Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Ekonomi İş-Yaşam Röportajlar Eski Dışişleri Bakanı Turan Güneş'in oğlu CHP'nin ağır toplarından Hurşit Güneş ile CHP'nin dünü bugünü ve geleceği hakkında konuştuk - İş-Yaşam Haberleri

        Anıl EMRE / HT GAZETE

        CHP Kocaeli milletvekili ve Parti Meclisi üyesi. Partinin efsaneleşmiş isimlerinden eski Dışişleri Bakanı Turan Güneş’in oğlu. CHP’nin ağır toplarından Hurşit Güneş, partinin politikalarında radikal bir değişikliğe gitmesi gerektiğine karar verdi, oturup CHP için bir ‘Adalet Çağrısı’ kaleme aldı. Bu çağrıyı dile getirdiği ve iktidara gelmek için farklı bir vizyon ortaya koyduğu ‘Adalet Çağrısı: CHP İçin Sosyal Demokrasi Seçeneği’ adlı kitabı üzerinden CHP’nin dününü, bugününü ve geleceğini konuştuk.

        Kitabınızın önsözüne Cumhuriyet Halk Partisi’nin kronik bir problemini anlatarak başlıyorsunuz. CHP’liler köylüye gider, işçiye gider, onların sorunlarını ve bu sorunların nasıl çözülebileceğini anlatır, köylümüz ve işçimiz dinler, hatta ikna olmuş gözükür ama seçimde yine CHP’ye oy vermez diyorsunuz. Sizce bahsettiğiniz kesimler CHP’yi inandırıcı bulmuyor mu? Bahsettiğiniz çelişkinin oluşmasında seçmenin CHP’nin vaat ettiklerini gerçekleştirebileceğine inanmaması hatta ‘CHP gelirse bugünkü halimizi bile ararız’ tarzı bir endişe duymasının etken olduğunu düşünüyor musunuz?

        Sosyokültürel ayrılma tespitiniz önemli ama ben biraz daha hayati bir konudan bahsedeceğim. Sadece dar veya orta gelir grubunda değil iş dünyasında da mevcut olan bir endişeden söz ediyorum. CHP gelse bu istikrarı sürdüremeyebilir, işleri ekonomik olarak daha beter duruma sokabilir, vergi politikalarına yüklenebilir, bugünlerimizi ararız gibi bir korku sebebiyle hareket edildiğini düşünmüyor musunuz? Aslında büyük bir ideolojik yakınlıkları olmamasına rağmen ‘biz bu iktidarla iyiyiz, risk almayalım’ gibi bir düşünceyle hareket eden geniş bir kesim olduğuna katılmıyor musunuz? Bu endişelerin temelinde ne yattığını düşünüyorsunuz?

        İşler eskisinden daha kötü olmayacak mesajından önce verilmesi gerek şudur, ben iktidara gelirsem sen daha mutlu olacaksın ben iktidara gelirsem sana vereceğim çok şeyler var, sana daha büyük bir refah düzeyi vereceğim. Ben iktidara gelirsem senin için gelecek oluşturacağım oysaki mevcut CHP’nin referansı 1923-1946’da kalmıştır. Yani hep 23-46’yı savunur. Bunu bir kenara bırakıp ben geçmişin değil Türkiye’nin geleceğinin partisiyim, ben geleceğinde senin daha mutlu olmanın aracıyım onun partisiyim, sana refah vereceğim ve sana vereceğim refahı da şöyle verebileceğim. Köylünün durumunu şu hale getireceğim. İşçinin, taşeronda çalışan işçinin durumunu şu hale getireceğim. Bakın bugün taşeronluğun kalkmasını savunan parti CHP’dir, öteden beri. Ama taşeronda çalışan işçiler CHP’ye oy vermiyor.

        Tam olarak kastettiğim bu, kitabınızda bahsediyorsunuz, Kemal Bey ilk olarak partinin başına geldiği zaman aile sigortası gibi ciddi reformlardan bahsedildi ancak halkta karşılık bulamadı. Mesajlarınızı seçmene ulaştırmada bir problem mi yaşıyorsunuz? Bahsettiğiniz reformlar her gelir kesiminin benimseyeceği, toplumun çok geniş kesimlerine fayda sağlayacak gelişmeler ama bir şekilde ya bu mesajlar seçmene ulaşmıyor ya da ulaşıyor ama seçmen düşünüyor ve güzel konuşuyorlar ama bunları nasıl yapacaklar gibi bir düşünceye kapılıyor. Sizce hangisi, ya da her ikisi de mi? Bu engelleri nasıl aşacaksınız?

        Eğer CHP 2011 seçim bildirgesinde sunduğu konuları sürekli yani 2011’den 2014’e kadar taşıyıp gündemde tutsaydı seçmenin belli bir kitlesi üzerinde inandırıcı olurdu. Bugün AKP’ye oy veren bir seçmene gitsek ve CHP’ye oy versen ekonomik durumun ne olur diye sorsak muhtemelen çok fazla bir bilgisi olmayacaktır. Bu aile sigortasını 2011’den beri kaç defa gündeme getirdik, Türkiye’de hala ne kadar yoksul olduğunu, kaç milyon açlık sınırında bulunan insan olduğunu ve bunlar için aile sigortasını ne kadar önemli olduğunu bu geçtiğimiz dönemde ne kadar dile getirdik? Sadece seçim döneminde kullanıldığı için ve bir süre sonra göz ardı edildiği için toplumda ‘ya bunlar seçim vaadi geldi geçti’ algısı oluşuyor. İnandırıcılığın engellerinden bir tanesi bana kalırsa bu. Eğer 1973’e referansla bakarsak rahmetli Ecevit o zaman sürekli aynı konuların üzerine gidiyordu. O zaman daha inandırıcı geliyordu çünkü o kadar ısrarlılar ki her gün aynı konunun üzerine gündeme getiriyorlar, her gün aynı konuyu gündeme getirirseniz toplumun belli bir kesiminde etki yaratırsınız. Ama kısa bir süre için 2 aylığına kullanıp sonra belki programınızdan kaldırmıyorsunuz ama vurgunuzun azalttığınız zaman tabi bir inandırıcılık sorunu ortaya çıkar.

        ‘BEN MÜSLÜMANLARIN PARTİSİNE OY VERİYORUM, CHP’YE VERMEM’

        Bu uçurum aslında 1946’dan yana vardı. Fakat tonları değişik oldu. Bana kalırsa bu uçurum 1995’den sonra daha da derinleşti. Örneğin 73 veya 77 seçimlerinde Demirel miting alanlarında CHP’nin tek parti yıllarına bu denli yüklenmezdi, yüklenemezdi, yüklenseydi de bir sonuç alamazdı. Çünkü o dönem CHP, referansını tek parti yılları üzerine değil, büyük ölçüde Türkiye’nin geleceği için çizdiği yeni doğrultu olan ortanın solu hareketi üzerine bina ediyordu. Dolayısıyla netice alınamayacağı için CHP hakkında tek parti döneminde şunu yaptı bunu yaptı gibi bir eleştiri yoktu. Şimdi ise bu eleştiriler çok yoğun biçimde yaşanıyor. Bu sadece başbakanın saldırganlığından değil, tarihsel olgulardan değil aynı zamanda CHP’nin kendisini koyduğu konumdan da kaynaklanıyor, aslında CHP bunu rahatlıkla aşabilir. Bunların zamanında Camilere saman doldurdular gibi bir balonu, bir boş lafı, bir iftirayı CHP rahatlıkla aşabilir.

        Şu ekonomi mevzusuna dönmek istiyorum, bir ekonomi profesörü olarak çok iyi biliyorsunuz ki sadece seçmenin değil yabancı yatırımcının CHP ile ilgili algısı da çok önemli. Yabancı yatırımcıya bir iktidar alternatifi, ekonomik ve siyasi istikrarı en azından devam ettirebilecek bir siyasi parti olarak gözükebilmeniz gerekiyor. Bu açıdan CHP kendini yurtdışında, özellikle yatırımcılara yeterince anlatabiliyor mu? AK Parti bu açıdan çok başarılı, bu konuya ciddi önem veriyorlar. CHP de veriyor mu?

        Bu konunun önemli olduğuna katılıyorum. Örneğin bunu AKP 2002 yılından önce başarıyla yaptı ama bunu yapmaya mecburlardı çünkü yeni bir partilerdi kendilerini anlatmaları lazımdı oysa CHP’nin bilinmeyen bir tarafı yok. CHP’nin ürküttüğü kesimler dünyadaki finans kesimleri veya iş alemi değil. Bunlar iktidara gelirse öyle sosyalist bir politika uygularlar, öyle devletçi bir politika uygularlar ki piyasa altüst olur kaygısı içinde olduklarını düşünmüyorum. Ancak iktidar halka şu mesajı vermeye çalışıyor, CHP iktidara gelirse istikrar bozulur faizler de yukarıya gider siz de çok borçlu olduğunuz için bunu ödeyemezsiniz. Bunu söylerken aslında bir açık veriyor, vatandaşı o kadar borçlu hale getirdiler ki en ufak bir istikrarsızlık vatandaşı perişan edebilir. Bence CHP’nin ana meselesi finans kesimlerini veya Bebek’te dairesi olan iş alemini ikna etmesi değil. Bence CHP’nin temel meselesi Esenler’de oturan Bağcılar’da oturan vatandaşın ikna edebilmesi. Asıl ikilemimiz bu, bunun çözmemiz gerekiyor, onları ikna etmiş değiliz.

        Peki tam da bu ikna üzerinden gidelim. İktidar partisinin halka en iyi tanıttığı, en öne çıkardığı yönlerinden bir tanesi de projecilik. Özellikle büyük projelerden bahsediyorum, Kanal İstanbul gibi, Marmaray gibi, 3. Havalimanı gibi. CHP için de hep bir ‘istemezükçü zihniyet’ eleştirisi yapılıyor, projelere karşı çıkar, yeniliklere karşı çıkar, aslında bu anlamda aşırı derecede tutucu olan parti CHP’dir mesajı veriliyor. Bu algının kaynağında sizce ne var ve nasıl değiştirilebilir?

        Şimdi Kanal İstanbul gibi birçok proje aslında AKP’nin iktidara geldikten sonra ürettiği projelerdir. CHP iktidarında da çeşitli projeler çıkacaktır, projeler iktidara gelince çıkar. Projeyi muhalefetteyken sunmanız gerçekçi değildir. Yani niye proje önermiyorsunuz sorusunun cevabı basittir. İktidarda değilim.

        Ama günümüzde siyasi mücadeleler algılar üzerinden yürümüyor mu? Algıyı böyle oluşturursunuz. Ben projeciyim, Türkiye için şu projeleri hayal ediyorum dediğiniz zaman seçmeni kazanmak bence daha olası gözüküyor. Bunu yapmak için iktidara gelmeyi beklemek, iktidara gelmenizi daha da geciktirmez mi?

        Öncelikle şunu belirterek başlamak istiyorum. CHP için sürekli bir ‘iktidarı eleştiriyorsunuz başka bir şey yapmıyorsunuz’ algısı var. Biz ana muhalefet partisiyiz. Biz muhalefet yapmakla sorumluyuz, görevimiz eleştirmek. Demokratik bir sistemde muhalefet partisi sürekli iktidarı eleştirerek, iktidarı hatalarından arındırmaya çalışır. Ama şurayı söylüyorsanız doğru. Ya bir muhalefet partisi olarak da hep kalmak istemiyorsunuz ya. Siz sonunda iktidar partisi olma arzusundaysanız, siz Türkiye’ye bir proje sunun. Hep eleştirerek bu iş yürümez diyorsanız buna katılıyorum. Bizim hedefimiz iyi muhalefet partisi olmak değil. İktidar olmak istiyoruz. Bunun da formülü ortada. Siz iktidara geldiğinizde neyi yapacağınızı topluma anlatmanız gerekir. Bunu anlatırsanız toplum sizi iktidara taşıyacaktır. Yoksa sadece iyi muhalefet yaparsanız ya bu CHP bize lazım, iktidarın hatalarını söylemesi için lazım, buna muhalefette kalacak kadar oy verelim der. İktidara gelmek için proje üretmek gerekir. Bunun için bir genel projeye ihtiyacımız var. Topluma bakacağız, sosyolojik yapıyı göreceğiz ihtiyaçları göreceğiz, bu toplumu nereye doğru götüreceğimizi topluma anlatacağız ve bununla oy alacağız. Sadece kürsüye çıkıp iktidarı sert şekilde eleştirmek, bize oy veren muhalif kesimin ‘aferin, yüreğimizin sesi oldun’ dedirtir ama bizi iktidara taşımaz.

        Kitabınızda ‘1923-1950 arası özgürlük kavramına önem atfetmeyen CHP, 55-60 arası aydınların özgürlük sorunu oluşunca, özgürlükleri kısıtlayan DP iktidarına karşı direnç göstermeye başladı’ tespitinde bulunuyorsunuz. Ben bugüne bir paralellik çekmek istiyorum, aynısını AK Parti iktidarı dönemi için de söyleyebilir miyiz? Yani AKP döneminde yaşam alanlarının daraldığı hissine kapılan seçmenin çizgisindeki CHP, bu konuya daha fazla ağırlık vermeye başladı. Mesela inanç özgürlüğü konusunda daha ciddi söylemler geliştirilmeye başlandı, çünkü kendileri de aslında yaşam tarzlarının tehdit altına girmeye başladığını düşünüyorlardı diyebilir miyiz? Kısacası CHP damdan düşünce mi damdan daha önce düşmüş kesimlerin sıkıntılarını anlamaya başlamıştır? Damdan düşmek mi gerekiyordu inanç özgürlüğü konusunda bir şey söylemek, empati geliştirebilmek için.

        Başörtüsü konusunda bir miktar CHP’de ilerleme oldu. Üniversitelere ve meclise başörtülülerin girmesi konusunda CHP geçmişe göre farklı bir tutum içinde oldu. Aydınların özgürlüğü üzerindeki baskılar konusu tıpkı 1955-1960 arası Demokrat Parti’nin uyguladığı o baskıcı ortama benziyor bugünkü iktidar. Ve o zaman da CHP direnç göstermişti aydınlar üzerindeki, üniversiteler üzerindeki, medyanın üzerindeki baskıya, bugün de gösteriyor. CHP bugün özgürlükler konusunda bu derecede ileri bir demokrat tavra sahip olmasına rağmen kimlikler konusunda yeterince ilerici davranamadı. Mesela TRT Şeş konusunda CHP ilerici davranamadı. Hala partinin içindeki bazı kesimler barış süreciyle ilgili yeterince ilerici davranamıyor. Kuşkusuz artık görüşlerin yanında 21. yüzyılda görüşler üzerinden siyaset yapılıyor ve kimlikler üzerinden siyaset yapıldığında da CHP’liler ürkmemeliler. Aksine kimlikler üzerinden siyaset yapanlar varsa ve bunlar mağdur kesimlerse bunları kucaklayacak olan CHP olmalıdır.

        ‘PARTİ İÇİNDEKİ TUTUCU KESİM DEĞİŞİMİ ENGELLİYOR’

        ‘Sol ve CHP inanç özgürlüğü konusunda neoliberal muhafazakârların aslında özgürlükçü olmadıklarını bir önadımla gösterebilir.’ Diyorsunuz. Örneğin başörtüsü özgürlüğü konusunda önadımı atan AK Parti oldu. CHP bu önadımı atsaydı, bu konuda samimiyetle hareket edildiğini gösterebilseydi, inançlarla barışık olunduğuna dair önemli bir gösterge olmaz mıydı? Bu konuda geç kaldığınızı düşünüyor musunuz?

        Biz aslında bunu çok daha önce yapabilirdik ama parti içindeki tutucu bir kesim bunu engelliyor. Aslında CHP tarihi boyunca kendini yenilemiş, dinamizm sahibi bir partidir. Örneğin 1947-1950 arası geçirilen değişim, daha sonra ilk hedefler beyannamesi ve tabi 70lerde ortanın solu hareketi. Yani CHP’ye hiç dokunulmamalı, hiç değişmemeli düşüncesi, parti içindeki tutucu kesimin tavrıdır ve CHP’nin özüne de aykırıdır. Dolayısıyla CHP’nin başörtüsü konusunda, kimlikler konusunda, özgürlükler konusunda daha ilerici adımlar atması gerekir.

        Parti içindeki tutucu bir kesimden bahsettiniz. Bu ‘inançlarla barışık olmayan CHP’ ya da ‘istemezükçü CHP’ mesajlarının seçmende karşılık bulmasına yol açan kesim söz konusu kesim midir? Ve bu kesim konusunda ne yapılacaktır? CHP’nin makûs talihi bu kesim sebebiyle böylece sürüp gidecek midir?

        Hayır asla. Bahsettiğimiz kesim parti tabanında daha az partinin üst kesiminde daha fazla. Ve bu kesim aslında CHP’nin kalıcı kesimi değildir. Bu kesim CHP’den kopmuş gitmiş bir kesimin yeniden CHP’ye tebarüz etmiş versiyonudur, bir kısmı CHP’nin yakın geçmişinde de yoktur. Dolayısıyla bu istemezük, fren yaptırtma, CHP’nin Türkiye’nin özgürlükçü partisi olduğunu göstermeyi engelleme, CHP’nin Türkiye’nin en özgürlükçü partisi olduğunu gölgeleme girişimleri aslında klasik CHP’li bir görüntü değildir. Ve tabanda da yoktur. Bunu samimiyetle söyleyeyim. Ben tabanda CHP’nin tutucu bir parti olması gerektiği görüşünün egemen olduğunu düşünmüyorum. Olsaydı bugüne kadar olan değişimlerin hepsi tepki görürdü. Bir örnek vereyim, CHP meclise başörtüsüyle gelinmesi konusunda engel olmadı, parti örgütlerinden ne denli direnç geldi? Hiç gelmedi.

        ‘ENDİŞELİ LAİKLER CHP TABANINDAN DEĞİLDİR’

        Belki idari anlamda gelmemiştir ama seçmeniniz bir kesiminden, resmiyete dökülmese de ciddi bir tepki, bir yenilmişlik hissi olduğu ortada. ‘Endişeli laikler’ tabir edilen kesimde bir tepki, hoşnutsuzluk olmadı mı?

        Endişeli laikler denilen kesim CHP’nin tabanı değildir. Bu kesimin endişeli olmasında da haklılık payı vardır aslında. Çünkü sadece dini referansla siyaset yapan bir başbakan var, bir iktidar partisi var. Böyle bir parti iktidara geldiği zaman tabii ki Türkiye’nin modern, laik kesimleri çok büyük bir refleks gösteriyorlar ve o refleksten de CHP etkileniyor. Ben kendi adıma mütedeyyin kesimlerin de Türkiye’de laik yaşam tarzını benimsediklerini düşünüyorum dolayısıyla rejime yönelik bir tehlike görmüyorum ancak görenler var, bunların da böyle bir endişe içerisinde olmasına gerek olmadığı kanaatindeyim.

        ‘Ecevit’in ortanın solu hareketinin stratejisi kendi seçmeni olsa bile geniş toplum kesimleriyle partinin buluşmasına mesafe koyanlara söz söylemekti’ diyorsunuz. Bugün bu ‘söz’ü söyleyebilecek iradeyi CHP’de görüyor musunuz?

        Kesinlikle görüyorum, görmesem bu kitabı yazmazdım. CHP tabanının bir büyük değişimi arzuladığını, iktidar istediğini ve mevcut haliyle buna ulaşamayacağını düşündüğünü sanıyorum. Ancak o günün CHP’sinin mesajlarıyla hareket edemeyiz. O günün söylemleri o günde kaldı. Bugün ise yeni mesajlar yeni söylemler gerekiyor. O zaman dünyada sosyalizm rüzgârının etkileri görüldüğü için CHP bundan etkilenmişti. Bugün böyle bir söylem yok. O gün daha çok görüşler üzerinden siyaset yapılıyordu, bugün kimlikler üzerinden yapılıyor. Bu gerçekleri görmeden CHP’de bir siyasi dönüşümü, bir sosyal demokrat veya sol dönüşümü yapmak mümkün olmaz.

        ‘GEREKİYORSA DAHA FAZLA CAMİ İNŞAATI YAPABİLİRİZ’

        Ecevit zamanında siyasette sola doğru bir kayış olduğunu söylüyorsunuz. Bugün sizce siyaset sağa mı kayıyor? Ve CHP kendini buna adapte ediyor mu?

        Bir muhazafakarlaşma söylemi var. Ama bu muhafazakârlaşmayı eğer geleneksel değerlere sahip çıkma anlamında düşünüyorsak bu bize engel olmaz. Toplumun değerleriyle ilgili öğelerin bizim için engelleyici bir tarafı olamaz. Eğer toplumda camilerin yetersiz olduğunu düşünenler varsa ve bunun kendi dünyasında çok önemli olduğunu düşünüyorsa, bu sosyal demokrat bir siyasi hareket için engelleyici unsur değildir, cami inşaatı yapabiliriz. Tıpkı Türkiye’de yeterince cem evi olmadığı gibi. Kimlikler ve inançlar üzerinden kendilerini ifade edenler aslında CHP’yi ve sosyal demokrat hareketi kendilerinden ırak görmemeliler.

        ‘Laik hassasiyetlerin öne çıkmasıyla CHP 1994-1995’ten itibaren bir kapanarak özüne dönüş geçirdiği’ tespitinde bulunuyorsunuz. Bugün artık bir değişim olması gerektiği kanaatindesiniz, ancak bu dönüşümde 70lerin mesajlarının referans alınamayacağını söylüyorsunuz. Peki tam olarak nasıl bir ‘sosyal demokrasi seçeneği’ (kitabın adı) öngörüyorsunuz?

        1995’te Refah Partisi iktidara gelince, Türkiye’nin modern kesimleri ve CHP’nin seçmen çekirdeğini oluşturan kesimler büyük bir ürküntü yaşadılar. Bu bence CHP’nin söyleminde bir vurgu değişikliği meydana getirdi. Laiklik, cumhuriyet değerleri, batıya yakın çağdaş yaşam gibi değerler, yok olabilecekleri endişesiyle yoğun bir şekilde tekrar gündeme geldi. Ve biz sosyal adaletçi politikalarımızı bir kenara koyduk, ikinci derecede vurgular hale geldik. Bu bizim, 70lerde her birinden yüksek oy oranı yakaladığımız Ankara’da Çankaya ve Altındağ arasında ya da İstanbul’da Beşiktaş ve Zeytinburnu arasında bize verilen oy oranlarında çok büyük bir uçurumun oluşmasına yol açtı. Niye oluştu? Çankaya’da ve Beşiktaş’ta oturan vatandaşlarımızın gerçekten bir laiklik kaygısı var. Ama Altındağ’daki veya Zeytinburnu’ndaki kesimlerin laiklik kaygısı aynı değil. Onların sosyal adalet ve refah beklentileri daha fazla. Biz bu sosyal adaletle ilgili politikalarımızı daha geri plana alınca, buralardaki oy oranında hızlı bir çöküş yaşandı. Bu bize belki Refah Partisi’ni ya da AK Parti’yi ANAP veya Adalet Partisi’den daha farklı gören daha yüksek gelir grubuna mensup seçmeni kazandırdı ama geniş halk kitleleriyle aramızı daha çok açtı. Ben sosyal demokrat bir partiyim diyorsun ve yoksullardan oy almıyorsun. Buna ciddi bir çözüm bulmak gerekir.

        Sizce seçmenin AK Parti’ye bu kadar yüksek oranlarda oy vermesinin temelinde AK Parti’nin muhafazakar olması ve sosyokültürel olarak halkın muhafazakar damarına hitap etmesi mi yoksa topluma hizmet ulaştırılmasındaki başarılar ve seçmenin refahının, yaşam kalitesinin yükselmesi mi var? Hangisini daha baskın görüyorsunuz?

        Kuşkusuz AKP’nin yüzde elli oya ulaşmasındaki etmenlerden bir tanesi vatandaşın tüketim düzeyinin, harcama düzeyinin artmasıdır. Tabi bu büyük bir borçla oldu ve vatandaş sonunda bunu görecek ama şu anda daha fazla buzdolabı, daha fazla televizyon, daha fazla araba aldığı için, kendisini daha müreffeh hissediyor ve AK Parti’ye de oy veriyor.

        Yerel yönetimler aracılığıyla vatandaşa ulaştırılan hizmet ve sunulan yüksek yaşam kalitesi vatandaşın siyasi tercihini en çok etkileyen ve AKP’nin en çok öne çıkardığı konulardan bir tanesi. Bu konuda CHP’li belediyelerin de ciddi başarı hikayeleri var. İlk akla gelen Eskişehir Belediyesi. CHP’nin yerel yönetim ve hizmet alanındaki başarılarını yeterince öne çıkaramadığı, başka bir deyimle pazarlayamadığını düşünüyor musunuz? Bunun CHP’nin icraatçi bir parti olmadığı algısını beslediği kanaatinde misiniz?

        CHP şu izlenimin verilmesi karşısında dik durabilir: ‘Cumhuriyet Halk Partisi gelse başarılı olamaz’. Tam aksine CHP’li belediyeler çok daha başarılıdır. Şişli belediye başkanı, bir ilçenin belediye başkanı, aday oldu İstanbul’da yüzde 40 oy aldı. Kendi partisinin oy oranını nasıl geçebilir demek ki çok başarılı bir belediyecilik anlayışı vardır. Yani seçmen iyi hizmeti gördüğünde aslında ödüllendiriyor. Böyle çok örnek mevcuttur. Bize oy vermeyen yerlerde de bir kere kazansak, fırsat verseler belediyecilik anlayışımızı görecekler.

        Sayın İhsanoğlu’nun adaylığına gelelim. Bugün CHP içinde hatırı sayılır oranda itiraz var kendisine. Bu itirazın kendisinin muhafazakarlığından kaynaklandığı kanaatinde misiniz?

        Şunu söyleyeyim. Bir insanın dini vecibelerini yerine getirmesi sebebiyle aday yapılmak istenmemesi karşısında ilk ben dururum. Bir insanın dini inançları ne olursa olsun CHP’de engelleyici unsur olmaz. Bugün Sayın İhsanoğlu’na ya bu adam oruç tutuyor, beş vakit namazında diye karşı çıkan varsa CHP’yi ve sosyal demokratlığı anlamamış demektir. İhsanoğlu’nun uzun süre başında bulunmuş olduğu İslam İşbirliği Teşkilatı’na bakan düzeyinde katılımı ilk olarak Ecevit başlatmıştır. Katılan bakan da rahmetli babamdır. Dolayısıyla bu yeni dönemde CHP’nin geçmişini bilmeden bazı eleştirileri bazı dirençleri CHP’nin kendi öz refleksidir diye değerlendirmeyi doğru bulmam.

        Peki kendisinin adaylığını nasıl değerlendiriyorsunuz?

        Sayın İhsanoğlu, AKP’ye saldırgan bir tavır takınmaması, cumhurbaşkanı olduğu takdirde onların da cumhurbaşkanı olacağını belirtmesi itibariyle bence parlamenter sistemin gerektirdiği, cumhurbaşkanının herkesi kucaklayıcı olması ve bütün partilere eşit mesafede olması ihtiyacı dikkate alındığında belki de gösterilebilecek en iyi aday. Çünkü AKP ve tabanına da ters bir aday değil. Yani seçildiği durumda AKP’nin tabanını endişelendirmeyecektir, asla rahatsız etmeyecektir.

        Türkiye’de bir sol alerjisi olduğu, bazı kesimlerde ‘solcu’ kelimesinin hala inançsız veya komünist gibi aşırı uç çağrışımlar yaptığı malumunuz. Bu şartlar altında sol kavramını sahiplenmenin bir bagaja yol açacağını, hatırı sayılır bir seçmen kitlesini daha baştan diğer partilere yönlendireceğini düşünmüyor musunuz? Kitabınızda da bahsediyorsunuz, kendini solcu olarak tanımlayanların sayısı Türkiye’de oldukça sınırlı. Sol kavramını bu kadar sahiplenmek Türk toplumunun ve siyasetinin realitelerini algılayamamak olarak yorumlanmamalı mı?

        Sol kavramından vazgeçmenin gerekli olduğunu düşünmüyorum. Önemli olan vurgulamak değil içini doldurmaktır. Sürekli sol sol sol diyerek insanların gözüne sokmanın, bu tarz bir vurgu yapmanın doğru olduğunu düşünmüyorum. Sosyal adalet kavramının peşinde bir siyaset anlayışı geliştirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bu sebeple kitabımın adını ‘sola çağrı’ değil ‘sosyal adalet çağrısı’ koydum.

        Bazı kesimler CHP’nin telafi edilemeyecek kadar ağır bagajları olduğunu söylüyorlar, CHP’nin çağrışımının bazı kesimlerde onarılamayacak kadar negatif olduğu, tek parti döneminden ya da ‘inançlarla barışık olunmadığı’ algısından ötürü bu kesimlerin hiçbir zaman CHP ile barışamayacağı gibi bir görüşe katılır mısınız? CHP genel merkezinde ‘asırlık çınar yeni filiz’ sloganını görmüştüm. Bazen fidanı da yenileyerek yeni bir oluşuma gitmek gerekiyor mu sizce?

        CHP’de mevcut yönetimle devam edilemez diye düşünen seçmen içerisinde hatırı sayılır bir kesim var. Üst yönetimde taze kan olmadan iktidar yürüyüşünün mümkün olmadığına katılıyor musunuz?

        Bu meseleler bireysel meseleler değildir. CHP’nin liderlerinden bahsediyorsanız 1980 sonrası en fazla lider değiştirmiş kesim soldur. Çözüm lider değiştirmek değildir, çözüm kişilerde değildir. Siz lider değiştirebilirsiniz ama eğer partinin söylemini, partinin halka verdiği mesajları, genel programı yenilenmezse o zaman bir şey ifade etmez.

        ‘SOMA’DA SORMAK LAZIM: CANINIZDAN NEDEN OLDUNUZ?’

        Mağdur kesimlerin mağduriyetlerine rağmen hala bir sosyal demokrat parti olan CHP’yi umut ışığı olarak görmediği gerçeği nasıl değiştirilebilir?

        Seçmenle etkin bir şekilde iletişim kurup mesajlarımızı net olarak iletmemiz lazım. Soma’da bir köy hariç diğer bütün köyler, yüzde 90’ın üzerinde ölenlerin köyleri AKP’ye oy veriyorlar. Sen neden öldün? Senin oğlun, kocan neden öldü? Canınızdan neden oldunuz? Bunu sadece Soma’da değil Türkiye’nin her yerinde anlatmak gerekir, bu vatandaşlarımız neden öldüler? Şırnak’ta önümüze çıktı. Köle gibi çalıştırıyorlar. Bence hiç başka şey anlatmaya gerek yok, laiklik elden gidiyor diye bağırmaya gerek yok, bunlar Atatürk düşmanlığı yapıyorlar demeye gerek yok, Şırnak’ta insanlık düşmanlığı yapılıyor. Kölelik. Ölüyorlar. Madenlerde dolayı bütün dünyada oransal olarak en fazla ölüm hala Türkiye’de. Tersanelerde de öyle. Değişmiş değil. Bunlar emekçiyle ilgili konular değil mi? Somut değil mi? Anlatmaya gerek yok mu? Şöyle mi düşünmek lazım, bunlar nasolsa muhafazakâr bize oy vermezler, İsmet Paşa’nın yaptıklarını düşünürler hadi geçelim. Böyle bir şey yok. Taşeron işçiliğin kalkmasıyla ilgili programlarımız var. AKP’nin programında var mı? Bunları anlatmak gerekiyor.

        AK Parti’nin uyguladığı ekonomik modelin başarısını nasıl değerlendiriyorsunuz? ;

        AK Parti finansal krizin sonucunda iktidara geldi. 2002-2007 arası başarıya bakalım. Dünyada konjonktür çok müsaitti. Olağanüstü para aktı Türkiye’ye.

        ‘2002’DE CHP İKTİDARA GELSE AKP’DEN DAHA BAŞARILI OLURDU’

        Yani bu ‘Türkiye mucizesi ‘ tabir edilen ekonomik başarı yalnızca AK Parti politikaları veya vizyonundan kaynaklanmıyordu diyorsunuz. 2002’de CHP iktidara gelseydi aynı uluslararası konjonktürü arkasına alarak bunu başarabilir miydi?

        Başarırdık. İddialıyım. Başarırdık ve daha iyisini de yapardık. Belki 2002-2006 arası büyüme performansı aynı olmazdı ama 2006 sonrası daha yüksek olurdu ve 2002-2014 ortalaması bugünkünden çok daha yüksek olurdu.

        Çünkü küresel likidite yani para akımına dayalı olarak büyümeyi yaptılar ama şimdi tökezliyorlar çünkü likidite artmayınca büyüme çıkaramıyorlar ortaya. Biz o zaman o akan likiditeyi daha iyi kontrol edeceğimiz için belki daha kontrollü bir büyüme ortaya çıkardı başta fakat kuru bu kadar baskılamazdık, daha yüksek bir büyüme ortaya çıkarırdık. Onun için burada bir AK Parti efsanesi, AK Parti mucizesinden bahsetmenin ekonomik olarak anlamlı olmadığını düşünüyorum. Varsa eğer öyle bir mucize, niye 2002-2006 arası yarattıkları büyümeyi yaratamıyorlar, bugün ikide bir de yüzde 3,8 mi olacak yüzde 4 mü olacak, yok canım 4’ü buluruz çok iyi gidiyor işler diyorlar. Türkiye için çok düşük bir büyüme.

        Bugün CHP iktidara gelse büyümeyi daha ciddi rakamlara çıkarabilir mi?

        Hemen ilk yıl olmaz ama çıkarabilir.

        Kitabınızda şöyle belirtiyorsunuz ‘Diğer partilerde lider ön plandayken CHP’de örgüt belirleyici role sahiptir. Bu sizce günümüzde, daha baskın siyasi figürlerin rabet gördüğü bir ortamda avantaj mı dezavantaj mı sayılmalı? Şöyle de sorayım, CHP’de ciddi bir kakofoni, bir çokseslilik var, sağlıklı buluyor musunuz?

        Kakofoni kelimesiyle sorarsanız sağlıklı bulmam. Ama çokseslilik ve demokratik ortam derseniz evet derim. CHP’de özgür tartışma ortamının olmasını doğru buluyorum. Farklı seslerin imkan bulabilmesini doğru buluyorum. Ama şöyle bir farkla. Cumhuriyet Halk Partisi’nin meşru tartışma organlarında bu tartışmaları yapmak gerekiyor. Örneğin parti meclisi, CHP grubu, kurultay. Bu platformlarda herkes her konudaki düşüncelerini özgürce dile getirebilmeli. Dışarıdan kakofoni gibi gözüken içerideki çok sesli tartışma ortamının sağlıklı olduğunu düşünüyorum. Sağlıksız olan AK Parti’de olanıdır. İnsanlar konuşamıyor, korkuyor, büyük bir baskı ortamı var.

        ‘FARKLI GÖRÜŞLERİ BASINLA PAYLAŞMANIN DOĞRU OLMADIĞINI DÜŞÜNÜYORUM’

        İnsanlar ister istemez şunu düşünüyor. Tabii ki demokratik bir fikir alışverişi olsun ama bir yerde de genel başkanın söylediği tartışmalara set çeksin. Sonsuza kadar sürmesin bu tartışma ortamı. CHP’de bu sağlanabiliyor mu ?

        Kesinlikle sağlanıyor. Örneğin Sayın İhsanoğlu’nun adaylığını genel başkanımız açıkladı, kendisine bu konudaki değerlendirmemizi ben de dahil hepimiz parti meclisinde yaptık, ama ben konuyu şöyle kapattım, siz bir açıklama yaptınız, genel başkanımız kamuoyuna bir deklarasyonda bulunduysa hepimiz bunu imzalayıp desteklemeliyiz. Fakat şunu yapmamalıyız. Farklı bir görüşün var. CHP yönetimiyle ayrıştığın bir konu var. Onu gidip basınla paylaşmanın doğru olmadığını düşünüyorum. Çünkü bu paylaşımın meşru bir ortamı zaten kendisine açık.

        Peki parti örgütüne eleştirileriniz var mı? Örgütün partide çok kuvvetli olduğunu savunuyorsunuz. Bu kuvvet sokağa yansıtılıyor mu, kapı kapı dolaşarak, vatandaşa parti programınızı anlatarak, biz gelirsek şu şu imkanlara kavuşacaksınız diyerek vatandaşı kazanmak için yeterli çabayı gösteriyor mu örgütünüz? Çünkü bu konuda ciddi eleştiriler var. AKP bu konuda tartışmasız şekilde çok başarılı ve sizin parti örgütünüzün bu başarının çok gerisinde kaldığı konuşuluyor.

        AK Parti’nin parası çok, her tarafı donatıyor. Bu başarılı oldukları anlamına gelmiyor. CHP’nin bir propaganda yöntemi değiştirmeye ihtiyacı var. Sayın Kılıçdaroğlu 2011 seçimlerinde yanlış hatırlamıyorsam 160 tane miting yaptı. Ama bu daha fazla oy sağlayacak demek değil. Çünkü örneğin Amasya’da miting yaptım bir de Merzifon’da yapayım demeniz oy artırmaz. Çünkü 76 milyon vatandaş artık her akşam televizyonlarından ne söylendiğine bakıyor. Dolayısıyla kaç defa konuşma yaptığınız değil o konuşmada ne söylediğiniz önemli. Erdoğan’ın ne kadar miting yaptığına bakmayın, ne mesaj verdiğine bakın. Hep aynı mesajları işliyor. CHP artık esnaf ziyaretleri, kahve ziyaretleri gibi şeyleri bırakması lazım. Türk halkı misafirperverdir, sizi dinler ama oyunu vermeyebilir.

        Ev ziyaretleri konusunda ilk AKP’nin kuruluş ve yükseliş dönemlerinde çok etkili oldular. CHP’liler kahvelerde, mitinglerde, mahalle mitinglerinde sesini duyurmaya çalışırken ki büyük ölçüde zaten partililerden oluşur bu kalabalıklar, AKP örgütleri bizzat başka partilere oy verenlerin evlerini ziyaret ederek başarılı oldular. Bu artık geçerli değil. Şimdi AKP de zenginleşti, AKP de kompradorlaştı. Şimdi onlar sadece Tayyip Erdoğan’ın mitinglerine gidiyorlar. Artık örgütleri o kadar çok çalışmıyor. Kompradorlaştı kelimesini bilerek söylüyorum çünkü zenginleştiler, varlıklı hale geldiler, artık ezilmişlerin sesini, mağdurları oynayamazlar.

        AK Parti’nin ezilenlerin sesini artık oynayamayacağını söylüyorsunuz. CHP için öngördüğünüz misyon ise ezilenlerin haklarına sahip çıkmak. Ancak AK Parti 12 yıldır iktidarda olmasına rağmen hala bu kimliğini başarıyla sahipleniyor, halkta da karşılık bulmaya devam ediyor. Başbakan Erdoğan’ın seçim şarkısının ilk sözleri ‘Ezilenlerin gür sesidir o’. 12 yıllık maziye rağmen hala bu konuda inandırıcı olabilmeleri biraz da muhalefetin kabahati değil mi?

        Onlar ekonomik mağduriyetler dışında sosyokültürel mağduriyetlerden de söz ediyorlar, başörtüsü mağduriyeti gibi. Bizde kabahatler olduğunu kabul ediyoruz. Düşünmesek bu kitabı yazmazdık zaten. Bu konuda yapmamız gerekenler var konuştuğumuz gibi.

        ‘DEVLETİN İÇİNDEKİ ÖZEL ÖRGÜTLENMELERİ CHP TEMİZLEMEK İSTER’

        Olabilir böyle düşünen arkadaşlarımız var partide. Ama bizim meselemiz cemaatle değil. CHP’nin sadece Gülen cemaati değil hiçbir cemaatle ya da tarikatla mücadelesi olamaz, problemi olması mümkün değildir. Ama bunlar eğer organik olarak devletin içinde örgütlenmek isterlerse o zaman mücadele ederiz. Sivil hayatta devletin dışında kamunun dışında ne tür örgütlenmek isterseniz örgütlenin bunu bir özgürlük alanı olarak görürüz. Ama devletin içinde özel olarak toplu olarak örgütlenmeye kalkarsanız o temizliği Cumhuriyet Halk Partisi yapmak ister.

        ‘BDP’LİLERİN ÖNEMLİ BİR KISMI CHP’LİDİR’

        Cumhuriyet Halk Partisi’nin BDP seçmeninden oy alıp alamayacağı tartışılır diyorsunuz. Tartışalım lütfen.

        Ben CHP’nin bir tabanının BDP’ ye kaydığını düşünüyorum. BDP’nin önemli bir kısmı CHP’lidir. Sırrı Sakık, Hasip Kaplan bunların hepsi CHP yöneticisiydi. Hasip Kaplan CHP’nin İstanbul il yönetim kurulu üyesiydi. Hem de çok eski değil 1995’te. Bunların önemli bir kısmı CHP’lidir. Aileleri de CHP’lidir. Ama tabi Türkiye’de yeni bir siyaset doğdu Kürt siyaseti diye yeni bir siyaset doğdu. Ve böyle bir taban kopması da bizden yaşandı. Bence bir barış ortamı sağlanır, PKK silahından arındırılır ve Türkiye’de barışçıl demokratik siyaset yeniden ortaya çıkabilirse o zaman CHP’nin bölgede de sesi ve sözü daha güçlü olabilir. Bu konuda daha ilerici, daha rahat, daha cesur olmalıyız. Bu cesaret sadece Kürt vatandaşlarımız için değil, kimliğinden ötürü mağdur olan diğer tüm vatandaşlarımız için gösterilmelidir.

        ‘TÜRKİYE’NİN MÜLTECİ POLİTİKASI YETERSİZ’

        Siz Suriyeli mülteciler için oluşturulan kampları gezdiniz. Devletin Suriyeli göçmenler için izlediği politikayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

        Türkiye yeterli yardım alamıyor. Ekonomik gücü de yetmemeye başladı. Mülteciler kamplara sığmıyorlar. Ciddi sorunları var. Sağlık sorunu, eğitim sorunu, barınma sorunu. Bunların çözülmesi lazım.

        Mültecilerin şehirlerde toplumsal yaşama bu denli dahil olmasından rahatsızlık duyanlar var. Ne düşünüyorsunuz?

        Aslında çok da zaman yok, Türk Vatandaşlık Kanunu’na göre ülkede 5 yıl ikametten sonra vatandaşlığa hak kazanmak mümkün. Bugünden konuşmak gerekmiyor mu?

        Tabii ki temel amaç Suriye’de barışın sağlanması. Yapılan çalışmalar da gösteriyor ki çoğunluğunun temel arzusu kendi ülkelerine, vatanlarına, akrabalarının yanına dönmek. Ama burada oldukları süre içerisinde Türkiye’deki normal vatandaşımıza sağladığımız en azından asgari refah düzeyini sağlayabilmeliyiz.

        Peki Suriye’de savaşın bitmediği, iç karışıklıkların çok uzun yıllar sürdüğü bir senaryoyu düşünelim. Geri dönebilecekleri bir ortam olmadığı takdirde 1 milyondan kalabalık bir nüfusu Türkiye nasıl kaldıracak?

        Bu hipotetik bir soru.

        Hipotetik değil aslında. Çünkü gidişat o yönde.

        Öyle bir ihtimal olabilir ona zamanı geldiğinde bakılır.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ