Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Dünya Ortadoğu Meclis Dışişleri Komisyonu Başkanı Volkan Bozkır Ortadoğu'da yaşanan gelişmeleri değerlendirdi

        KUTLU ESENDEMİR'İN RÖPORTAJI

        HZ.Muhammed’e hakaret eden, Amerikan patentli, kısa metrajlı bir film,“Arap Baharı”nın travmalarını da yaşayan İslam coğrafyasını yeniden ayaklandırdı. Filmi protesto için 11 Eylül’de Libya’da roketatarlarla yapılan saldırılar sonucu, ABD Büyükelçisi Christopher Stevens ve 3 elçilik yetkilisinin katledilmesiyle başlayan olaylar, Mısır’dan Sudan’a, Afganistan’dan Yemen’e dek yayılmış durumda. Ortadoğu’da bu gelişmeler yaşanırken, “bölgesel güç” olma yolunda çaba gösteren Türkiye, Suriye’yle derin bir kriz yaşıyor. Meclis Dışişleri Komisyonu Başkanı ve AK Parti İstanbul Milletvekili Volkan Bozkır, ülkemizin deneyimli diplomatlarından biri. Başkan Bozkır’la, hem Ortadoğu’da yaşanan sıcak gelişmeleri, hem “bölgesel güç” olma iddiasındaki Türkiye’nin “aktif” dış politikasını konuştuk.

        Libya’da ABD’li büyükelçi ve 3 diplomatın öldürülmesiyle başlayan olayları ve gelişmeleri nasıl okuyorsunuz?

        Burada, peygamberimize yönelik hakaretlerle dolu anlamsız bir filmin, Arap dünyasına etkisini unutmamak gerekiyor. Libya’nın ABD Büyükelçisi ve diplomatların katledildiği gün aynı zamanda 11 Eylül’ün 11. yıldönümüydü. Bunun gözden kaçmaması gerek. Bu saldırı, El Kaide’nin kendisine yönelik ağır darbelerin belki rövanşını almak ve “Hâlâ varım” diyebilmek için organize ettiği bir faaliyet de olabilir.

        Bu tepkiler büyüyebilir mi?

        Provokasyonun ABD seçimleri öncesinde yapılmış olması oldukça önemli. İslam dünyasını terörizmle eşleştirmek, “İslam dünyası terörün kaynağıdır” görüntüsünü vermek için yapılmış olması da son derece muhtemel. Bu tür tahrik kokan olayların bu noktaya gelmeden önlenmesi mümkün. Bu filmin uzun süre önce çekildiği ve birtakım çevreler tarafından bilindiği belliydi; önlenebilirdi.

        ABD’nin Afganistan’da El Kaide ile savaşırken, Suriye’de Esad’a karşı El Kaide ile işbirliği yaptığı iddiaları nasıl okunmalı?

        Suriye’de çözüm için çalışan ülkeler arasında ABD de var. Böyle bir tablo varken faraziye üzerine üretilmiş bir senaryo hakkında yorum yapmam. Aynı ABD, mesela baş düşmanı İran’la, Irak’ta Nuri el-Maliki’nin başbakanlığında uzlaşabiliyor. Bu tabloda bazı eksiklikler var. ABD Irak’a iki kez müdahale etti ve ikincisinde girebildi. Orada uzun yıllar arkasında demokratik ve toprak bütünlüğü olan bir Irak bırakmayı arzuladı ama gerçekleştiremeden de ayrıldı. Bıraktığı haliyle de her şekilde bölünmüş bir Irak görüntüsü veriyor. “ABD’nin Bağdat rejimine yakın” ya da “Orayı yönetiyor” görüşü pek de gerçeği yansıtmıyor.

        Sizin gördüğünüz tablo nedir?

        Irak’ta Şii nüfusun fazla olduğu gerçeği, bugün ortaya çıkmış bir realite değil. Saddam Hüseyin zamanında da Sünni bir yönetim ve Şii bir çoğunluk dönemi yaşandı. Humeyni İran’da devrim yaptığı zaman oradaki Şii yapıyla, Irak’taki Sünni yönetim ve Şii ağırlıklı nüfus nedeniyle İran-Irak savaşı çıktı. Şimdi Bağdat’ta Şii bir yönetim ve Şii bir nüfus var.“İran ve Irak işbirliği yapıyor” demek doğru olmaz. Zira Irak’ın bütün petrol kaynakları kuzeyde ve orada Sünni ve Kürt etnik yapısı ağırlıklı bir yapı bulunuyor.

        Irak’ın, eski cumhurbaşkanı 1. yardımcısı Tarık Haşimi’ye verdiği idam cezası, Türkiye’ye yönelik bir mesaj mı?

        Bu durumIrak’ın iç işidir ama Şii, Sünni, Kürt troykasından oluşan ülkede, Sünni lidere bu cezanın verilmesi troyka yapısını da bozuyor. Bence kişiye özgün bir karar gibi görünse de, yerine başka bir Sünni atandığında, bu konuları konuşmuyor oluruz.

        Bölgede ABD’ye güvenerek politika geliştirmek ne kadar doğru?

        Siyasette güven unsuru, en üst sıradaki unsurlardan biri değildir. Geçerli olan ortak çıkarlardır. Burada Türkiye ve ABD’nin birbirinin kara kaşına, kara gözüne bakması söz konusu değil. İki ülkenin ayrı ayrı çıkarları, iki ülkenin yararına bir işbirliğini bugün mümkün kılacak şekilde kesişmiştir. ABD’ye güvenirsiniz güvenmezsiniz boyutuna hiçbir zaman girmemek lazım. Burada bir ortak çıkar var.

        Nedir o ortak çıkar?

        Dünyadaki süper güç dengesi SSCB’nin çökmesiyle yalnızca ABD’nin üzerine yıkıldı. Böyle bir yapıda süper güç dengesini tekrar tesis edebilecek bir AB gözükürken, AB bugün bir süpergüç olmayı bırakın, varlığı devam ettirecek gibi bir görüntü vermiyor. Dünya barışının garanti altına alınmasını sağlayacak eski elemanlar kabiliyetlerini yitirmişlerdir. Arap Baharı ve bölgedeki sorunlara baktığımız zaman kim müdahale edecek buna?

        Birleşmiş Milletler

        BM kendisini yenileyemediği için ve hâlâ iki dünya savaşının galiplerinden oluşan 5 ülkeye veto hakkı vermeyi sürdürdüğü için, hiçbir konuda karar alamıyor. Herhangi bir uluslararası soruna katkı sağlayabilecek örgüt olmaktan çıkmış durumda. BM yok, NATO bu bölgeye gelse çok büyük bir reaksiyon olacak. Bölge insanı NATO’yu ABD’yle aynı gördüğü için NATO’nun da müdahale imkânı çok kısıtlı. Dolayısıyla tek süper güç ABD. Bu noktada Türkiye ile ABD’nin çıkarları buluşuyor.Komşularımızda bir yangın var, bu yangının Türkiye’ye sirayet ihtimali herhangi bir ülkeden daha fazla.

        Ederse nasıl bir sonucu olur?

        Yangının sirayet etmemesiiçin çaba sarf ediyoruz.Türkiye’nin de ABD’nin de çıkarı bu yangının önlenmesi. Arap Baharı, ileride İran ve Körfez ülkelerine de sıçrayabilir. Böyle bir ortamda Türkiye gerçekten önemli bir aktör olarak ortaya çıkıyor. 2000’li yılların başına bakarsak, uluslararası alanda Türkiye’nin, bu tabloda böyle önemli bir yere ulaşabileceğini düşünen hiçbir kimse yoktu.

        ‘Biz barış istiyoruz toprakta gözümüz yok’

        

        Türkiye’nin, Suriye konusunda dış politikası Beşar Esad rejiminin yıkılması üzerine kurulu. Ya Esad devrilmezse ne olur?

        Türkiye gibi büyük bir ülkenin gerek Suriye olsun, gerekse diğer konularda olsun tek planının olması mümkün değil. “Esad gitmezse Türkiye ne yapar?” gibi kilitlenmiş bir senaryo içinde değiliz. Bunca katliamdan sonra Beşar Esad lider olma vasfını yitirmiştir. 40 senedir ülkeyi yöneten bir rejim var ve Esad o rejimle birlikte ülkeyi yönetiyor. Bu nedenle önemli olan sadece Esad’ın değil rejimin değişmesi. Belki bu durum tahminimizden daha uzun sürecek ama ben Esad’ın gitmemesi gibi bir ihtimale çok fazla olasılık tanımıyorum.

        Ya Esad gitmezse...

        Burada insanların aklına gelen şu: “Bu kadar sıkıntı çekilir mi? Silahlı Kuvvetler’le Suriye’den girin Lübnan’dan çıkın...” Ama böyle bir alternatif yok. Türkiye’nin Suriye’ye girmesi söz konusu değil. Hiç öyle bir niyeti yok. Bunun yol açabileceği insan, kaynak kaybı ve içine düşülecek bataklık... Oysa Türkiye barış içinde yaşamak isteyen, başka topraklarda gözü olmayan bir ülke.

        Rusya da, Suriye’de önemli bir faktör.

        Suriye sorununun çözülememiş olması Rusya faktöründen kaynaklanıyor. Rusya, 300 yıllık hedefi olan sıcak sulara Suriye sayesinde inmiş durumda. Suriye’de elde ettiği liman, bugün Rusya tarihinin hedefi halindedir. O üssü ele geçirmiş bir Rusya, silah sattığı ülkeler azalmış bir Rusya. Silah satışı ve ihracat açısından da Suriye, Rusya için önemli bir kalem. Suriye’de Rus savaş sistemi var. Suriye’de bir çözüm aranacaksa, Rusya’nın bu üç unsurunun içinde olacağı bir çözüm olması gerekir. Rusya ile şöyle bir anlaşma yapılabilir: “Suriye yönetimi değişsin. Daha demokratik bir yönetim gelsin. Sen üssünü muhafaza et, silah satışını devam ettir ve Suriye üzerindeki etkini de sürdür.” Bence olayın çözümü burada. Rusya buna ikna olursa Suriye’deki olay 1 ayda biter.

        ‘Hiçbir ABD Başkanı, Türkiye ileilişkileri bozmaya yeltenmez ’

        

        Kasım ayında yapılacak ABD başkanlık seçimini Obama bir sürprizle kaybederse, bu durum iki ülke ilişkilerini nasıl etkileyebilir?

        ABD ve Türkiye ilişkilerinde kişiler önemli değildir. Bu ilişkilerin geçmişine baktığınızda iktidara Cumhuriyetçilerin ya da liberallerin gelmesi durumu için çeşitli fikirler yürütülür. İki ülke arasındaki en büyük sıkıntı, Cumhuriyetçiler zamanında silah ambargosunun konulmasıdır. ABD’de seçim kampanyasında kampanyada ne derlerse desinler, kim seçilirse seçilsin, seçildikten sonra önlerine dosyalar konur. Bu dosyalardır esas olan, hangi ülkelerle işbirliğinin ABD’nin çıkarlarına uygunluğudur. Obama geldiği zaman yine aynı kanaat vardı Türkiye’de. İşte kampanya sırasında, “Şunu bunu dedi, Ne olacak falan” derken, Obama bir anda Türkiye ile ilişkilerin gelişmesi için çok önemli bir aktör haline geldi. Hiç kimse Obama’dan bunu beklemiyordu.

        Bunda Başbakan Erdoğan’ın da payı yok mu?

        Elbette Sayın Başbakan’ın da bunda payı var ama Obama’nın kampanya sırasındaki tavrını değiştirecek o dosyalar ve çalışmalar olmasaydı, ABD böyle davranamazdı. Ama şunu iddia ediyorum: ABD’ye hangi başkan gelirse gelsin, Türkiye ABD için önemli bir ülke. Hiçbir ABD Başkanı Türkiye ile ilişkileri bozmayı göze alamaz. Bu stratejik ortaklık, bugünkü çıkar yapısı değişmediği sürece de devam edecek.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ