sıra, kişi başına ayda 850 lira yardım yapılıyor; bu para kartlara yükleniyor ve ancak çadırkent marketinde harcanabiliyor. Ruşen Abdu isimli kadının yaptığı gibi kimi çadırının bir bölümünü, kimi de çadırkentteki tel boyunu bakkal haline getirmiş dışarıdan getirdiklerini satıyor. Kamptaki atölyelerde veya dışarıda çalışıp para kazananlar dilerse buradan alışveriş yapıyor. Nitekim Suruç’taki kampta kurulu tekstil atölyesinde çalışan 90 kişiye o hafta sonu 32 bin 500 lira dağıtılmıştı. Ayrıca en geç 2 ayda bir bedava dağıtılan ve “hijyen kiti” adı verilen, içinde tuvalet kâğıdı, deterjan, sabun, şampuan, tıraş kiti, kadın pedi, çocuk bezi, havlu, leğen bulunan paket teslim ediliyor.

Suruç Çadır Kampı’na gittiğimizde hijyen kiti yeni dağıtılmıştı; Müdür Özdemir maliyeti 315 bin lirayı bulan paketlerden 7 bin aileye dağıttıklarını açıkladı.

Paketlerin STK’lara maliyeti içindeki malzemeye göre 45-60 lira (15 ile 20 dolar) arasında değişiyor. Bu da kamplara ve sığınmacılara dönük yeni bir ticareti ve sektörü de üretmiş bulunuyor.

Yardım organizasyonu yöneticilerinin aktardığına göre ilk başta sığınmacıların en büyük ihtiyacı ekmek, su, süt, mama olur sanılmış. Ancak karşılarına en büyük ihtiyaç olarak öngörmedikleri şekilde çocuk bezi ve kadın pedi çıkmış. Bir anda yeteri kadar malzeme bulamayınca bazı fabrikalara üretim artırmaları talebinde bulunulmuş; yeni markalar da ortaya çıkmış.

KULAKTAN KULAĞA BÜTÜN KAMPLARA HIZLA YAYILDI

Kamplarda bebekler için her gün mama ve süt; bazen de hayır olarak gönderilen meyve suyu, un, çikolata gibi gıda dağıtılıyor. Kamplarda son dönemde yaşanan en büyük sorun ise mama hakkında üretilen dedikodu...

Başka kamplarda devam ettiğini duymuştum, aynı sıkıntıyı yaşayan Müdür Özdemir, büyük uğraş sonucu Suruç’ta sorunu aşabilmiş. Sorunun temelinde ise mamanın afrodizyak etkisinin olduğuna dönük dedikodu yatıyor. Ergenlik çağını aşmış gençler ile özellikle 50 yaş üstü erkekler aşırı oranda mama tüketmeye başlamış. Hatta bazı kamplarda kadınlar da aynı gerekçeyle mamaya yönelmiş. Dedikodu bebeklerin mama sıkıntısına yol açmış. Hatta kamp dışında evlerde veya STK kamplarında kalanlar da aynı dedikoduya inanınca bazı ilçe ve şehirlerde mama tükenmiş.

'ÇADIR BAKKAL'

İyi birer geçim olanağına kavuştuklarından özellikle konteyner kamplarda kalmak için çaba gösteren çok. Hatta Kilis’te konuyla ilgili sivil toplum örgütü yöneticileri ve yerel gazeteci arkadaşlarımız, yeni türeyen aracıları kullanarak kamplara girip yerleşebilmek için de her türlü fedakârlıkta bulunmaya hazır binlerce insan olduğunu söyledi. Çünkü sunulan olanaklar ve güvenlik, yaşayıp geldiği hayattan çok daha kaliteli. Örneğin en büyük kamplardan biri olan Suruç Çadır Kampı’nın girişinde ve çıkışında birçok ilçede bulunmayan su ve kanalizasyon arıtma sistemi var.

Kamp Müdürü Mehmet Han Özdemir’in aktardığına göre toplam 15 mahallede kurulu 7 bin çadırdan oluşan kampta, dönemine göre 27 ile 29 bin kişi kalıyor. Aylık gideri de 7-8 milyon liraya ulaşıyor. Kobani’yi tepeden gören kampta ağırlıklı olarak Kürt kökenliler kalıyor. Çadırlarda battaniye, sünger yatağın yanı sıra birer de küçük buzdolabı ve elektrikli ısıtıcı bulunuyor.

Kampta yaşayanların büyük bölümü fotoğraflarının çekilmesi ve adlarının yazılmasını istemedi. Nedenini sorduğumda, çadırın içinde yüzünün bir bölümünü yemenisi ile kapatan kadın, uzaktan görünen sınırın yanı başındaki köyünü işaret etti. Neden gitmediğini sorduğumda ise, “Burada rahatız. Okul, hastane, yardım var. Adımız çıkarsa niye oraya dönmediğimiz, gidip savaşmadığımız sorgulanır” dedi. Buna karşın HÜGO Müdürü Murat Erdoğan, kamplardaki her bir aileden bir kişinin mahalle baskısı sonucu sınırın öte yanına savaşmak için gönderildiğini söyledi.

EĞİTİMSİZ 1.3 MİLYON ÇOCUK

Türkiye açısından en büyük sorun yeni doğanların sayısındaki artış ile birlikte çocuk sayısının fazlalığı. Ayrıca bu sayıya 151 bini kamplarda olmak üzere yeni doğan 195 bin çocuk eklenmiş. Göç İdaresi verilerine göre 0-19 yaş arasındaki çocuk sayısı toplam 1 milyon 336 bin 28. Bunun 354 bin 295’i dört yaş altında, 981 bin 733’ü ise temel eğitim çağında. Kendini idare edemeyecek diye bakılan 9 yaş altındaki çocuk sayısı ise 737 bin 154. Bunların ancak 70 bin kadarı tam teşekküllü okula gidiyor, 35 bini de devlet okulunda eğitim alıyor. Geri kalanların hemen hepsi STK veya vakıfların kurduğu eğitim birimlerine atanmış bir Türk müdürün gözetiminde eğitim verilen yerlerde okuyor. Türk müdürlerin işe hangi sıklıkta gittiği sorgulanmıyor. Nitekim bunlardan birine Antakya’da bizzat şahit oldum. Okulda bir Körfez ülkesinin liderinin propagandası ülkeden gelen öğretmenler aracılığıyla yapılıyordu; Türk müdür ise saatlerce beklememize karşın görevine gelmedi. Mahalle sakinleri bunun her gün yaşandığını ileri sürdü.

UCUZ İŞGÜCÜ

Çocuklar açısından bir diğer sorun ise küçük yaşta çırak olarak düşük ücretle, sağlıkları açısından uygunsuz ortamda çalıştırılmaları. Sadece Gaziantep, Kilis ve Şanlıurfa’da çalıştırılan çocuk işçi sayısı 150 bine ulaşmış. Günlükleri de 15 ile 20 lira arasında değişiyor.

Göç İdaresi rakamlarına göre kayıt altındaki sığınmacılar arasında kadın sayısı 1 milyon 271 bin 641, erkek sayısı ise 1 milyon 444 bin 148. AFAD SGK’nın da yer aldığı diğer kamu kurumlarının verileri de dikkate alındığında, erkeklerin oranı yüzde 57’ye yaklaşırken kadın oranının yüzde 43’te kaldığı ortaya çıkıyor.

YAZI DİZİSİ 3

Bakkal dükkânı, sığınmacılar sayesinde 3 yılda nasıl holding oldu?

Türkiye'deki sığınmacılar yerleştikleri il ve ilçelerde devasa bir ekonomi yaratmış durumda. Bu nedenle, sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarında bile büyük rantların oluştuğundan bahsediliyor

Dolaştığım caddenin ortasına sizi gözleriniz bağlı halde bırakıp “Neredesiniz?” diye sorsalar, vereceğiniz yanıt “Bir Arap ülkesindeyim” olur. Çünkü cadde boyu hâkim dil Arapça... Mağaza vitrinlerinde ya da sokakta yürüyen insanların giyim kuşamında da tablo farklı değil. Oysa dolaştığım caddeler Yayladağı, Antakya, Reyhanlı, Kırıkhan, Akbez, Kazıklı, Birecik, Suruç, Mürşitpınar, Karkamış, Akçakale, Ceylanpınar, Şenyurt, Nusaybin, Cizre, Silopi’de... Ya da bu ilçelerin bağlı olduğu Kilis, Hatay, Gaziantep, Şanlıurfa, Mardin gibi kentlerde...

Hatay’ın Reyhanlı İlçesi’nde işadamı Ayhan Karaca, “tesettür”, “hicab” veya “cilbab” adı verilen ve gözleri de kapalı giysileriyle kapısının önünden geçen kadınlar ile onların önünde “kandura” veya “suriyah” adlı uzun etekli elbiseleri içinde, terliklerini çeke çeke yürüyen erkekleri gösterirken hayıflanıyor: “Sanki ben Suriye’de yaşıyorum. Kendi ülkemde yabancı oldum. Beş yıl oldu, ben Arapça’yı söktüm onlar satır Türkçe öğrenmedi. Lazkiye’den gelen kültürlüsünü Avrupa seçip aldı, kültürsüz cahil, dilencisi bize kaldı.”

Sorun orada bitmiyor. Otomobilinizin veya dükkânınızın kapısı açık kaldığında onlarca dilenci cama vurarak etrafınızı sarıyor. Dilenmeyi de, fonetiği vicdana hitap ettiği için Arapça yapıyorlar. Ayrıca sığınmacılar, Türk komşularının aksine, gece yaşıyor, gündüz uyuyor, yüksek sesle konuşuyorlar. Bu da özellikle apartmanlarda sert tartışmalara yol açıyor

Bütün bunları yaşayınca, iletişim bilimci McLuhan’ın hocası olan Kanadalı iletişim teorisyeni ve ekonomist Harold Innis’in, “Bir toplum, yazı sistemini değiştirerek diğer akraba toplumlarla bağını kesebilir” tezi hafızamda canlanıyor. Bunun en somut örneği bu topraklarda yaşandı. Arapça’ya geçerek Orta Asya Türklerinden, Latince’ye geçerek de İslam Arap dünyasından kültürel ve köklü bir kopuş oldu.

‘BÜTÇELER, SIĞINMACI NÜFUSA GÖRE HESAPLANMALI’

Reyhanlı’nın 90 bin olan ilçe nüfusuna, kayıtlı 110 bin 746 Suriyeli daha eklenmiş. Reyhanlı Belediye Başkanı Hüseyin Şanverdi, hesap kitapla anlatıyor derdini: “İller Bankası’ndan 90 bin nüfusa göre destek alıyorum, şimdi kayıtsız Suriyeliler de eklenirse nüfusumuz 210 bin oldu. Aldığımın üç katı kadar harcama gerekiyor. İller Bankası payı, bu nüfusa göre olmalı” diyor. Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Doç. Dr. Lütfü Savaş da şehir nüfüsuna 400 bin kişinin daha eklendiğini, fazladan su, kanalizasyon ve çöp hizmeti sunduklarını anımsatıyor: “Sığınmacılar hazır gıda tükettikleri için çöp ve kanalizasyon atığı 1.5 kat fazla oluyor.”

Kendileri bu kadar yüke katlanmalarına karşın, sığınmacıların ihtiyaçlarının belediye yerine, farklı kurumlar aracılığıyla karşılanmasına da tepkililer. Hatay içinde AFAD ve sivil toplum kuruluşlarının da arasında olduğu 20’ye yakın sığınmacı kampı veya mahallesi var. Bu kamplarda ve evlerde 500 bin sığınmacı kalıyor; her birine en çok iki ayda bir zorunlu olarak tanesi 45 ile 60 lira arasında değişen hijyen kiti dağıtılıyor. Başkan Savaş, bu hizmetlerin ve diğer yardımların belediyeler tarafından rahatlıkla verileceği görüşünde.

MARDİN'E HEM İÇERDEN HEM DIŞARDAN GÖÇ VAR

Mardin’de durum daha vahim. Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk, sınırın ötesinde ve Türkiye tarafında devam eden çatışmaların arasında kaldıklarını, hem dış hem de iç göçün kendilerini “vurduğunu” anımsatıyor. Haksız da değil. Çünkü Şırnak’ın Cizre ve Silopi ilçelerindeki çatışmalardan kaçanlar, Mardin’in Kızıltepe ve Midyat ilçelerine akın etmiş. Son dönem bu listeye Nusaybin de eklenmiş. İlçelerin nüfusu bir anda iki, hatta üç katına ulaşmış.

53 BİN YETİM SIĞINMACI

Başbakan Davutoğlu’nun göç işlerinden sorumlu başdanışmanı Murtaza Yetiş’in aktardığına göre, yetim kalmış sığınmacı çocuk sayısı 53 bini aşmış durumda.

MAVİ GÖZLÜ SARIŞIN SURİYELİ KIZ İÇİN 100 BİN LİRA EVLATLIK PARASI

Türkiye’deki sığınmacılara yönelik çalışan IMC, CSR, WHH, Malteser, NRC gibi, isimleri uluslararası çaptaki sivil toplum kuruluşlarının yanı sıra, bunlarla birlikte hareket eden hayırseverler de çıkmış. Bunlardan biri Kırıkhan’daki işadamı Rahmi Vardı öncülüğünde kurulan Hatay Yardımlaşma Derneği (HAYAD). Bir yandan çadırlarda ve evlerde yaşayan sığınmacılara AFAD kart sistemine benzer yöntemle gıda ve giyecek yardımı dağıtırken, öte yandan sadece Suriyeli doktorların çalıştığı konteyner hastaneyi de hizmete sokmuşlar. Rahmi Vardı, hastanedeki doktorlara aylık bin 100 dolar verdiklerini, bir aylık giderlerinin 1 milyon dolara ulaştığını söylüyor. İlaç yardımının ABD merkezli International Medical Corps (IMC) tarafından yapıldığını aktaran, yardımcısı Mehmet Toplucu ile birlikte kurdukları sistemi anlatan ve beni hastanede çalışan Suriyeli doktorlarla tanıştıran Vardı, “Tıptaki adı leishmania tropica olan ve tatarcık sineğinin sokması sonucu oluşan şark çıbanını biz yıllar önce unuttuk. Ama Suriyeli doktorlar, şark çıbanı olan sığınmacı bir hasta geldiği anda anlıyor ve hemen tedaviye başlayabiliyor. Bu da bize avantaj sağlıyor” diyor.

ÇOCUKLARIN ‘DAHİ BABA’SI

En dikkat çeken yardımsever ise, 35 yıl önce çocukken, dönemin Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad’ın baskısı nedeniyle Almanya’ya kaçıp yerleşmiş olan Mahmud Dahi... Kapısında Arapça “Ente Emeli–Umudum Sensin” yazan ve 4-7 yaş arası Suriyeli çocuklara eğitim veren özel kreşinin önünde karşılaşıyoruz. Almanya’da turistlere dönük kiralık araç şirketi olduğunu, işini kızına devredip kazancının bir kısmını bir zamanlar kendisinin karşılaştığı sorunu yaşayan sığınmacı çocuklara harcamak için Türkiye’ye geldiğini anlatıyor. Çocukların “baba” diye çağırdığı Mahmud Dahi, Kilis’te neredeyse tamamı Suriyelilerden oluşan Karataş Mahallesi’nde 50 apartman kiralamış, yardım amaçlı... Kadınlar için açtığı bez bebek atölyesini, kuaförü ve kimsesiz çocuklar yurtlarını gezdiriyor. 2 bin kişiye, 400 aileye yardım ulaştırıyor. Babası DAEŞ tarafından öldürülmüş mavi gözlü ve sarışın 4 yaşlarındaki bir kız çocuğunun saçını okşarken gözleri doluyor Mahmud Dahi’nin: “Ben buna ‘Alman bebeğim’ diyorum. Geçenlerde bir Türk aile geldi, 100 bin dolar ödeyip evlatlık almak istediler, vermedim. Veremem de... Çünkü aynı süreçlerden geçip geldim. Onları korumak için buradayım. Ama evlatlık ve çocuk kaçırma olayları son dönemde çok yaşanır oldu.”

20-30 LİRAYA TÜM GÜN ÇALIŞIYORLAR

Harran’da mahalle arasında kurdukları çadırda yaşayıp gündelik işlere giden Ali Selim, Hazne Necip, Fatma Salih’in ailelerinin hayatı tam bir perişanlık içinde... Üstelik günlük işlerden kazandıklarına ilave olarak, mahalle halkı da destek vermesine rağmen. Haseke’de yaşarken DAEŞ saldırısından kaçıp Harran’a gelmişler. Burada da yaşamak için 20-30 liraya bütün gün çalışmaları gerekiyor.

ZENGİN SURİYELİLERİN PARA TRANSFERİ

Sanılmasın ki Suriye’den Türkiye’ye gelenlerin hepsi yoksul... İçlerinde çok zengin olanlar ve bu zengin hayatı Türkiye’de devam ettirenler de var. Rumlar ve Yunanlar gibi, Suriyelilerin de Türkiye’de toprak alması yasak. İşyeri açmaları ise ancak bir Türk üzerinden mümkün. Rakka’da kuyumculuk yaparken Şanlıurfa’ya kaçan Mustafa El Hibbu, Ahmet Hibbu ve amcası Hasan Hibbu, işini Türkiye’de sürdürenlerden... Mustafa 17 yaşında iken, 10 yıl önce Türkiye’ye gelmiş, Türk vatandaşlığına geçmiş. Şanlıurfa Yıldız Meydanı’nda birden çok dükkân açmış. Bir yandan altın satıyor, diğer taraftan “Ucuz Para Transferi (UPT)” diye isimlendirilen yöntem ile Suriye veya bir başka ülkede bulunan hemşerilerinin birbirlerine para transferine aracılık ediyor. Ambargo döneminde İran için geçerli olan bu sistem şimdi burada işliyor. Para göndermek ve almak isteyen sığınmacılar, “UPT” amblemli kuyumcuya gidiyor. Gönderilecek para miktarı internet üzerinden görüntülü olarak kaydedilerek, komisyonu ile birlikte bir kuyumcuya teslim ediliyor. Paranın gideceği yerdeki diğer bir kuyumcu ise, miktardan komisyonunu düşüp kalan parayı alıcıya veriyor. İki kuyumcu ise aralarındaki hesabı altın değişimi üzerinden kapatıyor.

TEK SEFERDE 400 BİN PED, 1 MİLYON ÇOCUK BEZİ SİPARİŞİ

Sığınmacı ağırlayan bölgelerdeki belediye başkanlarının üzerinde durduğu bir başka nokta da, bazı kişilerin, bakanlıkların adını kullanarak gıda ve ihtiyaç malzemelerini satın almaları için STK’lara (sivil toplum kuruluşları) açıktan şirket ismi öneriyor olmaları. Bu sayede, bir bakkal dükkânı iken üç yılda holding haline gelenler var. Çünkü STK’lar bir üründen örneğin Hatay’da bir anda 400 bin adet alıyor bunu yılda en az 6 kez yineliyor. Antakya’da ABD ve Alman destekli iki STK yetkilisi, sadece sohbetimiz sırasında 400 bin paket kadın pedi, 1 milyon paket çocuk bezi, iki TIR’ı dolduracak tuvalet kâğıdı, 150 bin adet jilet, tıraş sabunu, şampuan, diş macunu ısmarladı. İki STK’lı son bir yılda sadece kendi harcamalarının 100 milyon doları aştığını, beş yıl içinde de 600 milyon dolar harcama yaptıklarını belirtiyor: “Hizmet sunan 150 STK’yı dikkate aldığımızda, bunların içinde 50 kadarı uluslararası nitelikte ve en kötüsü 25 milyon dolar harcıyor. STK’ların piyasaya soktuğu para 1 milyar dolara ulaştı.”

SIĞINMACILARLA DOĞAN ‘GÖÇ HİKÂYECİLİĞİ’

Türkiye’deki sığınmacılar, yeni bir sektörün kapısını da aralamış. STK’lara katkı vermek üzere gelen yabancıların yanısıra, pek çok kişi göç ve savaş hikâyelerini derleyip kitaplaştırmak için bu bölgelere akın etmiş. Hatta Suriye’deki çatışma, sınır kaçışları ve sığınmacılarla bölgede artan ikinci eş, zevce, çocuk mafyası hikâyelerini konu alan film çekimleri artmış.

YAZI DİZİSİ 4

20 milyon Euro'luk yeni yol haritası

Türkiye’ye AB’nin 2018’e kadar vermesi öngörülen 6 milyar Euro, aslında sığınmacılara yapılacak harcamanın üçte birini bile karşılamıyor. Resmi kurumların yaptıkları planlamalar, Türkiye’nin sığınmacıların ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik bütçesinin 20 milyar Euro’ya dayanacağını ortaya koyuyor

Avrupa Birliği’nin (AB), kendisine göç akınını durdurmak için 2018’e kadar sığınmacılar için naz ettiği 6 milyar Euro, aslında Türkiye’deki sığınmacılar için planlanan harcamanın üçte birinden bile az...

Bunu görmek için Başbakanlık Başdanışmanı Murtaza Yetiş başkanlığındaki heyetin hazırladığı, “Türkiye’deki Geçici Koruma Statüsündeki Suriyelilere Yönelik 2016- 2018 Dönemi Kamuoyu Birinci Aşama İhtiyaç” Planlaması”na bakmak yeterli. Plana göre, bütün alanlarda tespit edilen toplam ihtiyaç miktarı 61 milyar 791 milyon lira. Yani 19 milyar 130 milyon Euro. Dolayısıyla bu tutar, Irak, Pakistan, Afganistan, Somali gibi ülkelerden de gelen 317 bin 500 kişi de eklendiğinde kayıtlı 3 milyonu aşkın sığınmacının 6 aylık ihtiyacına dahi yetmeyecek düzeyde. Gelenler bir yana, Türkiye’de, son iki yıldır Avrupa’ya kaçmak isteyen 103 bin 668 kişinin hayatını kurtarmak için çaba gösteren güvenlik güçlerinin gemi, tekne ve araçları ile personelinin 5 yıllık gideri. Sonucun bu noktaya gelmesinin nedeni ise 11 Nisan 2011 günü 252 kişi Yayladağı’ndan girdiğinde, “Nasıl olsa dönerler” diye yapılan öngörüsüzlük...

Bir de dönemin koordinatör Valisi Veysel Dalmaz ile bölgedeki kamu görevlilerinin “kampları sınır dışına kuralım” önerinin kulak arkası edilmesi...

SINIR ÖTESİ KAMP

Nitekim başlangıçta yapılan hatalar şimdi düzeltilmeye başlandı. Sığınmacıların diledikleri zaman, diledikleri yere göçü bir aydır frenlendi, izin almadan bulundukları illerden çıkışları yasaklandı. İkinci olarak da göçü kaynağında, yani Suriye içinde durdurmanın modeli geliştirildi. Öncüpınar’a 2-3 km uzaklıkta Deyr Cemal, Nubbul, Aramsa arasına 30 bin kişilik kamp alanı inşa edilmeye başlandı; ilk aşamada 10 bin kişi bu kamplara yerleştirildi.

Kamplar da angajman sınırı olan 5 kilometrenin içine, 3 km mesafedeki köylerin hemen yanına kuruldu. Böylece gelmesi muhtemel 155 bin kişi sınırın öte yanında bloke edilmesi hedeflendi.

Bunun yanı sıra gelenleri de bulundukları merkezlerde tutmak, Türkiye’ye yayılmalarını engellemek için yeni bir uygulamaya geçildi: Göç İdaresi’nin izni olmadan ayrılmak isteyenler, şehir çıkışlarındaki yol kontrollerinde yakalanıp sınır ötesindeki kamplara yollanıyor. Ancak bu da, Kilis-Gaziantep arası dolmuş bedeli 8 lira iken, kişi başı 30 TL verilmesi halinde köy yollarından kaçak götüren minibüs sektörünü yarattı.

KIZILAY’IN ÖNEMİ

Toplam 474 dönüm araziye kurulan 30-35 bin kişilik kampların altyapılarının kurulması da ilginç bir yöntemle gerçekleştirildi, Türkiye’nin marka kurumu Kızılay devreye alındı. Bazı belediyeler 3 yıllığına iş makineleri ve araçları kiralayıp bunları Kızılay’ın kullanımına hibe yoluyla teslim etti. Kızılay da bu araçların üzerine amblemini basıp, kamp bölgelerine mıcır, kum, kanalizasyon künkleri, su boruları taşıdı. Hatta belediyelerin kullanım dışına çıkardığı itfaiye, kamyon, otobüs gibi araçlar da yine Kızılay amblemi ile kamplara teslim edildi, tanınmış uluslararası sivil yardım kuruluşları da devreye sokuldu.

AFRİN KAMIŞLI NİYE ALMAZ?

Bölgede dikkat çekilen; Afrin, Azez veya Kamışlı’da Suriye iç savaşı başladığı günden bu yana herhangi bir çatışmaya rastlanmamış olmasına karşın sığınmacıların neden buralara kabul edilmediği... Oysa PYD, bölgelerinde bütün kesimlerin katılımı ile ortak yönetimlerin kurulduğunu açıklamıştı. Ancak bölgeden gelen, hatta PYD’nin kontrol ettiği Demokratik Güçler Birliği veya Devrimciler Ordusu’na sempati ile bakan Kürtler, Suruç Çadır Kampı’nda kalmayı tercih ediyor; gitmek istemiyor. Özellikle Arap asıllılar kendilerine kötü davranıldığı için gitmediklerini iddia ediyor.

Ne kadar kalacakları ise ayrı bir tartışma...

ORSAM’ın konuyla ilgili uzmanı Oytun Orhan’ın vurguladığı gibi Suriye’deki çatışma bugün bitse dahi imarın tamamlanması için en az 20 yıla ihtiyaç var. Dolayısıyla, bir zamanlar güvenlik nedeniyle göç edenler, bugün daha iyi yaşam koşuluna ulaşabilmek için mücadele eder hale geldi; o nedenle canlarını tehlikeye atarak AB ülkelerine ulaşmak istiyor. Oytun Orhan, “en iyi durum senaryosunda dahi gelenlerin en az yarısının Türkiye’de kalacağı” görüşünde. Zaten kamu kurumları da bir süredir sığınmacıların kalıcılıklarına yönelik planlama yapıyor.

İLAÇ YOLSUZLUĞUNU ‘MEDULA’ ÖNLEDİ

Sor unları aşmak için Başbakanlık Başdanışmanı Murtaza Yetiş başkanlığında ağustos ayından bu yana faaliyet gösteren Eğitim, Sağlık, İnsani Yardım, Sosyal Destek ve Uyum, Belediye Altyapıları ile Ekonomi ve İşgücü olmak üzere 6 çalışma grubu oluşturuldu. Arasında insansız hava araçları konusunda dünyaca tanınmış bir profesörün de bulunduğu Suriyeli akademisyenlerin Türk üniversitelerine yerleştirilmesi, gidenlerin de geri gelmesi için sistem oluşturuldu. HÜGO’dan Doç. Dr. Murat Erdoğan da akademisyenlerin tespiti konusunda destek verdi. Kendi başına faaliyet gösteren kurumların yardımları ortaklaştırıldı; 2011’den bu yana 8 milyar dolar harcandığı tespit edildi. Bu süre içinde yurtdışından yapılan yardım da 455 milyon dolarda kaldı. AFAD Başkanı Fuad Uğur, Türkiye’nin yaptığı yardımın görünmeyen kısmıyla birlikte 16 milyar dolar civarında olduğu görüşünde.

Kamplarda 5 yıldır sorun çıkmamasının gerekçesini de demokratik temsiliyet içinde kampların yönetilmesine bağladı. Bu aşamada derin bir nefes aldı, “Aslında bu bizim alanımız değildi, AFAD Acil Durum ve Felaket Yönetimi’nden çıktı, yeni bir yapıya büründü” diye sözünü noktaladı.

Aktardığına göre kamplarda Suriyeliler üzerinden ilaç yolsuzluğu yaşanmış. Suriyelilerin SGK ile sağlık ilaç sistemini kontrol eden MEDULA sistemine dahil edilmesiyle sorun engellenmiş. Başkan Uğur, Türkiye bu kadar bonkör davranıp, hoşgörü içinde sorunu çözmeye çabalarken, AB’deki bazı ülkelerin tutumunu anlamakta zorlandığını vurgulayıp devam etti: “Eğer AB’ye gitmelerini istemiyorlarsa sığınmacıların iş üretiyor olabilmesi için yatırım gerekiyor. Onları engellemek için harcadıklarını, gelip yoğun yaşadıkları yerleşimlerde yatırıma dönüştürseler, şirket kurmalara aracılık etseler sorun çok daha çabuk çözülürdü...”

Suriyelilerin yarattığı etki, tek başına yardım miktarıyla da sınırlı değil; Türkiye’nin yurttaşları için yarattığı sistemi de altüst etmiş durumda.

En açık örneği de sağlık sisteminde karşımıza çıkıyor. Çünkü, Türkiye ortalaması göz önünde bulundurularak her 4 bin kişiye bir aile hekimliği birimi, her 250 bin kişiye de bir Kanser Tarama Merkezi öngörülmüştü. İkinci basamak sağlık hizmetleri için her 35 bin kişiye bir 112 Acil Sağlık istasyonu kurulmuş. Benzer durum okullar, toplu taşımalar, yeşil alanlar için de söz konusu. Ancak bugün Hatay, Kilis, Gaziantep, Şanlıurfa ve Mardin’de bir aile hekimine 4 bin yerine 10 bin hasta düşmeye başlamış; 112 Acil için öngörülen 35 bin kişi ise çoktan katlanmış; ambulans yetmez olmuş.

473 BİN 114 AMELİYAT YAPILDI

2011’den 2015 Aralık sonuna kadar:

-Suriyelilere yönelik 15 milyon 384 bin 955 adet poliklinik hizmeti verildi.

-686 bin 790 kişi, ikinci basamak sağlık tesislerinde yatarak tedavi gördü.

-473 bin 114 kişi ameliyat edildi.

-1 milyon 555 bin 596 bebek ve çocuğa aşı yapıldı.

-114 bin 637 adet kamp içi bebek izlem, 100.753 adet kamp içi çocuk izlem, 49 bin 807 adet kamp içi gebe izlem faaliyeti gerçekleşti.

-Kamp bulunan illerde 76 bin 354, ülke genelinde ise toplamda 151 bin 746 doğum gerçekleşti.

-Suriyelilere sağlık hizmeti veren 50 adet Göçmen Sağlık Merkezi kuruldu.

-Aile Sağlığı Merkezleri ve Toplum Sağlığı Merkezlerinde Suriyeli hastalara birinci basamak sağlık hizmeti sunuldu.

-Kilis’te içme suyu talebinin 2 katına çıkması nedeniyle acil olarak yeni bir kaynaktan su temini yapıldı.

-İleri yıllarda yapımı planlanan Yukarı Afrin Barajı yapımı çalışmalarına süratle başlandı.

-Gaziantep’te içme suyunun 2023 yılına kadar yeterli olacağı düşünülürken artan nüfus nedeniyle Düzbağ Barajı için inşaat başladı.

-Hatay’ın artan içme suyu talebi için Büyük Karaçay Barajı inşaatı hızlandırıldı.

ÇALIŞMA ÇAĞINDA 1.5 MİLYON İNSAN

Bir başka sorun da 15-65 yaş arası çalışma çağında ortaya çıkmış. Zaten kendi yurttaşı için büyüme hızını gerektiği gibi yakalayamadığı için istihdam üretemeyen Türkiye’nin sırtına 1.5 milyon ekstra işsiz çıkmış. Suriyeliler bununla kalmamış, küçük esnaf ve sanatkârların işlerini de elinden alır olmuş, hem de tüm sorumsuzluğu içinde. Bunun en iyi örneğini Antakya’da Türk kebapçı Muhammed Hattapoğlu’nun kasap restoranında yaşadım. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’ndan geldiğini söyleyen üç kadın içeri girdi, bütün evraklarını didik didik etti. Et çekme makinesinin soğutma sisteminin olmadığını belirtip, öğleden sonrasına kadar düzeltmesi için süre tanıdı. Muhammed’in annesi Hava Hattapoğlu, “Cadde üzerindeki Suriyelilere ait dükkânları da bizim gibi denetlediniz mi?” sorusunu yöneltince aldığı yanıt ilginçti: “Onların işletme olduklarına ilişkin bir evrakı bile yok...”

Sığınmacıların sistemde yarattığı erozyonun en iyi örneklerinden biriydi...

Tabelası Arapça ile değiştirilmiş dükkânlar, dili değişmiş sokaklar ve kıyafeti pantolondan kanduriye dönüşmüş insanlar arasından, Suriye sınırını birlikte aştığım yol arkadaşım Abdurrahim Arslan ile birlikte dizinin hazırlanmasına katkı sunan gazeteci arkadaşlarım Saltuk Buğra Arslan, Nurcan İnal, Hasan Atmaca ve Veysi İpek’e teşekkür ve veda ederek yolumuza devam ettik...

BAKMADAN GEÇME